1 3 5 7 11hursad.org/hursad-dergi/Hursad-3.sayi.pdf · ğazlara düştüklerinde hemen bir kahraman...

92

Transcript of 1 3 5 7 11hursad.org/hursad-dergi/Hursad-3.sayi.pdf · ğazlara düştüklerinde hemen bir kahraman...

1

3

5

7

11

13

21

28

31

35

39

41

43

49

53

52

5964

65

69

73

77

79

81

85

86

87

88

İÇİNDEKİLER

Diyaeddin ŞAHİN - Kahramanlarımız

İstanbul’da Hac Umre ve Turizm Fuarı Rüzgarı

Mehmet UZUNER - Hac ve Umreye Gitmek O Kadar Kolay mı?

Umre Fiyatlarına Yapılan Zamlara Karşı İsyan Büyüyor!

TÜRSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya’dan HURSAD’a Özel Açıklamalar

ÖZEL SÖYLEŞİ - Dünya Şampiyonu Güreşçimiz Rıza Kayaalp

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’ndan HURSAD’a Özel Açıklamalar

Melih Cem Kılıç - Helal Turizm’de Güncel Eğilimler

TÜMSİAD Başkanı Yaşar Doğan: Endüstri 4.0 Kaçırılmamalı

Kâbe’yi Gördüm

Nejat Özden - Anadolu ve Bereketli Hilâl, İslam Dünyası’nın Kalpgâhıdır

Hüsamettin Aslan - Doğu Akdeniz’de Neler Oluyor?

Editörden - Fırat’ın Doğusunda Satranç Tahtası

Bilal Şenel - Ammuriye’den Nur-u Muhammediye’ye Açılan Kapı: Afyonkarahisar, Selman-ı Farisi(r.a.)

Hatice Kübra Tongar - Tüketim Çağında Şükreden Çocuklar Yetiştirmek

Şiir Köşesi - Ömer Lütfi Mete - Gülce

Mücahit Gültekin - İstanbul Sözleşmesi: Ailenin Korunması mı İmhası mı?

Hikmet Barutçugil - Takdir-i Ezel Gayrete Âşıktır

Portre: Moro Cihadı’nın Şeyh Şamili, Hacı Murat İbrahim

Engin Uzun - Hac 2019: Kâbe’nin Eşsiz Fotoğrafları

Erol Bodur - Huzur Veren Şehirler: Buhara, Bursa, Saraybosna

Ömer Kesmen - İslam Dünyası’nın Yüzakı: Moro Müslümanları

Dr. Neslihan ÖZSOY - Kutsal Topraklarda Yapılan Yolculuklarda Sıcağa Bağlı Rahatsızlıklar

Bünyamin Baki - Teknoloji Dünyasından

Dr. Ender Saraç - Sağlık Üzerine

Kitap Köşesi

Manşetlerin Dilinden “12 Eylül”

Bulmaca Köşesi

Basında Biz

Rifat HisarcıklıoğluTOBB BAŞKANI

Yaşar DoğanTÜMSİAD BAŞKANI

Firuz BağlıkayaTÜRSAB BAŞKANI

11

17

28

KÜNYE

17

İLETİŞİM 0 212 525 33 33 [email protected]

ADRESAkşemsettin Mahallesi Ocaklı Sokak Adalet Apt. No: 9/4 FATİH / İSTANBUL

BASIM YERİ Ege BasımEsatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No:4/1 Sertifika 45604Ataşehir/ İSTANBULTel: +90 216 470 4 470Faks: +90 216 472 84 05

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Diyaeddin Şahin YAYIN KOORDİNATÖRÜ Nurcan Özökten YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Murat Kundak

EDİTÖR: Bünyamin Baki

FİNANS Nevzat Altıner

YAYIN KURULU Muharrem Güldemir Yasin Öztürk Harun Yurdakul Selami Çaylı Mehmet Ali MenteşeMurat Kundak YAYIN KURULU DANIŞMANI Mehmet Uzuner GÖRSEL YÖNETMEN Melih Cem Kılıç

SAYI: 3 KASIM 2019

İMTİYAZ SAHİBİ: Hac, Umre ve Seyahat Acenteleri Derneği

Yayın Türü: Süreli / 3 Aylık

COPYRIGHT @ 2019 Bu yayının tüm hakları Hac, Umre ve

Seyahat Acenteleri Derneği’ne aittir. Dergi içeriği izin alınmadan elektronik veya basılı şekilde kullanılamaz, çoğaltılamaz. Kaynak

göstermek suretiyle alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.

HURSAD DERGİKÜLTÜR, SANAT VE SEYAHAT DERGİSİ

Başkanın yazısıBaşkanın yazısı

Bir kamu binasına verilmiş olan ismin kayna-ğını sorduğumda, rehberimizin verdiği cevap beni farklı düşüncelere sevk etti:Milli Kahramanımız.

Küçük bir ada ülkesinin başkenti Male’de em-niyet binasına adını vermiş bir şehit kahraman-dan bahsediyorduk.

Küçük bir ülke dahi halkını bir arada tutmak için kahramanlarına bel bağlıyordu. Kahraman-ları ve tarihi üzerinden varlığını açıklıyordu.

Toplumlara kimlik katan en önemli unsurlar-dan biri ortak tarih ise diğeri bu ortak tarih şuu-runun toplumda yerleşmiş olmasıdır.

Toplumsal kahramanlar işte bu ortak tarih şu-urunu diri tutarak, geleceğe ümitle bakılmasını sağlar.

En zor anlarında bir kahramanın çıkacağı, tüm kötülükleri yerle bir edeceği inancı toplumda hep var olur.

Her çağın, her kavganın, her galibiyetin veya mağlubiyetin bir kahramanı olur. Her kahrama-nın bir hikâyesi, her hikâyenin kendine has bir değerler bütünü olur.

Bazı dönemlerin kahramanları çok adam öldü-ren iken bazı dönemlerin kahramanları çok ha-yat kurtaran olabiliyor.

Zamanın ruhuna ve ihtiyaçlarına göre toplum kendi kahramanlarını üretiyor. Eğer bir kah-raman çıkmazsa da bir kahraman kurgulanıp topluma anlatılır.

Peki kimdir kahraman?

Modern zamanda ve eski zamanda kahraman-lık algısı farklı mıydı?

Eski lügatlar kahramanı tarif ederken ‘yiğitlik ve cesurluktan’ bahsederler. Modern zaman farklı bir kahraman tanımıyla ortaya çıkar: Övünç duyulan, yaptıklarıyla heyecan yara-tan kişi…

Farklı zamanların farklı kahramanlık ölçüleri var.

Her kahraman kendi devrinin hikâyesini anlatır. Ve o hikâyeyi destanlaştıran anlatıcılara ihtiyaç duyar.

Tarihteki kahramanların hikâyesi türkülerle, şi-irlerle nesilden nesile aktarılır. Her aktarma is-tasyonunda hikâye daha epik bir hal alır.

Her zaman kahraman kadar önemlidir anlatıcı.Modern zamanların anlatıcıları da yazılı, görsel, işitsel veya sosyal medyadır. Kahramanın ne yaptığı değil nasıl anlatıldığı önemlidir.

Oysa keşke kahramanlara hiç ihtiyaç duyulma-saydı. Hayatın barış ve düzen içinde sürdüğü bir ülke-nin neden kahramanlara ihtiyacı olsun?

Kahramanlar zor zamanların, ümitsiz dönem-lerin, toplumlardaki tüm bireylerin kendilerini yalnız ve çaresiz hissettikleri dönemlerin ürü-nüdürler.

KAHRAMANLARIMIZ

1

Başkanın yazısıBaşkanın yazısı

Hayatın barış içinde akıp gittiği, bireylerin bir-birlerine saygı duydukları, kimsenin kimseye zarar vermediği ideal toplumda, bir kişi ne ya-pacak da kahraman olacak?

Demek ki kahraman bekleyen bir toplum, kah-ramana ihtiyaç duyan bir toplum, ciddi kriz içindedir.

Ümidini kaybetmiş bir toplum kahraman bek-ler. Kahraman beklentisi ümit aşılar.

Elbette kötü olan şey kahraman beklemek de-ğil, kahramana muhtaç durumda olmaktır.

Toplumlar ekonomik sosyal ve politik darbo-ğazlara düştüklerinde hemen bir kahraman beklentisi içinde olmazlar.

Bu darboğazların mevcut şartlarla ve kişilerle aşılamaz olduğu inancı yerleştiği zaman kahra-man beklerler.

2001 ekonomik krizi, 1998’den itibaren etkisini gösteren krizin tepe noktasıydı. 2001 krizi top-lumu ithal kahraman beklentisi içine dahi sok-tu. Oysa ekonomimiz hiç krize girmeseydi ne kah-raman beklentimiz olurdu ne de siyasal hayatı-mızda ithal bir “bakan” olurdu.

Kendi kendine yeten bir toplumda, eğitim sevi-yesi ve sorumluluk düzeyi yüksek, işini hakkıy-la ve ahlaklı bir şekilde yapan bireylerin söz ve etki sahibi olduğu bir toplumda kahramanlara ihtiyaç yoktur.

Özelde Arap dünyası, genelde İslam dünyası Kudüs’ün esaretine gerekli tepkiyi göstermiş olsaydı, Davos’tan bir kahraman çıkmazdı.

Söylenemeyeni söylediği, konuşulamayanı ko-nuştuğu için bugün Arap sokaklarının kahra-manıdır Erdoğan.

Sadece Arap sokaklarının değil elbette, Uzak-doğulu Müslümanlardan Avrupa’daki göçmen Müslümanlara kadar geniş bir kesimin kahra-manıdır, sırf bu yüzden.

Dünya Müslüman liderleri gerekli tepkiyi vak-tinde vermiş olsalardı, bin defa ‘one minute’ denseydi dahi etki uyandırmazdı.

Kahramanların doğduğu ilk iklim çaresizlik ha-linin derinleşmesidir yani.

Fakat kahramanı doğuracak manevi iklim de önemlidir.

Vatanseverlik duyguları yüksek, sorumluluk alma hususunda sağa sola bakmayan gözü pek insanlardır kahramanlar.

Dolayısıyla kahraman çıkması için toplumda güçlü manevi duyguların olması gerekir.

Manevi duyguları güçlü olan bir toplum kah-raman yetiştirmekte pek mahirdir. 15 Temmuz gecesi ‘Ölümüne ölümüne’ diyerek F16’ların arasına dalan bir liderin ardından meydanlara inen milyonları gördü bu ülke.

O gece milyonlarca kahraman çıktı bu ülkeden. Tek tek kahramanları saymak imkansızdır.

15 Temmuz’da kıyama kalkan toplumun kendisi kahramana dönüştü.

Gelişmiş toplumların kahramanları fertler de-ğildir çoğu zaman.

Böyle toplumların kahramanları kurumlarıdır. Ordusu ayrı kahramandır, polisi ayrı ayrı meclisi ayrı kahraman.

Biz ‘O gece’ ve sonrasında ülke olarak topyekûn kahramanlara dönüştük.

Fırat Kalkanı, Zeytindalı, Barış Pınarı hare-katlarıyla halkının emrinde bir ordunun nasıl kahraman olduğunu dünyaya ilan ettik.

Kahraman Ordumuza selam ve dua ile…

Diyaeddin ŞAHİN

HURSAD BAŞKANI

2

İSTANBUL’DA

“HAC UMRE VE

TURİZM FUARI”

RÜZGARI

3

İSTANBUL’DA“HAC UMRE VE TURİZM FUARI”

RÜZGARI21. Uluslararası Hac Umre Turizm Forumu ve Hac Umre Turizmi Hiz-metleri Fuarı İstanbul’da yapıldı.

İki gün süren fuarın açılış töre-ni, HURSAD Başkanı Diyaeddin Şahin, Diyanet İşleri Başkan Yar-dımcısı Osman Tıraşçı, Türkiye Se-yahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanı Firuz Bağlıkaya, fuarın organizatörü Kılıç Tur Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Kılıç ile çok sayıda acenta yetkilisinin ka-tılımıyla gerçekleştirildi.

Şahin: Yetkisiz Acentalara dikkat!

HURSAD Başkanı Diyaeddin Şahin yaptığı konuşmada önemli mesaj-lar verdi. Türkiye’de umre turizmin-de çeşitli sebeplerden dolayı her sene dalgalanmaların olabildiğine dikkat çeken Şahin, 2017-2018 umre-sinin sayı açısından Türkiye için tepe nokta olduğunu belirtti. HURSAD Başkanı, ”2020-2021 sezonunda da 2017-18’deki noktamıza ulaşmayı hedefliyoruz.” ifadelerini kullandı.

Umreye gidecek vatandaşlara tavsiyelerde bulunan Şahin, yet-kisiz acenta sorununa işaret etti. Şahin, “Umre için bir vatandaş 900 dolardan daha ucuz olan programlara rağbet etmeme-li, mağdur olabilir. 900 dolar ve üzerindeki programlar ise, ko-naklama şartına ve şekline bağlı olarak değerlendirilmeli.” şeklin-de konuştu.

Bağlıkaya: Elimizi acentaların cebinden

çektik

Türkiye Seyahat Acentaları Birli-ği (TÜRSAB), Başkanı Firuz Bağ-lıkaya da yaptığı değerlendirme-de “TÜRSAB acentalar üzerine yük olmak için değil, onlara destek olmak için kuruldu. Söz verdiğimiz gibi hac-umre acen-talarının cebinden elimizi çek-tik. Bundan sonraki dönemde de biz yönetimde olduğumuz sürece hiçbir segment için buna izin vermeyeceğiz.” ifade-lerini kullandı.

Fuarın ilk gününde HURSAD, çok sayıda acenta ile birlikte kahvaltılı toplantı da gerçekleştirdi. Geçen yıllara nazaran daha büyük bir alanda gerçekleştirilen fuara bin-lerce ziyaretçi katıldı. Ulusal katı-lımcı firmaların yanı sıra yabancı otellerin ve uluslararası acenta-ların da katıldığı fuarda, hac ve umre organizasyonlarında servis sağlayan, faaliyet gösteren çok sayıda şirket yerini aldı.

Fuarda, yerli ve yabancı seyahat acentaları, Mekke ve Medine’de bulunan oteller, havayolu şirketle-ri stand kurdu. Acentaların katılı-mıyla gerçekleşen fuar, vatandaş-lar tarafından da ziyaret edildi.

4

Hac ve Umreye Gitmek O Kadar Kolay Mı?Hac ve Umreye Gitmek O Kadar Kolay Mı?

Mehmet UZUNERHURSAD Onursal Başkan

Aşı fiyatları ve aşı sorunu…

Ülkemizde ulusal aşılar konusun-da bazı çarpıklıklar söz konusu.

Çarpıklığın konu olduğu durum ise fiyatlar.

Örneklerle gidecek olursak;

Birçok Afrika ülkesi için ülkemizin sağlık uyarısı veya ilgili ülke vize kuralları sebebiyle aşı zorunlulu-ğu vardır. Bu durumda aşı yaptır-mak gerekiyor.

Devletimiz, milyonlarca evladımı-za her yıl ücretsiz aşı yapıyor.

Afrika ülkelerine yapacağınız bu seyahatler için de bir sağlık kuru-muna gidip aşınızı ücretsiz olarak yapabilirsiniz.

Afrika ülkeleri için durum böyley-

ken, kutsal topraklara yapacağı-nız ziyaretlerde durum karışık bir hal alıyor.

Suudi Arabistan’ın vize için istedi-ği aşı, yani menenjit aşısını olma-lısınız.

Fakat bu aşı yerine menengokok menenjit aşısı olmak gerekiyor. Buraya kadar normal ama birçok ülkede ücretsiz olan hatta 1999 yılından bu yana İngiltere’de kit-lesel yapılan bu aşı, ülkemizde ulusal aşılar sınıfında sayılma-dığı için 22 Dolar ücret ödemek zorundasınız.

Hatta aşı etki süresi, beş yıl olma-sına rağmen her gidişinizde 22 Dolar vermezseniz gerekli işlem-leri yerine getirmediğiniz için hac veya umreye gidemiyorsunuz.

Bazılarınız “Biz umreye gittik aşı parası vermedik” diyecektir. Ver-diniz; ancak bizlere ödediğiniz paranın içinde olan bu ücreti biz sizin adınıza ilgili makamlara öde-mekteyiz.

Yönetmelik sorunu…

Söz gelimi, hac ve umre kitabı yazacak derecede bu konuda bilgi sahibisiniz. Orada çok rahat ibadet edebilecek kapasiteniz de mevcut.

Buna rağmen, kutsal topraklara yalnız gidemezsiniz.

Ziyaretinizde görevli hoca zorun-luluğu var. Bunun da ödemesini yapıyorsunuz ama yine farkında değilsiniz.

Biz şirket olarak sizlere rehberlik etmek için emekli olan Diyanet İşleri Başkanlarımızdan birini size rehber olarak eşlik etmesi için ikna etmiş olsak bile yine gidemi-yorsunuz.

Nedeni ise yönetmelik.

Söz konusu yönetmelik; Hac ve umreye hiç gitmemiş, tecrübesi olmayan, çoğu zaman gittiği yer-leri anlatabilme becerisine bile sahip olmayan, bir Diyanet perso-nelini size rehber olarak vermeyi şart koşuyor. Yani emekli olmuş bir hoca, hac ve umrede size rehberlik yapamaz. Diyanet personeli olması şart!

Aslında, en verimli çağlarında emekli olan hocalarımızı görev-li olarak çalıştırmak gerekiyor. İmam hatip ve ilahiyat mezunu, iş bulamayan arkadaşlarımızı, bir sertifika programından geçirip, rehber olarak hizmetlerinden fay-dalandırabilmenin daha yararlı olacağını düşünüyorum.

HAC VE UMREYE GİTMEK O KADAR

KOLAY MI?

5

Hac ve Umreye Gitmek O Kadar Kolay Mı?Hac ve Umreye Gitmek O Kadar Kolay Mı?

Yönetmelikle ilgili son bir not: Bu yönetmeliği biz çıkartmadığımız için konuyla ilgili lütfen şirketimi-ze mağduriyet bildirmeyin.

Sağlık hizmetleriyle ilgili öneri…

Bitti mi? Hayır elbette.

Yazının uzamaması için, sağlık ko-nusunda detaya girmeyeceğim. Fakat şunu da söylemeden geçe-meyeceğim.

Kutsal topraklarda ülkemize ya-kışmayacak şartlarda sağlık hiz-metleri veriliyor.

Özellikle bu konuda Sağlık Bakan-lığımızın devreye girmesi gerek-tiği kanaatindeyim. Zira, bu hiz-metlerin bakanlığa devredilmesi veya Bakanlığın devreye girme-siyle daha kaliteli olacağını düşü-nüyorum.

Bu devir yapılırsa, hastane ve sağlık ocakları, acentalar da göz önünde tutularak hizmet ederler. Nede olsa umrede Diyanet’ten %700 fazla, Hac’da ise yolcunun %40’ını taşıyoruz ve bu misafirle-rimizin her biri için sağlık ücreti ödüyoruz.

Özellikle belirtmek isterim ki, bu-radaki aksaklıklar sistem ile ala-kalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı kurumumuz ile bir sıkıntımız ol-madığı gibi tam tersine onların yolcuları da bu anlatılanların bir kısmından direk etkilenmektedir.

Mil nedir? Fiyata gelelim.

Bugün grubumuzu götürmek için bir uçak kiralasak.

Uçak bu grubu götürecek ve boş dönecek. Sonra boş gidip grubu alacak. Umrede bu planlamada yolcu başına ödenecek tutar sa-dece 550 Dolar’dır.

‘Biz hacca gideceğiz’ derseniz durum değişir.

O zaman 950 Dolar öderseniz.

Mümkünse ‘neden’ diye sorma-yınız. Bunun nedenini biz bile öğrenemedik.

Tek aklımıza gelen “nasılsa seve seve gidecekler” mantığı ile ya-pıldığından başka açıklaması yok.

İç hat tavan ücreti gibi hac umre biletleri de kontrol altına alınsa ne güzel olurdu.

İran havayollarının vatandaşları-nı teşvik olsun diye komik ücret-lerle kutsal topraklara taşıması ne güzel bir çalışma.

Uzun lafın kısası, sizler ibadet ni-yetiyle yola çıktığınız için el bir-liği ile kolaylaştırmayıp, zorlaştır-maya devam ediyoruz.

Elbette kendimize de çuvaldız ayırdık…

Bizler vatandaşlarımızın deği-şik dönemlerde adı kimi zaman acenta olmasa bile acenta adıyla dolandırıldığını, kasap mesleğiy-le giden vatandaşlarımızın uçak probleminin hac acentalarımıza mal edilerek haber yapıldığını, kimi zaman gerçekten belgeli acenta olmasına rağmen yanlış işler yaptıklarını biliyoruz.

HURSAD olarak bunları da takip ederek, ilgili makamlara bilgi vermeye devam edeceğiz.

Unutulmaması gereken; belgeli acentaların değil, teminat verip, sigorta kullanan yetkili acentala-rın yaptıkları sadece bizler tarafın-da tartışılabilir. Evet, sadece tartışılabilir ama kabul edilemez. Yapılan yanlışlar yine sistemi işleten kurumlar tara-fından yeterli tedbirler alınmadığı için yapılabilmektedir.

Kurallar sadece konur ve işletil-mez ise orada her zaman kaos hakim olacaktır.

Çözümü elbette daha önce söy-lediğimiz gibi; işi sadece inanç turizmi olan ve yetkili bir birliğin devreye sokulması ile olacaktır.

Aksi takdirde bu anlattıklarım si-zin gibi değerli misafirlerimiz ile sohbetten ileri gitmeyecektir.

Bir gün ibadet niyeti ile seyahat eden vatandaşlarımızın da diğer ülkelere seyahat edenler gibi hür ve diledikleri gibi seyahat edebile-ceklerine, ilgili kurum ve makam-ların zorlaştırmayıp, kolaylaştıra-caklarına olan inancım tamdır.

2020 yılında hac ve umrenin me-şakkat olmasına sebep olan tüm kuralların yıkılmasını temenni ediyorum.

Allah (cc) kutsal topraklara git-mek isteyen ve hizmet eden tüm kardeşlerimizin yardımcısı olsun. Selam ve Dua ile…

6

UMRE FİYATLARINA YAPILANZAMLARA KARŞI

İSYAN BÜYÜYOR!

Diyaeddin Şahin (HURSAD Başkanı)

Suudi Arabistan Hac Bakanlığı, ülkeye gelen tüm ziyaretçilerden 300 Riyal vergi alı-nacağı açıklaması tepki uyandırdı. 300 Suudi Arabistan Riyali (SAR) olarak belirlenen verginin sıkıntılara yol açacağını belirten seyahat acentalarının yetkilileri, karardan geri dönülmesini talep ediyor. Konuyu kamuoyunun gündemine ilk taşıyansa HURSAD oldu. Yazılı ve görsel medyada bilgilendirme yapan HURSAD, karara tepki gösterdi.

RİYAD’DAN ‘AYAK BASTI’ PARASI

Suudi Arabistan yönetimi, ül-kelerine gelen her ziyaretçiden 300 riyal vergi alacak. Uygula-madan 400 binin üzerinde umre

ve 80 binin üzerinde hac yolcusu olumsuz etkilenecek. Suudi Ara-bistan Hac Bakanlığı, 2020 yı-lında ülkeye yapılacak ziyaretler için vize alan vatandaşlardan kişi başı yaklaşık 300 Suudi Arabis-tan Riyali (450 TL) alınmasına ka-rar verdi. Bakanlığın aldığı karara göre daha önce kutsal topraklara 3 yıl içerisinde birden fazla seya-hat etmek isteyenlerden alınan yaklaşık 2 bin Suudi Arabistan Riyali (bin 300 lira) bundan sonra alınmayacak.

Sağlık hizmetleri de ücretli olacak

Getirilen 300 Riyallik verginin

yanında Suudi Arabistan cep-

hesinden maliyetleri artıracak

yeni adımlar da bekleniyor. Hac

ve Umre Seyahat Acentaları

Derneği (HURSAD), Yeni Şafak

Gazetesi’ne yaptığı açıklama-

da, umreye gitmek isteyenleri

ve acentaları yeni vergilendir-

me konusunda uyardı. HURSAD

Başkanı Diyaeddin Şahin, önce-

ki yıllarda umre ziyaretçilerinin

sağlık hizmetleri için herhangi

bir ücret alınmadığını fakat za-

man içerisinde yapılması bek-

lenen düzenleme ile bu hizme-

tin de ücretli hale getirileceğini

aktardı. Şahin, getirilen ek ver-

ginin yanı sıra Suudi Arabistan

cephesinde atılan yeni adımla

birlikte üç farklı online seyahat

platformu kurulduğunu ve re-

zervasyonlarda bu platformlar

üzerinden gerçekleştirilme şartı

getirileceğini söyledi. Şahin, “Bu

platformlar üzerinden gerçekle-

şen rezervasyonlardan da yüzde

7

10 ile yüzde 20 arası bir komis-

yon alınmış olacak. Bu maliyet-

lerin daha da artmasına neden

olacak” değerlendirmesinde bu-

lundu.

Tur fiyatlarında 120 Dolarlık artış

daha önce uygulanan sistemin

2016 yılında uygulanmaya baş-

landığını vurgulayan Diyaeddin

Şahin, 3 yılda ikinci defa umreye

gidecek vatandaşların pasaport

defterini değiştirerek bu ücreti

ödemekten kurtulduğunu be-

lirtti. Bu sebeple sistemde deği-

şikliğin uzun süredir gündemde

olduğunu dile getiren Şahin,

“Suudi Arabistan tarafı önceki

uygulamadan istediği sonucu

alamayınca kaldırdı. Artık ülkeye

hangi sebeple gidilirse gidilsin

300 Riyallik ücret ödemek koşu-

lu getirildi” diye konuştu. Bu uy-

gulamanın faaliyete girmemesi

adına yaptıkları girişimlerden

hiçbir sonuç alınamadığını söy-

leyen Şahin, “Tur paketlerinde

düzenleme ile birlikte ortalama

120 dolarlık artış olacak. Şu ana

kadar sattığımız paketlerde bu

ücreti almadık ve kendimiz kar-

şılayacağız. Fakat bundan son-

raki rezervasyonlara bu ücreti de

yansıtacağız” ifadelerini kullandı.

300 RİYAL’LİK EK VERGİ KARARINDAN GERİ ADIM ATILSIN

Yanlış bir adım atıldı Hac, Umre ve Seyahat Acenteleri Derneği (HURSAD) Yönetim Kurulu Baş-kanı Diyaeddin Şahin de Yeni Akit Gazetesi’ne yaptığı değerlendir-mede Suudi yönetiminin ek vergi kararının yanlış bir adım olduğu-na işaret etti. 300 SAR olarak ilan edilen ek verginin 80 dolara kar-şılık geldiğini dile getiren Şahin, “Tabii burada yüzde 10’u bulan bir vergi daha var ki; bu da Suudi Ara-bistan’a adım atacak herkesin ce-binden 330 SAR çıkması demek” ifadelerini kulandı.

Daha evvel otellerle direkt irtiba-ta geçip anlaştıklarını ve vizeleri aldıklarını hatırlatan Şahin, şunla-rı kaydetti: “Ama artık şartlar de-ğişti. Şu anda otellerle doğrudan değil, dolaylı yoldan görüşüyoruz. Çünkü arada üç rezervasyon por-talı bulunuyor. Bu portallardan birine giriyoruz. Rezervasyonları yaptırmamızı takiben onay kodu-nu alıyoruz. Ardından vizeler aktif hale geliyor. Ne yazık ki bu işlem-ler için yüzde 10-20 komisyon üc-reti ödemek zorunda kalıyoruz. Doğal olarak konaklama maliyet-leri yükseliyor. Gelinen aşamada

her bir müşterimizin otel masrafı geçen yıla göre en az 120 SAR art-tı. Buna 450 liraya tekabül eden 300 SAR vergi de eklenince du-rum daha vahim bir hal aldı.”

Çağrımıza kulak verilsin

Şahin, ek vergi kararının umre ta-lebini olumsuz etkileyeceğinden endişe ettiklerini söyledi. Suu-di Arabistan Hac Bakanlığı’na da “Kararı yeniden ele alın, rafa kaldırın” çağrısı yaptı. Bakanlığa “Sesimizi duyun, talebimize ku-lak verin” diye seslenen Şahin, “Uyarımız dinlensin, vergi kara-rından geri dönülsün ki iyi başla-yan umre dönemi bereketli geç-sin” temennisinde bulundu.

Kayıt dışına dikkat

Umrecilerin belgesi ya da kaydı bulunmayan birey veya kurum-lardan hizmet almaktan kaçın-maları gerektiğini vurgulayan HURSAD Yönetim Kurulu Baş-kanı Şahin, “Kutsal toprakları ziyaret edecekler; bakkalların, berberlerin, imamların değil de seyahat acentelerinin yolunu tutsun” dedi. Şahin, ilgili merci-lerin de kayıt dışına karşı dikkatli olması, denetimlerini arttırması gerektiğini sözlerine ekledi.

8

HURSAD bünyesinde bulunan

300’den fazla acenta ise karar tep-

kili. HURSAD Yönetim Kurulu Üye-

leri yaptıkları açıklamalarda, Suudi

Arabistan yönetiminin bu kararını

değiştirmesi gerektiği yönünde gö-

rüş belirtti.

İşte o açıklamalar…

Nevzat ALTINER (HURSAD Yöne-

tim Kurulu Üyesi): Suudi Arabistan

hükümeti umre ziyaretini zorlaştır-

mamalı, son yapılan zam uygula-

masını kaldırmalıdır. Müslümanlar

Kâbe’yi kolayca ziyaret edebilmeli

ve umre ziyaretlerini turistik ziyaret

kapsamından çıkarmalıdır. Getir-

diği yeni vergi uygulaması, Müslü-

manların Kâbe’yi ziyaret etmesini

azaltacaktır.

Mahmut ŞENADLI (HURSAD Yöne-

tim Kurulu Üyesi): Suudi Arabistan,

içinde bulunduğu ekonomik buh-

ranın çıkış formülü olarak gördü-

ğü Hücacc’dan “vergi” adı altında

ayakbastı ücreti alması ne hakka ne

hukuka nede vicdana sığmaktadır.

Allah’ın evi tüm Müslümanlarındır.

Zira gelmeyi zorlaştırmanın hem

tarihsel hem de dinen vebalini asla

ödeyemezler.

Abdullah DEMİRCİ (HURSAD Yö-

netim Kurulu Üyesi): Suud yöne-

timinin hac ve umre vizelerine ge-

tirdiği yeni harçlar ve ilave ücretler

Kâbe tarihinde görülmemiş bir olay.

Elbette tüm Müslümanları derin-

den üzmüştür. Özellikle rezervas-

yonların alâkasız siteler üzerinden

yapılması, “Acaba bir yerlere rant

kapısı mı aralanıyor?” sorularını

akla getirmektedir. Bu yanlıştan bir

an önce dönülmelidir.

Süleyman BORAZAN (HURSAD Yö-

netim Kurulu Üyesi): 2019-2020 yılı

umre sezonu açılırken; umreye gide-

cek vatandaşlar ve turizm firmalarını

şoke edecek bir karar alındı. Suudi

yönetiminin almış olduğu bu karar,

tüm dünya Müslümanlarını üzerken,

bu ekonomik şartlarda umreye git-

menin iyice zorlaşmasına da sebep

olmuştur. Diğer yandan bu karar,

2030 yılında ciddi turist artışı planı

yapan Suud hükümetinin ne derece

tezatlık içerisinde olduğunu da orta-

ya koymaktadır.

Fethullah AŞKIN (HURSAD Yö-

netim Kurulu Üyesi): Hac-Umre

acentaları olarak her yıl farklı kötü

sürprizlerle karşılaşıyoruz. Bu sezon

umre organizasyonuna gelen ilave

vergi ve sistem komisyonları bizi zor

durumda bıraktı. Bu ilave ücretler

sonucu fiyatların yükselmesini müş-

terilerimize izah etmekte güçlük ya-

şıyoruz.

Haydar KILIÇOĞLU (HURSAD Yö-

netim Kurulu Üyesi): Ülkemizden

giden yolcuların çoğunluğu tek-

rar giden ve ekonomik gruplardır.

Bu yüzden her yeni gelen sistem,

işimizi biraz daha kolaylaştırsa da

gelen zamlar müşteri sayımızı etki-

liyor. Hedeflerimiz her yıl daha fazla

umreci götürmek iken bir önceki

yılın sayılarını bile yakalayamıyo-

ruz. Sistemdeki fiyatların, vergilerin

ve zamların daha makul seviyelere

gelmesini ve aracı sistemlerin iptal

edilmesinin çözüm olacağını düşü-

nüyoruz.

ACENTALAR KARARA TEPKİLİ

Erol BODUR (HURSAD Yönetim

Kurulu Üyesi): Her yıl olduğu gibi,

bu sene de umre mevsimi başla-

dıktan sonra sürpriz ve yeni ver-

giler açıklanmıştır. Umre mevsimi

sorunlu ve sancılı başlamıştır. Baş-

ka ülkelere yapılan seyahatlerde

görülmeyen bu sistem değişiklik-

leri gerek organizatörleri gerekse

Duyudurrahmanı (Allah’ın misafir-

lerini) derinden üzmekte ve endi-

şelendirmektedir. Hadimü’l Hare-

meyn olan ve Allah’ın misafirlerine

hizmeti vazife bilen Kral Selman

bin Abdülaziz’den bu gidişe “dur”

demesini ve kutlu umre yolculuğu-

nu zorlaştırmak yerine kolaylaştır-

masını bekliyoruz.

İbrahim DEMİR (HURSAD Yöne-

tim Kurulu Üyesi): Kutsal topraklar

evvelden beri hassasiyetle üzerin-

de durulan beldeler olmuştur. Bel-

delerde ne siyaset yapılmıştır ne

de siyasete alet edilmiştir. Dünya-

da, Müslümanlar üzerinde oynanan

oyunlar malumdur. Bu oyunlara

benzer bu tarz hareketler Müslü-

manların en hassas yerine dokunur

ki bu da Allah (cc)’ın gücüne gider.

Kararların dar, dışa kapalı ve sorgu-

lanma imkanı olmayan bir anlayış-

la 2030 vizyonu ile çelişmektedir.

Bu yapılan uygulama, yıllara göre

düşen umre sayısını artırma politi-

kası ve 15 milyon umreci hedefine

de ayrıca ters düşmektedir. Yetkili

makamların ivedilikle bu yanlıştan

dönmesini temenni ediyoruz.

Bilal ŞENEL (HURSAD Yönetim

Kurulu Üyesi): Hac organizasyo-

nundaki her alanda yapılan yenilik-

leri (dijitalleşmeden operasyonlara

kadar) görünce umrenin de Rah-

man’ın misafirleri için kolaylaşaca-

ğı inancı artmıştı. Bu

seneye “daha kolay

ve bereketli bir sezon

olur” umuduyla hazır-

lanırken gelen vergiler ve oluşan

sistemin maliyetlerini görünce şa-

şırdık. Allah’ın misafirlerine hizmet

etmenin şeref olduğunu düşünen

bir idarenin bu yapılanmaları tek-

rar gözden geçireceğine olan inan-

cımızı kaybetmek istemiyoruz.

Mehmet Ali MENTEŞE (HURSAD

Yönetim Kurulu Üyesi): Her sene

gelen sürpriz zamlar ve sistemi

zorlaştırıcı işlemler, Allah’ın misa-

firleri tarafından kendilerine ceza

olarak algılanmakta ve Hadimül

Haremeyn’e karşı büyük infiale se-

bebiyet vermektedir. İnsanlar “Al-

lah’ın evi herkese aittir, bir ülkenin

inhisarında olmamalı, İslam ülke-

leri ortak bir platform oluşturarak

Haremeyn’i yönetmeli’ fikrini dil-

lendirmeye başlamışlardır. Dünya

kamuoyunda bu ve buna benzer

fikirlerin hızla Neşv-ü Nevâ bulma-

sının önüne geçmek için -ki sos-

yal platformlar günümüzde buna

çok müsait- Hadimül Haremeyn’in

Allah’ın misafirlerine karşı kolay-

laştırıcı sistem oluşturması ve ek

külfet yüklemek yerine külfetleri

azaltıcı önlemler alması hususunu

arz ederiz.

Murat KUNDAK (HURSAD Yöne-

tim Kurulu Üyesi): Bu sene yapılan

zamlar, aslında “Allah’ın misafirleri-

ne hizmet şerefimizdir” ilkesinden,

“Hac ve umre vizesi ile gelenler,

bizim için sadece ekonomik değer

anlamına gelmektedir.” gerçekliği-

ne evrilmesidir. Asıl korkutucu olan

bu düşünsel değişim.

10

Firuz BAĞLIKAYATÜRSAB Başkanı

“Türkiye Seyanat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanı Firuz Barbaros

BAĞLIKAYA, dergimizin bu sayısına özel açıklamalarda bulundu… TÜRSAB

Başkanı Bağlıkaya, HURSAD’ın sektördeki desteğinin kendilerine güç kattığını söyledi… Bağlıkaya, Hac ve Umre alanından yaşanan sorunları

da HURSAD ile birlikte aştıklarını kaydetti…“

Türkiye Seyahat Acentaları Birliği olarak turizmin farklı alanlarında faaliyet gösteren tüm seyahat acentalarımıza eksiksiz bir şekil-de hizmet sunmayı, sorunlarını çözmeyi kendimize ilke edinerek çıktığımız yolda, görev yaptığımız kısıtlı zamana rağmen önemli adımlar attık. Bu bağlamda, Hac ve Umre alanında faaliyet gös-teren ve geçmiş yıllarda ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunan seyahat acentalarımızın yaşadık-ları birçok soruna öncelikli olarak eğildik.

Bu süreçte Hac ve Umre alanında ihtisaslaşmış seyahat acentaları-mız tarafından kurulan HURSAD, sektörde yaşanan sorunları çözü-me kavuşturma noktasında en önemli destekçilerimizden biri oldu. İcra ettikleri mesleği ticari bir eylem olmanın ötesinde, bir vazife şuuruyla gerçekleştiren Hac ve Umre acentalarımızı bir araya getiren HURSAD, bu yö-nüyle çok önemli bir misyonu da üstlenmiş durumda.

Hizmet Bedeli Almayı Değil, Üyelerimize

Hizmet Vermeyi Şiar Edindik

TÜRSAB olarak biz de Hac ve Umre acentalarımızın ifa ettikleri kutsal görevleri sırasında yaşadıkları sorunları çözüme kavuşturmak için var gücümüzle çalıştık. Üyelerimizden hizmet bedeli almayı değil, üyelerimize hizmet vermeyi kendimize şiar edindik. Bu çerçevede hac organizasyonu

TÜRSAB BA ŞK ANIFİRUZ BAĞLIKAYA’DAN

HURSAD’A ÖZEL AÇIKLAMALAR11

için alınan kişi başı 25 dolar hizmet bedelini kaldırarak seyahat acentalarımızın toplamda 1,5 milyon dolar tasarruf etmelerini sağladık.

Uzun yıllardır Hac ve Umre faaliyeti gösteren seyahat acentalarımızın en büyük sorunlarından biri olan 45 yaş altı mahremsiz kadınların vize problemlerini çözmek için Suudi Arabistan Krallığı Başkonsolosluğu ile üst düzey temaslar kurarak, vize işlemlerinin kolaylaştırılmasında rol oynadık. Hac ve Umre acentalarımızın hizmet kalitelerini artırmak için Genel Merkezimizin konferans salonunda Suudi Arabistan Krallığı İstanbul Başkonsolos Yardımcısı ve Diyanet İşleri Kuru Başmüfettişi vasıtasıyla seminerler düzenledik.

Mekke ve Medine Ofislerini 12 Ay Hizmet

Veren Bir Kimlik Kazandırdık

Hacı adaylarımıza kutsal yolculuklarında yoğun destek verdik. TÜRSAB ve üye acentalarımızın görevlendirdiği 650 personel ile İstanbul Havalimanı’nda ve Suudi Arabistan’da 24 saat hizmet sağladık. Mekke, Medine ve Cidde’de hac işlemlerinin yerine getirilebilmesi ve hacı adaylarımıza eksiksiz bir şekilde hizmet vermek amacıyla 7/24 aktif olarak görev yapan çok sayıda ekip oluşturduk. Böylece Mekke ve Medine ofislerine 12 ay boyunca, 7/24 hizmet veren bir kimlik kazandırmış olduk. Acentalarımız tarafından kutsal topraklara götürülen hacı

adaylarımıza, 70 otobüs ve 100 kişilik bir ekiple hizmet verdik. Havalimanları ve hastanelerde tercümanlık hizmeti sağladık. Bu çalışmalarımız doğrultusunda Hacı adaylarımızın ve Umre yolcularımızın mağduriyetlerini ortadan kaldırdık.

Meslektaşlarımız adına TÜRSAB’a verilen Hac ve Umre vizelerini eşit şekilde acentalarımıza dağıttık. Hac ve Umre organizasyonu yapan acenta sahiplerine ve munazzımlara eşit sayıda, uzun süreli Suudi Arabistan vizesi almak için çalışmalar yaptık. Sektörün önemli sıkıntıları arasında yer alan yetkisiz kişi ya da kuruluşların kaçak faaliyetlerini önlemek amacıyla denetimler

gerçekleştirdik. Seyahat acentası olmayan hiç kimseye Hac ve Umre kaydı yaptırmamaya çalıştık. TÜRSAB’dan tur onay yazısı alma zorunluluğunu kaldırdık. TÜRSAB için tahsis edilen görevli vizelerini, vize alamamış seyahat acentası temsilcileri lehine ücretsiz kullandırarak meslektaşlarımıza fayda sağladık.

Bizler açısından maneviyatı ve sorumluluğu yüksek olan Hac ve Umre organizasyonlarında üyelerimizin menfaatine olan çalışmaları yapmaya, aktif rol oynayarak üyelerimizin yaşadıkları sorunları proaktif bir yaklaşımla çözmeye bundan sonra da devam edeceğiz.

12

• Her kulvarda şampiyon olmak nasıl bir duygu?• Son şampiyonluğunda piste çıkarken neler hissetti?• Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müsabakadan hemen sonrasında neler

konuştu?• Başarısının sırrı ne?

Biz sorduk, Dünya Şampiyonumuz Rıza KAYAALP yanıtladı…

“EN ÇOK İSTİKLAL MARŞIMIZI OKURKEN DUYGULANIYORUM”

- 9 kez Avrupa şampiyonlu-ğu, 4 kez Dünya Şampiyon-luğu, Olimpiyat Üçüncülü-ğü, İkinciliği için öncelikle tebrik ediyoruz. Türkiye adı-na 4. kez Dünya Şampiyonu olmak nasıl bir duygu?

Rıza KAYAALP (Dünya Şampi-yonu Milli Güreşçimiz): 4. kez dünya şampiyonu olmak ülkemiz ve kendi adıma çok önemli. Çün-kü bu bir rekordu benim için. Çok uzun zamandır çalışıyorum. Tabi yılların da verdiği bir başarı bu,

ancak her şampiyonluktan sonra bir diğeri için çalışmak, o aradaki süreci gösteriyor. 2.5 ay içerisin-de çok iyi bir hazırlık dönemi ge-çirdim, 3 kamp gördüm. Ağrım sızım yoktu. Kendime çok ina-nıyordum zaten. Geçen sene bir hedefim vardı. Dünya Şampiyo-nası’nı 4. kez kazanmak ve rekor kırmaktı. Ancak nasip olmamıştı. Boyun fıtığı ve kollarımdaki ağ-rılardan dolayı başaramamıştım. Şimdi bunu aştım, tedavi oldum ve 20-21 yaşlarımdaki Rıza gibi ol-dum. Hem Avrupa’da 9. kez altın madalya kazandım. Hem de bu dünya şampiyonluğumu ülkeme kazandırmış oldum.

- Güreşte yaş ne kadar et-kiler? Yaşlandıkça güreşçi-nin gücü devam ediyor mu?

Rıza KAYAALP (Dünya Şampi-yonu Milli Güreşçimiz): Tabii ki 20-21-22 yaşında hissetmemin sebebi sakatlığım vardı. 4 yıldır öyle güreşiyordum ve öyle kaza-nıyordum. Sakatlığın tedavisini gördükten sonra o yaştaki sal-dırganlığım tekrardan geri geldi. Performansım tekrardan eskisi gibi oldu. Hem Avrupa’da hem dünyada Türk halkına altın ma-dalya kazandırarak göstermiş oldum.

4 kez Dünya Şampiyonu…

9 kez de Avrupa Şampiyonu...

Dünyanın konuştuğu Milli Güreşçimiz Rıza KAYAALP, dergimize çok önemli açıklamalarda bulundu.

Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu Mil l i Güreşçimiz)Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu Mil l i Güreşçimiz)

RIZA KAYAALP

13

“Hedefim Olimpiyatlarda altın madalya

almak”

- Önümüzdeki olimpiyatlar-da altın madalya için Rıza Kayaalp ne yapar? Madalya alır mı? Şampiyon olur mu?

Rıza KAYAALP (Dünya Şam-piyonu Milli Güreşçimiz): Bir önceki dünya şampiyonasında şampiyon olmuşsun. Avrupa’da şampiyon olmuşsun. Benim en büyük isteğim en büyük arzum, ömür boyu mutlu olmak için ben emek harcayacağım, alın terimi fazlasıyla dökeceğim. Allah nasip ederse en büyük arzum olimpi-yat altın madalyasıyla bu işi son-

landırmak olacak ve yaşadığım süre boyunca kendimi mutlu mesut hissedeceğim.

- Güreşte Rıza Kayaalp ile özdeş-leşen hareket hangisidir?

Rıza KAYAALP (Dünya Şampi-yonu Milli Güreşçimiz): Tek kol oyunum var. Uzun zamandır onu yapıyorum. Yerde çırpma oyu-num var ama benim en büyük özelliğim rakiplere saldırıp onları yormam. Onlara baskı kurmam. 2-3 dakikada rakiplerimi yorup puan toplayabiliyorum.

“Kendimden ziyade beni destekleyenleri

düşünüyorum”

- Canlı olarak izledik, kür-süden iner inmez Cumhur-başkanı Recep Tayyip Er-doğan aradı. Bu nasıl bir motive oluşturuyor? İkincisi de her şampiyonluktan son-ra biraz daha tanındınız. So-kakta gören herkes “işte bu şampiyonumuz” diyor, duy-gularınızı alabilir miyiz?

Rıza KAYAALP (Dünya Şampi-yonu Milli Güreşçimiz): Tabi çok güzel bir duygu. Bu ülkeyi temsil ediyoruz, onları temsil ediyoruz. İnanın kaç yıldır ben kendimi değil, bizi destekleyenleri düşü-nüyorum. Yenildiğimde en çok onların üzüleceğini, “neden Rıza kazanamadı” demelerini seyret-memek için başarı kazanmak is-tiyorum.

Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu Mil l i Güreşçimiz)Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu Mil l i Güreşçimiz) 14

“Marşımızı söylerken

duygulanıyorum”

- Müsabakalarda sizi en çok duygulandıran şey nedir?

Rıza KAYAALP (Dünya Şampi-yonu Milli Güreşçimiz): En çok İstiklal Marşımızı söylerken duygu-lanıyorum. Ağlamaya alışkın de-ğiliz ama insanın gözleri doluyor, o kadar emek harcamışsın. Seni sevenler sevinmiş. Tabii ki o İstik-lal Marşımızı söylerken televizyon karşısında olan seyircileri ben his-sediyorum. En çok duygulandığım bunlar.

- Cumhurbaşkanı’nın prog-ramı çok yoğun. Maçınızın olduğu günlerde Ankara’da 3’lü zirve vardı. Ancak ona rağmen maçınızı takip etme-si nasıl bir duygu?

Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyo-nu Milli Güreşçimiz): Arkadaşları-ma bilgi gelmiş. “Cumhurbaşkanı, Rıza’nın maçını izleyecek” diye. Ama ben bir şeyler döndüğünü anladım. Başkanımızın bizi izleyip takip etmesi, terimiz soğumadan araması çok güzel bir şey bu. Tabi başkanımızın spora ne kadar de-ğer verdiğinin göstergesi. Allah razı olsun. Tek beni değil, başarı ka-zanan tüm sporcuları tebrik ediyor sağolsun. Nikahımda söz vermiş-tim; “Dünya şampiyonu olacağım ve olimpiyat kazanacağım” diye. “İnşallah, bekliyorum zaten” de-mişti. Maçı canlı izlemesi, unutma-dığını gösteriyor, çok sağolsun…

- Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Rıza KAYAALP (Dünya Şampiyonu Mil l i Güreşçimiz)15

M. Rifat HİSARCIKLIOĞLUTOBB Başkanı

“Sizlerin yaptığı organizasyonlarla huzurlu ve güvenli bir şekilde vatandaşlarımız Hac ve Umre farizalarını yerine getiriyorlar.

İş bu sebeple yaptığınız işi çok önemsiyorum. Allah sizlerden ve

ekiplerinizden razı olsun.“

2019’da Gazi Mustafa Kemal Ata-türk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla başlayan, İstiklal mücadelesinin 100. yıl dönümün-deyiz.

1. Dünya savaşına 3 milyon kilo-metre kare büyüklükle giren Os-manlı Devleti, savaştan mağlup çıkınca, topraklarının yüzde 85’ini kaybetti. Anadolu’nun her köşesi ve hatta Osmanlı’nın üç başkenti; Bursa, Edirne ve İstanbul bile iş-gal edildi. Ordusu dağılmış, eko-nomisi çökmüş, ciddi bir sanayisi olmayan, yokluk içinde, ümitle-ri tükenmiş bir ülkede, tüm bu olumsuzluklara rağmen, istiklal mücadelesi verildi.

Eğer Mustafa Kemal önderliğinde Kurtuluş Savaşı kazanılmasaydı, Anadolu da elimizden çıkacaktı. Dolayısıyla bu toprakların hâlâ vatan kalmasını, 1919’da başlayan, 1922’de büyük zaferle sonuçla-nan ve 1923’te Lozan’da başarısı-nı dünyaya kabul ettiren, “İstiklal Harbine” borçluyuz.

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, bu vatan için şehit düşmüş tüm kahramanlarımızı, rahmetle, minnetle, saygıyla anı-yorum.

100 yıl sonra şimdi, ekonomik alanda bir istikbal mücadelesi ve-riyoruz. Dünya ekonomisi hassas bir dönemden geçiyor ve yavaş-lıyor. Dünyada 2019 yılının, 2018’e göre ekonomik açıdan daha zayıf geçmesi bekleniyor. Geçen sene ülkelerin yüzde 75’i, küresel can-lanmaya pozitif katkı sağlamıştı. Yani dünyanın yüzde 75’i bir şekil-de büyümeyi hissetmişti.

Oysa bu sene, ülkelerin yüzde 70’inde yavaşlama tahmin edili-yor. Yani dünyanın yüzde 70’inde büyüme oranları, geçen seneye göre daha az olacak.

Artan küresel korumacılık uygu-lamaları, Avrupa’da yükselen po-pülizm, Brexit sürecinin belirsizli-ği, Trump’ın tavırlarıyla alevlenen ticaret savaşları ve Çin’deki yavaş-lama, şu an dünya ekonomisini en çok etkileyen faktörlerin ba-şında geliyor.

ABD ile Çin arasındaki ticaret sa-vaşı aslında Türkiye olarak bize yeni fırsatlar da sunuyor. İki ülke arasındaki 100 milyar $’lık ticaret hacmi de bu fırsatı harekete ge-çirmek için bize gereken altyapıyı sağlayacak.

Ülkemizdeyse, Ağustos 2018’de

döviz piyasasında başlayan çal-kantı, hızla, ekonominin geneline yayıldı. İç piyasada iş hacmi düş-tü, nakit akışı azaldı, kredi akışı yavaşladı, tahsilatlar gecikti. Eko-nomide bir durgunluk dönemine girdik.

Hükümetimizin aldığı tedbirler-le, ekonomide büyümenin yeni-den başlaması bekleniyor. İşte tüm bu sıkıntılı dönemde, TOBB ve Oda-Borsa camiası olarak, üyemizin yanında olduk, hizmet etmeyi sürdürdük. Memleketim Kayseri’de ‘yakınma, yekin’ derler.

Biz yakınmadık, yekindik; yani harekete geçtik. Burada halkımı-zın merakla beklediği bir konuya da özel bir parantez açmak istiyo-rum. Cumhurbaşkanımız Sn. Re-cep Tayyip Erdoğan’ın bize verdi-ği görevle Türkiye’nin Otomobili projesini başlattık.

Şirket olarak aldığımız prensip kararı gereği çalışmalar sessiz, se-dasız ve yolunda ilerliyor. İnşallah tamamen elektrikli olacak aracın prototipinin ilk modelini yılso-nunda halkımızın beğenisine su-nacağız.

Önümüzde seçimsiz dönemi iyi değerlendirmeli, kesintisiz bir ic-

TOBB BA ŞK ANIRİFAT HİSARCIKLIOĞLU’NDANHURSAD’A ÖZEL AÇIKLAMALAR

17

raat dönemine çevirmeliyiz. Çün-kü Türk özel sektörü olarak biz is-tikrar sürsün, Türkiye reformlarla büyüsün arzusundayız. Rekabet gücümüzü artıracak yapısal re-formları arka arkaya hayata geçir-meliyiz.

Zira ekonomide atılacak çok adım, yapılacak çok iş var. Hükü-metimiz, attığı adımlarla bunun sinyalini verdi. Bakın dünya eko-nomisinde de yeni bir dönem başladı.

Düşük faizle ve bol sıcak paraya dayalı, kolay büyüme dönemi bit-ti. Türkiye gibi gelişmekte olan ül-keler, verimlilik artışlarına ve ino-vasyona dayalı, yeni ve farklı bir büyüme sürecine odaklanmak durumunda.

Bakanlıklarımız, bu konuda ilk adımları attılar. Yeni Ekonomi Programı, Yapısal Dönüşüm Adımları, Yargı Reform Paketi, İhracat Ana Planı, 2023 Sanayi ve Teknoloji Stratejisi açıklandı. Bu çalışmaları sürdürüp, genişlete-lim, uygulamaya başlayalım.

Yeni bir Türkiye hikâyesi ve yeni bir büyüme modeliyle, piyasalar-da güven artacak. Ülkemize kar-şı oluşturulmak istenen olumsuz algıların önüne geçilecek. Enflas-yon ve döviz kurları istikrara kavu-şacak.

Ekonomiye bir destek de, Avrupa Birliği katılım sürecini canlandır-maktır. AB, vatandaşlarımıza kar-şı vize uygulamasına son vermeli.

Gümrük Birliğini güncelleyecek müzakereleri, daha fazla ertele-meden, başlatmalıdır. İktisadi ve teknik konular, bazı Avrupa ülke-lerindeki vizyonsuz siyasi yakla-şımlara kurban edilmemelidir.

Siyasi reformların hayata geçi-rilmesinde öncü bir rol üstlenen Reform Eylem Grubu’nun, 2018 yılındaki başarılı çalışmaları, sür-dürmeliyiz.

Yargı ve Temel Haklar ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik fasıllarında atılacak adımlar, Vize Serbesti-si Diyaloğu için de çok önemli. Daha güçlü bir ekonomi için daha

etkin bir hukuk sistemine ihtiya-cımız var.

Ayrıca hukuk sistemini güçlendi-recek her adım ekonomiye des-tek verecek, yüksek teknolojili ve ihracat odaklı uluslararası yatı-rımları, ülkemize çekmemizi sağ-layacak.

Esasında tüm bunları yaptığımızı geçmişte gösterdik. Kişi başı geli-ri 3 bin doların altında, “orta sevi-ye bir ekonomi” olmaktan çıktık. Kişi başı geliri 10 bin doları geçen, üst orta seviye bir ekonomiye dö-nüştük.

2002’den itibaren aldığımız me-safenin önemini ve değerini hep akılda tutalım.

Şimdi yine önemli bir noktadayız. Çok işimiz var. Ama biliyoruz ki biz güçlü bir ülkeyiz. Bizler, “Hak ile sa-bır dileyip, akıl ve ahlakla çalışan”, Kadim Ahilik teşkilatının, günü-müzdeki temsilcileriyiz. Dün yapa-bildiysek, bugün de yapabiliriz.

İbn-i Haldun’un çok beğendiğim

Yargı Reformu Stratejisi Tanıtım Toplantısı

18

bir sözü var: Kalpleri müteferrik, yani “ayrılmış” olanların akılla-rı birleşmez. 82 milyon arasında güven ve birlikteliği artırmalıyız. İnsanlar birbirlerine güvenirlerse, birlikte iş yaparlar. Birlikte yapı-lan işlerin kıymeti de, başarısı da yüksek olur.

100 sene önce yokluk içinde, yok-sulluk içinde, işgal altındayken, Dumlupınar’da, Kocatepe’de is-tiklali, Lozan’da istikbali birlikte kazanmadık mı? Ankara’da Cum-huriyet’i birlikte ilan etmedik mi? Bizler, “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurta-racaktır” sözüyle yola çıkanların, bitmiş-tükenmiş bir devletin kül-lerinden, yeni bir devlet kurmayı başaranların çocuklarıyız. Bizim kökenimizde, ayrılık, gayrılık yok.

Doğduğumuz şehirler, inancımız, fikrimiz farklı olabilir ama bu ülke-

nin sorunları da, zenginliği de bizim. Türkiye hepimizin.

15 Temmuz Hain Darbe Girişiminin 3. Yıldönümünde;

Unutmadık, Unutturmayacağız

Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi de-mokrasisine ve hukuk devleti yapı-sına kasteden hain ve alçakça bir saldırıyı geri püskürterek şunu açık-ça göstermiştir: Gücünü sandıktan, yetkisini milletten almayan bir ida-reyi asla meşru kabul etmeyiz.

Demokrasi ve milletin iradesi dışın-da bir seçeneğe de boyun eğmeyiz.

15 Temmuz hem Türkiye siyaseti, hem de Türkiye ekonomisi için ta-rihi bir stres testi oldu. Milletin dira-yetiyle bu test başarıyla geçildi.

Demokrasimiz ve kurumlarımız kaba kuvvete teslim olmayacak kadar olgunlaştıklarını kanıtladı. Devlet içinde illegal örgütlenen FETÖ çetesi ortaya çıkarıldı. Darbe heveslilerine karşı ortaya konan milli direniş sayesinde gelecekte benzer kalkışma girişimi içinde olabileceklerin önüne set çekildi.

FETÖ kaynaklı bu hain darbe giri-şiminin ortaya çıkmasıyla birlikte, TOBB ve Oda-Borsa camiası ola-rak tepkimizi ilk anda ortaya koy-duk.

Darbe girişimine karşı ilk hareke-te geçen, ilk inisiyatif alan meslek örgütü olduk. Daha darbe bildi-risi okunur okunmaz, gece saat 00:22’de çıktık dedik ki; “Milletin iradesi ve demokrasi dışında hiç-bir iradeyi tanımıyoruz. Gün de-mokrasiye sahip çıkma günüdür”.

365 Oda ve Borsamızla birlikte 81 il ve 160 ilçede eş zamanlı olarak darbeye karşı tepkimizi gösterdik. “Demokrasi Vazgeçilmezimiz, Milli İrade Gücümüz, Kardeşliğimiz Ge-leceğimizdir” dedik.

Sonrasında 81 ildeki Odalarımız ve Borsalarımız ilk günden itibaren Demokrasi Nöbetlerinde aktif bir şekilde yer aldı. Ayrıca 15 Temmuz Şehitleri Dayanışma Kampanyası-na en fazla katkıyı da TOBB, Oda-lar ve Borsalar sağladı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hâ-kimiyet, kayıtsız şartsız milletin-dir” ilkesini şiar edinen TOBB ve Oda-Borsa camiası olarak demok-rasiyi savunmaya devam edece-ğiz. Devletimizin yanında, milleti-mizin emrinde olacağız. Ülkemizin birliğine, kardeşliğimize

19

ve demokrasimize karşı olanların da karşısına dikileceğiz. Çünkü devletimiz ve ülkemiz var oldukça biz de varız. Demokrasi varsa he-pimiz varız.

100 sene kahraman ecdadımız “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diye-rek İstiklal Harbinin adeta ilk kıvıl-cımını yakmıştı. 15 Temmuz 2016 gecesi aynı ilkeyle ve birlikte ha-reket eden Türk Milleti bir büyük felaketin önüne geçmiş oldu.

Türk iş dünyası olarak, aynı ruh, aynı inançla çalışmayı sürdürüyo-ruz. Türkiye’nin dünyanın en bü-yük ekonomileri arasında yerini almasını ve lider ülke haline gel-mesini de, yine hep birlikte çalışa-rak sağlayacağız.

Kutsal Topraklar ve HURSAD

Hac, müminin hayatının en önem-li miladıdır. Takvayı kuşanma ve ömür boyu Allah’ı anma şuuruyla yaşama gibi çok büyük manevi kazanım imkânları sunan bu kutlu yolculuk, müminin, hem kendi iç dünyasına, hem mümin kardeşle-rine ve hem de tarihe doğru ger-çekleştirdiği bir seferdir.

Müminin hayatı açısından Hac,

aslında Kâbe’de noktalanıp biten bir yolculuk değildir. Bu yolculuk onun Rabbine doğru çıktığı bir yolculuktur.

Kâbe’ye varınca onun etrafında başlanan tavaf adeta bunun sim-gesi gibidir. Bu dönüşler ile sanki

başka bir dünyaya geçiş yapıl-maktadır.

Bunun içindir ki Kâbe hedef de-ğil, belki sonsuzluğa giriş kapısı gibidir. Hac yolcusu, bu hedefe ulaşabilmek için tertemiz duygu-larla ve sırf ibadet aşkıyla bu kutlu yolculuğa çıkar, bu güzel niyet ve duyguları manevi ve ahlaki haya-tının gelişiminde bir dönüm nok-tası haline gelir.

Kutsal topraklara gittiğimde şüp-hesiz her Müslüman gibi tarifsiz duygular yaşadım ben de. Allah her Müslümana kutsal toprakları görmek için imkân versin, imkânı olanlara da gitme kolaylığı versin. İslam’ın beş esasından biri olan bu büyük ibadeti eda etmek için gittiğimiz kutsal topraklarda et-tiğimiz duaları Allah kabul etsin inşallah.

Dinimiz açısından son derece önemli olan Hac ve Umre için va-tandaşlarımıza sunduğunuz hiz-metler için öncelikle çok teşekkür ediyorum sizlere.

Sizlerin yaptığı organizasyonlar-la huzurlu ve güvenli bir şekilde vatandaşlarımız Hac ve Umre fa-rizalarını yerine getiriyorlar. İş bu sebeple yaptığınız işi çok önemsi-yorum. Allah sizlerden ve ekipleri-nizden razı olsun.

Allah gönlümüzü zengin, eme-ğimizi ve kazancımızı bereketli, milletimizin birliğini, dirliğini ve kardeşliğini daim kılsın.

Yolumuz, bahtımız açık olsun.

Allah, yar ve yardımcımız olsun.

20

Melih Cem Kılıç

Güncel EğilimlerMüslüman ülkelerdeki turizm ve ağırlama endüstrisi, birçok gayri-müslim turisti çekmeyi amaçlasa da Arap ve Müslüman gezginlerin sayısının artması ve petrol ülkele-rinden gelen yüksek satın alma

gücü, sektörü doğrudan Müslü-man turistlerin ihtiyaçlarını karşı-layacak şekilde Helal Turizm ko-nusunda motive etmektedir.

Başka bir deyişle, Müslüman gez-ginler, özellikle Körfez bölgesinde, önemli bir hedef pazar haline gel-miştir. Sonuç olarak, Helal Turizm,

İslami kurallara dayanan yeni bir kavram olarak ortaya çıkmıştır.

Shakiry (2007), “Helal Turizmi, İslam’ın ahlaki ilkelerini benim-seyerek, geleneksel olanın yanı sıra turizmin yeni boyutlarını da ön plana çıkaran bir pratik” olarak tanımlamaktadır.

‘Helal Turizm’in odağındaki orta ve üst gelir grubu Müslüman aileler, ge-lenekçi ve ortak kültürü bir güvenlik kaynağı olarak görmekte ve kısa se-yahat mesafesini çekici bulmaktadırlar. Ancak ulaşımın teknolojik geliş-melerle birlikte kolaylaşması ve Türkiye’nin Müslüman coğrafyasındaki etkinliğini arttırması ile birlikte Helal turizm, körfez ülkelerinden İstanbul’a doğru genişleme trendindedir.

HELAL TURİZM’DEGÜNCEL EĞİLİMLER

Buna göre, birçok turizm firması, İslami kuralları uygulamaya koy-makta ve helal turizme yatırım yapmaktadır. Helal turizm, Or-tadoğu demografisine, özellikle de muhafazakâr gelenekleri ve alışkanlıkları olan, İslami öğre-tiler için arzu sahibi olan Körfez ailelerini hedef kitlesi olarak al-maktadır.

Helal turizm, alışıldık turizm faa-liyetlerinin merkezinde bulunan gece hayatı ve alkol tüketimi gibi maliyetlerden sıyrıldığı için bu alanlardaki tasarrufunu farklı alanlara aktarmakta ve bolluk-tan zevk alan bir tatilci kitlesine hitap etmektedir.

‘Helal Turizm’in odağındaki orta ve üst gelir grubu Müslüman ai-leler, gelenekçi ve ortak kültürü bir güvenlik kaynağı olarak gör-mekte ve kısa seyahat mesafe-sini çekici bulmaktadırlar. Ancak ulaşımın teknolojik gelişmelerle birlikte kolaylaşması ve Türki-ye’nin Müslüman coğrafyasında-ki etkinliğini arttırması ile birlikte Helal turizm, körfez ülkelerinden İstanbul’a doğru genişleme tren-dindedir.

Bununla birlikte Dubai yatırım ajansları, turizm sektöründeki bölgesel yatırımlardan yararlan-mak amacıyla, giderek daha po-püler hale gelen İslami otellerin tanıtımı yoluyla ‘Helal Turizm’ine yatırım yapmaktadır. Bu tür mer-kezlerde yalnızca helal yiyecekler ve alkolsüz içecekler sunulur ay-rıca sadece kadınların bulunabi-leceği özel alanlar oluştururlar.

Dubai merkezli bir konaklama grubu olan Almulla Hospitality, Ekim 2007’de dünyanın ilk İslami geleneklere uyumlu otel portfö-yünü başlatmıştır. Cliftonwood, Adham ve Wings gibi üç marka-yı barındıran bu porföy Tablo 1’de gösterilen evrensel İslam kural-ları çerçevesinde faaliyet göster-mektedir.

Tablo 1. Almulla Otelcilik İslami Kuralları

Alkol servisi yapılmaz

Gece kulüpleri gibi eğlence mekanları bulunmaz

Helal yemek servis edilir, domuz eti yasaktır

Bekar erkekler için erkek personel ve kadınlar için kadın personel ve aileleri çalışır

Seminerlere ve vaaz oturumlarına ev sahipliği yapan kurum içi dini figürler yer alır

Geleneksel üniformalar tercih edilir

Kur’an-ı Kerim, dua kitapları ve tesbih gibi dini eşyalar her odada bulunur

Mekke yönünü gösteren kıble işaretleri yer alır

Personel, ağırlıklı olarak Müslümanlardan oluşturulur

Spor salonları gibi ayrı sağlık tesisleri yer alır

Cinsiyetlere ayrılmış mescitler bulunur

Muhafazakar TV kanalları tüketiciye sunulur

Tuvaletler kıble yönünde olamaz

Sanatsal ürünlerde insan tasviri bulunamaz

Yataklar, Kıble’yi göstermez

Kaynak: Almulla Otelcilik Kurum Kültürü (2008)

Bir sonraki bölümde helal turizm ile ilgili Müslüman bir ülke olarak Malezya ve Müslüman olmayan bir ülke olarak Japonya’nın çalışmaları incelenecektir.

Almulla Otelcilik bünyesinde yer alan Dubai’deki Holiday Inn Express Hotel

22

11 Eylül olayından bu yana, Malez-ya, Müslüman turistler için en uy-gun destinasyon noktalarından biri haline geldi. (Hamzah, 2004) .

Batı’da Müslüman turistlere uy-gulanan yasalar gittikçe katı-laştığı için Müslüman gezginler, seyahat hedeflerini Doğu’ya kay-dırmışlardır. 2014 yılında toplam 5,59 milyon olarak belirlenen Müslüman turistin %11’inin Ma-lezya’ya geldiği tahmin edilmek-tedir.

Malezya’daki Müslüman turist pazarı 2001’den bu yana yüksek ve tutarlı bir büyüme göstermiş-tir. (Mohd Salleh, Othman, Mohd Noor ve Hasim, 2010).

Bu başarı özellikle Orta Doğu’dan Müslüman turistleri Malezya’yı ziyaret etmek için yapılan yo-ğun turizm promosyonlarından kaynaklanmaktadır. Orta Doğu turistleri, Malezya turizm endüst-

risinde cömert harcama davra-nışlarından dolayı kazançlı ve önemli bir niş Pazar oluşturmak-tadır. (Mohamad Taiyab, 2009; Risi, 2012).

Örneğin, UNWTO, her bir Orta Doğulu turistin tatilde ortalama 14.000 USD harcadığını, diğer turistlerin ise Malezya’ya yaptığı her ziyarette ortalama yalnızca 551 USD harcadığını belirtmiştir. (Risi, 2012).

Orta Doğu Müslüman turist pa-zarını tatmin etmek amacıyla hükümet, Orta Doğu kültürlerini ve yemeklerini canlandıran, Arap dilindeki tabelaları yaygınlaştıran, restoranlarda çok dilli menü olan “Ain Arabia” (Arabasitan Gibi) kampanyasını başlatmıştır.

Turist bilgilendirme broşürü, Arapça konuşan personelin otel-lerde çalıştırılması, tur acenteleri ve alışveriş kompleksleri gibi faa-

liyetlerle de promosyon kampan-yaları desteklenmiştir. (Shafaei ve Mohamed, 2015).

Büyük resme bakıldığında, Ma-lezya, turizm malzemeleri, ürün-leri ve hizmetlerinin çoğunda zengin İslami değerler sunarak kendisini popüler bir İslami tu-rizm ülkesi olarak konumlandır-maktadır.

Bu, Malezya’nın hemen hemen her yerindeki Helal gıdaların mev-cudiyetini, zengin İslam mirası ve kültürünü, dost canlısı Müslüman nüfusu ve İslami seyahat zengin-liğini göstermektedir. (Shafaei ve Mohamed, 2015).

Müslümanlar, gittikleri her yerde sıkı bir diyet uygulamak zorunda olduğu için, helal yiyecekler, yurt-dışında stressiz bir tatil geçirme-sine katkıda bulunan üç önemli unsurdan biridir (Battour, Battor ve Mohd Nazari, 2012).

Vaka 1. MUHAFAZAKÂR OLMAYAN MÜSLÜMAN BİR ÜLKEDE

HELAL TURİZM İÇİN ÇOK ÇEŞİTLİ IRKSAL, KÜLTÜREL VE DİNSEL YAPIYI

DENGELEMEK:

MALEZYA

Mohd Salleh, N. H., Othman, R., Mohd Noor, A. H. S., & Hasim, M. S. (2010). Malaysian tourism demand from the Middle East market: A preliminary analysis. Jurnal Anta-

rabangsa Kajian Asia Barat, 2(1), 37–52.

Hamzah, A. (2004). Policy and planning of the tourism industry in Malaysia. Paper presented at The 6th ADRF General Meeting, Bangkok, Thailand

Mohamad Taiyab, M. (2009). International Islamic tourism and halal week.

Risi, M. (2012). International tourism receipts surpass US$ 1 trillion in 2011. UNWTO world tourism barometer.

23

Bu nedenle, 2010 yılında Malezya otelleri en azından ortak restoran için Helal sertifikası almaya teşvik edilerek Müslüman turistleri mem-nun etmek amacıyla otellerdeki Helal restoranlarda daha yüksek bir standart oluşturmuştur. (Abdul Hamid, 2010).

Bununla birlikte, helal yiyecek sağ-lamak, nüfusun %60’ı Müslüman olduğu için Malezya için büyük bir zorluk değildir.

Turistler, Malezya’daki kaliteli resto-ranlarda yemek yemek için sokak tezgahlarında helal yiyecek bulabil-mektedir.

Konaklama açısından muhafazakâr olmayan bir İslam ülkesi olarak Ma-lezya, Müslüman turistlerin rahatı için geniş bir yelpazede İslami ko-naklama imkânı da sunmaya baş-lamıştır. Müslüman dostu oteller, otellerin sağladığı en geniş kap-samlı İslami değerleri temsil eden üç kategoriye ayrılmıştır. (Md Sal-leh, 2014).

Tablo 2’de, Malezya’daki mevcut Müslüman dostu otel seviyelerini göstermektedir.

Tablo 2. Malezya’da Müslüman Dostu Otel Seviyeleri

Tip

TemelHelal yemek, alkolsüz mekan, kıble işaretleri, seccade, abdest çeşmesi

OrtaHaremlik ve Selamlık alanlar, uygusuz eğlence mekanlarının bulunmaması, Cami, Dini Rehber

GenişletilmişZekât Sayacı (Yapılan harcamaya göre zekât miktarının takip edilmesi), İslami broşür, dersler, kat seviyesinde Ezan, İslami turizm paketleri

Ayrıca Malezyalı yetkililer, Müs-lüman turistlerin alışveriş de-neyimini geliştirerek turizmin gelişmesini kolaylaştırmaya çalışmaktadır. Örneğin, Malez-ya’daki alışveriş merkezlerinde mescit, abdesthane ve helal restoranlar sağlaması bir gerek-liliktir. (İslami Turizm Merkezi, 2015).

Yerel yönetimler tarafından be-lirlenen kurallar ve düzenleme-ler hizmet kalitesini iyileştirmiş ve turistlerin Malezya’da alışve-riş yapması için rahatlık sağla-mıştır.

Kuala Lumpur’daki başlıca alış-veriş komplekslerinin, Orta Doğulu turistlerin kolaylığı için Arapça dilinde yazılmış tabela-ları vardır.

Bununla birlikte, parklarda, müzelerde ve tarihi mekanlar-da turistlerin ihtiyaç duyduğu yerlerde Müslümanların ihtiyaç duyduğu olanakların bulunma-dığı görülmektedir.

Dünyada seyahat eden Müslü-manların sayısı her geçen gün

artmaktadır ve turizm pazarın-da Malezya turizm endüstrisinin Müslümanlara yönelik çalışmala-rı, diğer ülkeler için iyi bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. (Md Salleh, 2014).

Daha fazla Müslüman turistin il-gisini çekmek için İslami turizm ile ilgili tesislerin iyileştirilmesi önemlidir.

Oteller, restoranlar ve turistik yerler gibi tüm ilgili alanlarda sağlanan kaliteli turizm hizmet-lerinin arttırılması, Müslüman turistlerin ihtiyaçlarını karşıla-ma, ziyaretleri tekrarlama ve ülkelerin olumlu bir imaj oluştu-rabilmeleri gibi olumlu etkilere sahip olacaktır.

Sky Bridge - Langkawi

Maleka Boğaz Camii - Malaka Adası

Shafaei, F., & Mohamed, B. (2015). Malaysia’s branding as an Islamic tourism hub: An assessment. GEOGRAFIA Online Malaysia Journal of Society and Space, 11(1), 97–106.

Battour, M., Battor, M., & Mohd Nazari, I. (2012). The mediating role of tourist satisfaction: A study of Muslim tourists in Malaysia. Journal of Travel & Tourism Marketing,

29,279–297.

Md Salleh, N. Z. (2014). Establishing the Shariah-compliance hotel from the Muslim needs perspective. Theory and practice in hospitality and tourism research. Croydon,

United Kigndom: CRC Press Taylor & Francis

24

Japonya’da turizm, 2014 yılında Singapur’dan biraz daha fazla ol-mak kaydıyla, 12 milyon yabancı ziyaretçi çekmiştir. (Banka, 2013).Japonya’da Himeji Kalesi ve Eski Kyoto’nun Tarihi Anıtları dahil 16 Dünya Miras Alanı bulunmaktadır.

Son üç yılda yabancı turist sayı-sının 2012 yılında 8,3 milyondan 2013’te 13,4 milyona yükseldiğini de not etmek gerekir. Japonya için, Müslüman turistler genellikle Malezya ve Endonezya’dan gel-mektedir.

Tablo 2, 2014 yılında Malezya ve Endonezya menşeli pazarın Ja-ponya’ya doğru sırasıyla %34,4,

%24 ve %29,4 oranlarında arttığını göstermektedir.

Özellikle 2012 yılında Malezya’dan gelen turist sayısı %59,7 ve Endo-nezya’dan %63 arttığının altını çiz-mek gerekir.

Bu toplamın oluşmasında, Ja-pon Yeni’nin değer kaybetmesi ve Malezya ile Endonezya vatan-daşlarının Japonya’ya yapacak-ları ziyaretler için uygulanan vize muafiyeti anlaşmalarının etkisi büyüktür. (Japonya, 2014).

Vaka 2. MÜSLÜMAN OLMAYAN BİR DESTİNASYONDA

HELAL TURİZM GELİŞİMİ:

JAPONYA

Kōbe Camii - Kobe-shi

Japonya’ya Gelen Yabancı Turist Sayısı

Yıl Toplam Yabancı Turist Sayısı

% Malezya’dan Gelen

% Endonezya’dan Gelen

%

2011 6,218,752 - 81,516 - 61,911 -

2012 8,358,105 34,4 130,183 59,7 101,460 63,9

2013 10,363,904 24 176,521 35,6 136,797 34,8

2014 13,413,567 29,4 249,534 41,3 158,688 16Kaynak: Japon Ulusal Turizm Örgütü

Islamic Tourism Centre (2015). Grab a bigger slice of Muslim market. Retrieved 12 April 2015 2015, from http://itc.gov.my/itc-news/grab-a-bigger-slice-of-muslim-

tourismmarket/.

Abdul Hamid, I. (2010). Islamic compliance in hotel and restaurant business. Paper presented at the Asia-Euro Conference: Transformation and modernisation in tourism, hospitality and

gastronomy.

25

Japonya Ulusal Turizm Örgütü’ne göre, Japonya’yı başta Malezya ve Endonezya vatandaşlarından olmak üzere 2011’de 150.000; 2012 250.000, 2013’te 320.000 ve 2014’te 500.000’den fazla Müslü-man turist ziyaret etmiştir. Müs-lüman turistlerin sayısının her yıl artması, Japonya’yı ‘Helal Tu-rizm’in önemli pazarlarından biri-ne dönüştürmektedir.

Kuşkusuz bu başarının ardında, Japonya’nın Müslümanlar için konforlu bir turizm deneyimi sunmasının katkısı çok büyüktür. Müslüman turistlerin havaalanın-da ve seçkin alışveriş kompleks-lerinde rahatlığını sağlamak için dua odaları kurulmuş, helal yiye-cek gibi Müslüman turistlerin te-mel ihtiyaçları karşılanmıştır. Ör-neğin; hem Narita hem de Kansai Uluslararası havaalanlarında, Müslümanlar için dua odaları yer almaktadır. Ayrıca Udon ve Ra-men gibi popüler Japon yemek-leri, Müslüman turistlerin Japon yemeklerini değerlendirebilme-leri için helal sertifikası almıştır. (www. halalmediajapan.com)

Bunun yanı sıra Japon Turizm Bakanlığı, mobil teknolojiyi de

kullanarak Müslümanların helal yemek restoranlarına ulaşabilme-leri için mobil uygulamalar da ge-liştirmiştir.

Ancak Japon turizminde doğal güzellikleri ve zengin doğu kültü-rüyle öne çıkan Akita Prefecture gibi kırsal alanlarda hâlâ İslamî tesisler oluşturulmamıştır. Bu-nun sebebi, İslami bilginin sınırlı olarak bilinmesidir. Japonya’da mevcut olan birçok helal stan-dardı, Japonya Müslüman Birliği ve STK’ların yanısıra kâr odaklı şirketler tarafından da takip edil-mektedir. Helal sertifika danış-manları, helal sertifikanın nasıl

alınacağı konusunda ise daha fazla kafa karışıklığı yaratmakta-dır. Bu sebeple, otel ve restoran-larda Helal sertifikasının alınması yavaştır, çünkü Helal sertifikasını almak için şartlar zor ve bu stan-dardın bir danışmandan diğerine göre farklı olduğu görülmektedir. Ek olarak, dil engeli Japonya’da-ki Müslüman turistleri ağırlamak için de bir zorluktur. Kırsal kesim-deki Japonlar, ana dili olan Japon-ca ile iletişim kurduklarından, tu-ristler için bilgi edinme süreci zor görünmektedir.

Şu anda, İngilizce iletişim kurabi-lecek sınırlı sayıda tur operatörü bulunmaktadır. Bu nedenle, İngi-lizce bilgisini Japonya’da seyahat ederken, Müslüman turistlere yar-dım etmek için sosyal medyada, seyahat web sayfasında ve mobil uygulamalarda kullanılabilir.

Japonya’da Helal turizm, dün-yadaki Müslüman nüfusun art-ması ve Müslümanlar arasında yurtdışına seyahat etme eğilimi nedeniyle büyük bir potansiyele sahiptir. Helal yiyecek tüketmek, seyahat sırasında bile Müslüman için bir zorunluluk olduğu için, Japonya’da, İslami turizmi sürdür-mek için, helal yiyeceklerin büyük ve küçük şehirlerde kullanılabilir hale getirilmesi zorluğuyla baş et-mek zorundadır.Itsukushima Kapısı - Itakuma

26

MÜSLÜMAN GEZGİNLERİN PAZAR DAVRANIŞLARI

Helal seyahat pazarının hızlı büyümesini şekillendiren yedi anahtar faktör:

• Artan Müslüman Nüfus: Müslümanlar, dünyadaki en hızlı büyüyen dini grup olmaya devam ediyor. Yer yüzünde yaklaşık olarak her dört kişiden biri Müslüman. Özellikle Asya Pasifik böl-gesindeki uygulamalar sa-yesinde, 2050 yılında her üç kişiden birinin Müslüman ol-ması ve Müslüman nüfusun yaklaşık olarak 2,8 milyar olacağı tahmin ediliyor.

• Büyüyen Orta Sınıf / Har-canabilir Gelir: Müslüman Orta sınıf, Körfez ülkeleri, Endonezya ve Malezya gibi büyük Müslüman nüfuslu destinasyonlarda yüksel-meye devam ediyor. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da yetişen, yetenekli Müslü-man profesyonellerin sınıfı ve dünyadaki kentli kadın Müslümanların artması gibi diğer gelişmeler, bu büyük Müslüman tüketici tabanın-da daha güçlü bir ekonomik etkiye yol açacaktır.

• Genç Nüfus: Müslümanlar, 2015’te ortanca yaşı 24 olan

diğer tüm büyük dini grup-lar arasında en genç kesim-dir. Halihazırda ebeveyn de olmaya başlayan bu genç yetişkinler, gelececeğin mi-safirperverlik standartlarını şekillendiriyor.

• Seyahat Bilgilerine Erişi-min Artması: Sosyal medya önemli bir rol oynamaya de-vam ediyor. Bununla birlikte her destinasyon noktasında Müslüman gezginlerin ihti-yaçları ile ilgili seyahat bilgi-lerini paylaşan uygulamalar yaygınlaşıyor. Teknolojik de-ğişim hızla devam edecek, araştırmaya ve yeniliğe yatı-rım yapan destinasyonlar ve hizmetler belirgin bir avan-taja sahip olacak.

• Müslüman Dostu Seyahat Hizmetleri ve Tesislerinin Kullanılabilirliğinin Arttı-rılması: Müslüman seyahat pazarının büyümesinin art-masıyla birlikte, birçok işlet-me, Müslüman gezginlerin ihtiyaç duyduğu ürün ve hiz-metleri kendi işlerine haliha-zırda adapte etmiş durum-da. Bu erdemli döngünün bir sonraki önemli aşaması ise Müslüman Gezginler için

ürün ve hizmetleri daha da farklılaştırmak ve yeni dene-yimler tasarlamak olacaktır.

• Ramazan Seyahati: Rama-zan artık birçok destinasyon için okulların tatil dönemine denk gelmiyor olsa bile, kut-sal ay boyunca benzersiz Ra-mazan deneyimleri arayan gezginlerin sayısı artmaya devam edecek. Bu dönem-de Umre gezisinin popüler-liği ve iş gezilerindeki artış, Ramazan seyahatlerinin po-pülerliğine de katkıda bulu-nacaktır.

• İş Seyahati: Endonezya, Malezya ve Türkiye gibi bü-yüyen ekonomiler ile Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (GCC) ekonomileri temsil eden çoğu Müslümanın oluştur-duğu güçlü kalkınmanın kü-resel etkileri olacak. Yeni iş fırsatlarının ortaya çıkması ve işgücüne yeni katılan Müs-lüman profesyoneller (hem erkekler hem de kadınlar), MICE (Toplantılar, Teşvikler, Konferanslar ve Etkinlikler) sektöründen Müslüman iş gezginleri de bu bölümün sağlıklı ve karlı büyümesine katkıda bulunacak.

27

TÜMSİAD Başkanı Yaşar DOĞAN, Der-gimize Türk Ekonomisiyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Merkez Ban-kası’nın para politikası, Hazine ve Ma-liye Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladı-ğı “Yeni Ekonomi Programı”, 2020 yılı büyüme hedefi ve Türk Sanayisi için büyük önem arz eden “Endüstri 4.0” süreci… Tüm bunları sorduk, TÜMSİAD Başkanı Yaşar DOĞAN yanıtladı…

- TÜMSİAD olarak İş Dün-yası’na katkınızı anlatır mısınız?

Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel Başkanı): TÜMSİAD olarak kuru-luş amacımız; ülkemiz için üre-ten, istihdam eden, katma değer sağlayan; KOBİ’lere markalaşma, inovasyon, katma değeri yüksek üretim için öncü olmak ve aynı zamanda iş kadar sosyal sorum-luluk projelerine de yönelmek, AHİ geleneğinden irfan sahibi iş adamları kuşağı yetiştirmek ve kadim medeniyetimizin iş ahla-kıyla ticaret yapmak oldu.

Geride bıraktığımız 14 yıl boyun-ca her zaman işveren kadar işçi-lerimizin de sosyal hak ve refahı-nı ön planda tuttuk.

Üyelerimizi de bu konuda her za-man teşvik ettik.

TÜMSİAD, kuruluş amacına uy-gun olarak milletimize samimi bir şekilde hizmete devam edecektir.

- TÜMSİAD’ın Türk Ekonomi-sindeki rolü nedir?

Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Ge-nel Başkanı): Son yıllarda dünya genelinde yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmeler ülkemizin de içinde bulunduğu global ticaret ağlarını etkiledi.

Hepimizin malumu olduğu üze-re yakın ve uzak coğrafyamızda ortaya çıkan siyasal, küresel ve ekonomik krizler ile Türkiye’ye yönelik algı değiştirme operas-yonlarına rağmen ülke ekono-mimiz buna kuvvetli bir direnç göstermiştir.

2023 Vizyonun da hedeflenen değerlere ulaşılması istikrar ile mümkündür.

Demokrasi ve milli irade ile eko-nomi arasında hassas bir ilişki vardır. İstikrarın sürdürülebilir ol-madığı bir ortamda ekonominin güçlü olması ve büyümesi bekle-nemez.

Bunun farkında olan TÜMSİAD, KOBİ’lerini çeşitli sektörel küme-lenmelerle ve ticari eğitimlerle bir araya getirerek hem üretimi-ne katkı sağlamakta hem de KO-Bİ’lerimize inovasyon ve katma değeri yüksek üretimde öncülük etmektedir.

- Türkiye’nin 2023 hedefleri göz önüne alındığında eko-nomide atılması gereken adımlar nelerdir? Şu anda yapılanlar yeterli midir?

Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel Başkanı): 2023 hedefleri için fir-malarımızın dönüşümlerinin ye-terli olmadığını düşünüyoruz.

“ENDÜSTRİ 4.0” SÜRECİ KAÇIRILMAMALI

“Endüstri 4.0” Süreci Kaçır ı lmamalı28

Bunun için bölgesel kalkınma dinamiklerini göz önünde bu-lundurarak; sektör, pazar ve ürün çeşitlendirmesine gidilmeli, tek-noloji ve altyapı olanaklarını artı-rarak üretim yapılarını yenileme-leri gereklidir. Özellikle “Endüstri 4.0” olarak adlandırılan sürecin kesinlikle kaçırılmaması gereki-yor. Aksi takdirde uluslararası re-kabette elimizi güçlendirmemiz zor olacaktır.

- Gelecek yıl ile ilgili eko-nomiden beklentileriniz nelerdir? Ekonomide bü-yüme bekliyor musunuz?

Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel Başkanı): 2019 yılı hem ülkemiz için hem de dünya için zor bir yıl oldu. ABD ve Çin arasındaki tica-ret savaşları küresel ekonomik sisteme sıkıntılar yaşattı. Ülkemiz özelinde ise seçim ve kur saldırıla-rı ekonomimizi olumsuz etkiledi.

Merkez Bankası’nın uygulamış olduğu faiz indirimlerini çok ye-rinde ve önemli bulduk. Bu duru-mun özellikle inşaat ve otomotiv sektöründe çarpanları ile birlikte piyasada bir hareketlilik yaşattı.Şu an piyasalarda bir dengelen-me söz konusu ve biz 2020 yılının bir dengelenme yılı olacağını dü-şünüyoruz.

Hazine ve Maliye Bakanımız Sa-yın Berat Albayrak’ın açıkladığı üç yıllık Yeni Ekonomi Programı (YEP)’nın önümüzdeki yıl gerek büyüme rakamlarını gerek enf-lasyon rakamlarını gerekse işsiz-lik rakamlarını olumlu yönde etki-lemesini bekliyoruz.

- Türkiye’nin yeni bir sa-nayi devrimine ihtiyacı var mı?

Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel Başkanı): TÜMSİAD olarak En-düstri 4.0’ı sürekli dile getiriyo-ruz. Çünkü üretim süreçlerinde nitelikli ve bütüncül dönüşüm anlamına gelen Endüstri 4.0 ta-sarrufu mikro ve makro ölçüde artıracak ve toplumsal refahımı-za çarpan etkisi yapacaktır. Bilgi-nin ve teknolojinin hızla yayıldığı günümüzde işletmelerimizin uluslararası rekabette avantaj sağlayabilmeleri son derece önemlidir.

- Türkiye sanayi alanında hangi atılımlar yapmalı?

Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel Başkanı): Öncelikle gerek sanayi

gerekse diğer alanlarda nitelikli üretime geçmemiz gerektiğini düşünüyoruz.

Bizim öncelikli hedeflerimiz katma değer artışı ve küresel piyasalarla tam ve kesintisiz en-tegrasyon olmalı. Bizim öncelikli şiarımız katma değer olmalı.

- Türk Ekonomisi’ne yıllar-ca operasyon çekildi. Son olarak döviz kurları üzerin-den bir operasyon yapıldı. Bu durumu nasıl değerlen-diriyorsunuz?

Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel Başkanı): Döviz kurlarının son dönemde hızlı artışı suni olarak görünüyor. Bu kadar kısa sürede bu derece artış yaşanması faiz lobisinin icraatlarını bir kez daha ortaya koyuyor. Türkiye’nin son

“Endüstri 4.0” Süreci Kaçır ı lmamalı29

10 yılda gerçekleştirdiği ekono-mik performans paradan para kazanan global sermaye odakla-rını ciddi anlamda rahatsız etti. Devletimiz bu oyunlara karşı hızla politika üretiyor. Türk Lirası kullanımının yaygınlaştırılması bu politikalardan bir tanesi. Biz inanıyoruz ki Türk Lirası güçlenirse KOBİ’ler güçlenir. İç piyasada; yatırımlar artar, dış pi-yasada; uluslararası rekabet gü-cümüz artar. Bu hem milli bir bi-linçtir hem de ekonomiye sahip çıkmaktır. Çünkü milli egemen-liğimizin bir sembolü de kendi para birimimizdir.

- 15 Temmuz gecesi ül-kemiz, tarihinin en büyük ihanet girişimlerinden bi-rine sahne oldu. Ülkenin hem siyasi hem de ekono-mi bekası hedef alındı. Bu konudaki görüşleriniz ne olacak?

Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel Başkanı): 15 Temmuz gecesi ül-kemiz, tarihinde hiç yaşamadığı hain bir girişimle karşı karşıya kalmıştı.

Türkiye’nin büyümesinden ra-hatsız olan güçlerin içerdeki hain FETÖ terör örgütü ile birlikte devletimizin Reisi Cumhuruna, milletimizin bütünlüğüne ve is-tikbalinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak sergilediği bu işgal girişimi, milletin sinesinde sön-dürülmüş ve Türkiye, geleceğine sahip çıkmıştır.

O uzun gece ve devamında bü-tün vatan evlatları gibi bizim de teşkilatlarımız ve gönül dostları-mız Türkiye’nin her noktasında canı pahasına olması gereken yerde yani “Cumhur”un ve başka-nının yanında yerini alarak duru-şunu sergilemiştir.

- HURSAD 300’den faz-la Hac ve Umre Seyahat Acentası üyesiyle Türki-ye’nin kendi dalında en büyük STK’sı durumunda. HURSAD hakkında düşün-celerinizi öğrenebilir miyiz?

Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel Başkanı): TÜMSİAD üyelerimiz arasında bulunan birçok hac ve umre acentamızın da HURSAD

üyesi olması nedeniyle çalışma-larınız hakkında bilgi sahibiyim. Kuruluş amaçlarınız doğrultu-sunda ilerlemeye devam etme-niz durumda inanıyorum ki hem sektöre hem de vatandaşlarımı-za önemli hizmetleriniz olacaktır.

- Hac ve Umre organizas-yonlarının daha iyi yapı-labilmesi için önerileriniz nelerdir?

Yaşar DOĞAN (TÜMSİAD Genel Başkanı): HURSAD AKADEMİ ile başlattığınız vatandaşlarımızın kutsal yolculuklarda bilinçlen-dirilmesi yönelik uzaktan eği-tim programlarının daha geniş kitlelere ulaşması durumunda, vatandaşlarımızın görevlerini bilinçli yapmaları sağlanacaktır. Bununla birlikte, acentalarımızın artan hizmet kalitelerinin yanın-da personel eğitimlerine yönelik yapılacak çalışmaların da acen-talarımızı daha ileriye taşıyacağı düşüncesindeyim.

“Endüstri 4.0” Süreci Kaçır ı lmamalı30

KÂBE’Yİ GÖRDÜM

Kâbe’yi Gördüm

Açıkçası yol üzerinde durup da ihrama girene kadar her şey sanki son anda bozuluverecek bir hayal gibiydi. Ancak, bembeyaz giyinip servis aracına geçtiğimizde durumun ciddiyetini kavradım… Artık kefenlerimiz üzerimizdeydi.

Onlarca kefenli insan. Her biri birbirinin aynı. Hiç birimizin bir diğerinden farkı yok. Telbiye, tekbir ve Salavat-ı Şerifelerle devam eden yolculuğumuzda d a h a K a b e ’ y i g ö r m e d e n boşalan gözyaşları aslında her şeyi anlatmaya yetiyordu. Neden ağlıyordum ki? Daha Kabe’yi görmemiştim bile… Ama bir çember vardı gözle göremediğimiz. O çemberin içindeydik artık. Bedenlerimiz üzerimizde fakat ruhlarımız ulaşmıştı çoktan varması gereken hedefe. . . Kabe’nin avlusuna geldiğimde hiçbir şey yapmadan dakikalarca durup yaşadığım anın anlamını kavramaya çalıştım. İşte oradaydım artık. Günün her saati milyarlarca insanın yüzünü döndüğü Kıblegahımın tam önünde duruyordum. Ne yapacağını bilemez halde öylece bakakaldım. Oysa neler neler vardı aklımda uçaktayken. İlk duamı bile hazırlamıştım hesapta. Hepsi uçtu gitti bir anda. Büyülenmiş gibi kalmıştım öylece orta yerde. Henüz kaybettiğim annem geldi aklıma. Hasret gitmişti kutsal topraklara. Hep ‘biraz iyi olayım hemen gideceğim’ diyordu. Sonra hiç iyi olmadı. Ona baktım.

Burada mıdır acaba diye. Öyle çok istiyordu ki belki gelmiştir, kim bilir?!. . Hacer-ül Esved’i gördüm bir an karşımda. Ruh-ul Esved... Resûlullah’ın öptüğü el sürdüğü yerdeydim artık. Dizlerim titriyordu. Dokunmak ne mümkün bakamıyordum bile. Her tavafta bir kez olsun dokunabilmek için birbirlerini ezen insanları izledim hayranlıkla. Bu ne samimi bir sevgi. Bu ne büyük ve güçlü bir aşk Allah’ım… İçine girdiğim an dünya durdu. Dönmüyordu artık . Bunun fiziksel bir açıklaması olmadığının farkındayım. Fakat bir insan kaç kez böyle hissedebilir ki… Artık dünyanın dönmediğini. Hayatın merkezinde ayakta dimdik duruyordum artık. Bunu bana nasip ettiği için sonsuz kere şükrederek Allah’a… Ne yana döneceğimi bilemedim. Burada namaz kılmayı nasip etti Rabbim fakat aklımı aldığı için artık düşünemiyordum. Sağa baktım o yana dönmüş insanlar gördüm. Sola baktım o yana dönmüş insanlar. Olduğum yere çöktüm. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum artık... Omzuma dokunan elle döndüm dünyaya... Recep Tayyip Erdoğan yanımdaydı… ‘Hadi’ diyordu... Çıkalım artık... Daha ne kadar kalacaksın burada? Kendi bilmez mi bıraksalar yıllarca çıkmaz ki insan.. . Dışarı çıktığımda fark ettim ki kalbim kalmış içeride... ‘Keşke bir rekât daha kılabilseydim’ pişmanlığıyla... Biri bana Nirvana’yı sorarsa eğer... ‘Tarifsiz duygu’ ne demektir, anlat derse biri… Vereceğim tek örnek budur herhalde…

“Ben çıktım ama kalbim

içeride kaldı…”

Ersoy DEDEGazeteci

32

Bunlar çok özel ve derin konu-lar ama Kâbe’yi ilk görmeden önce ben zaten görmüştüm orayı. Daha oraya gitmeden gitmiştim. Öyle söyleyeyim. Dolayısıyla çok güzel bir enerji aldım. Orası bu boyuttaki bü-tün bilgilerin toparlanıp üst makamlara transfer edildiği

bir geçiş kapısı gibi çok özel bir yer. Oraya bedenle, kalple ve zihinle gitmek lazım. Ora-da çok üzüldüğüm bir şey var. Bir hac veya umrede ben Sa’y yaparken iki tane hanımefen-dinin dolma tarifi verdiklerini gördüm. Önümde yürüyorlar-dı ve dolma tarifi veriyorlardı. Nerede olduklarının bilincin-de bile değiller. Mana yok iba-detlerde... Bu çok önemli…

Günlerdir o muhteşem vus-lat için hazırlanıyor, “kabul garantili” dualarımı zihnimde sıralıyordum.

Ama o an her şeyi unuttum. “Arzın merkezine seyahat” ne ki; ben kâinatın merkezine gelmiştim.

Her biri birer “âlem” olan on binler onun etrafında dönü-yordu.

O ânı anlatan yazımın gazete-deki başlığını görünce şaşır-dım. Böyle bir cümle yazdığı-mı hiç hatırlamıyordum.Oysa baktım ki o başlığı ben yazmışım:

“Allah’ım bu an hiç bitmesin…”

“Oraya Bedenle, Kalple ve Zihinle Gitmek Lazım”

“Allah’ım Bu An Hiç Bitmesin…”

Kâbe’yi Gördüm

Dr. Ender SARAÇDiyetisyen

Nuh ALBAYRAKStar Gazetesi Genel

Yayın Yönetmeni

33

Mekânın Rahatlıĝı, Medîne’nin Rûhâniyeti

movenpick.com

Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebevi’ye komşu panoramik manzarasıyla tüm ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz geniş, lüks, yenilenmiş 1295 oda ve suitleri, uluslararası tatların sunulduğu 9 adet restaurantı, ayrıcalıklı hizmetlerin sunulduğu özel katları (executive kat ve salon)(ücretsiz gün boyu sıcak ve soğuk içecek ve hafif yiyecekler, business center) ile manevi atmosferin tadını çıkarın. Ayrıca otelimiz içindeki çarşıda her türlü ihtiyaçlarınız için uluslararası ve yerel markaların mağazaları (170 adet) B1 katında Bin Davud supermarket, M katında Café-break kafeterya (Türk döneri), giriş katında Türk damak tadına uygun Al Mudif restorant ile sizleri beklemektedir.

Rezervayon ve bilgi TR irtibat ofisi:Flywell Travel&Tourism, Fatih/STANBULTel: 0212 533 99 91 Fax: 0212 533 99 95 EMail: [email protected] www.movenpick/madinah-anwar

John Mackinder 1904 yılında yayınladığı “Tarihin Coğrafi Mihveri” adlı eserinde Dünya-nın Kalbi (Heartland) teorisini işlemişti. Bu teoride dünyayı üç bölgeye ayırmıştır.Bu bölgeler;

1. Merkez bölge: Volga-Do-ğu Sibirya, Kuzey Buz De-nizi, İran, Afganistan.

2. İç Hilal: Almanya, Avus-turya, Türkiye, Hindistan ve Çin.

3. Dış Hilal: Britanya, Güney Afrika, Avustralya, Birleşik Devletler, Kanada ve Ja-ponya.

Mackinder’e göre; • Doğu Avrupa’ya kim hük-

mederse Kalpgâh’a (He-artland) hâkim olur.

• Kalpgâh’a (Heartland) kim hâkim olursa Dünya Adası’na hükmeder.

• Dünya Adası’na kim hük-mederse Dünya’ya hâkim olur.

•saptamalarını yapmıştır.

Almanya veya Rusya’nın dün-ya hâkimiyetinin engellenmesi için birlikteliklerinin engellen-mesi gerektiğini ifade etmiş ve Alman kökenli olmayan 7 tampon devletin kurulması gerektiğini belirtmiştir. Bu te-ori öğünün şartlarında doğru kabul edilebilirdi.

Diğer bir teori ise; Alfred Ma-han‘ın geliştirdiği Deniz Ha-kimiyeti Teorisi olmuştur. Mahan’a göre deniz yollarının kontrolüyle birlikte dünya ege-menliğinin sağlanacağını sa-vunmuştur. A. Mahan bir dev-letin büyüklüğünü, kıyıların uzunluğu ve limanların özel-liğiyle ölçülebileceğini belirt-miş ve uluslararası ilişkilerde kontrolün deniz egemenliğine bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Yayılma politikalarının deniz-lere ve okyanus aşırı bölgelere taşınmasıyla büyük bir devlet olunabilir.

Başka bir hakimiyet teorisi ise; hava üzerine geliştirilmiş-tir. Havsy Scitaklian‘a göre havaya hükmetmekle birlikte dünyaya hükmedilebileceği-

“COĞRAFYA KADERDİR” İbn-i Haldun

ni söylemektedir. Bir milletin dünya hâkimiyetini elinde tu-tabilmesi için havada üstün-lük sağlayan güçlü bir hava filosuna sahip olması gerekir. Güçlü bir hava filosuyla bir-likte diğer devletler üzerinde hakimiyet kurabileceğini ve bu yolla dünya hakimiyetini sağlayabileceğini savunmak-tadır.

Soğuk savaşın bitip sıcak sa-vaşın başladığı 1990’larda Huntington 21’nci asırda dün-yadaki mücadelenin ideolojik ve ekonomik değil medeni-yetler arasında olacağını öne sürdü. “İnsanlık arasındaki büyük bölünmeler ve hâkim mücadele kaynağı kültürel olacaktır” diyen Samuel Hun-tington, “Medeniyetlerin çatış-ması global politikaya hâkim olacak ve medeniyetler ara-

sındaki fay hatları geleceğin savaş hatlarını teşkil edecek-tir” ifadelerini kullanmıştı…

Huntington’a göre; “Dünyanın en bölünmüş ülkesi olan Tür-kiye kendine uygun misyonun gereğini yapmalıdır.” Hunting-ton aynen şunları yazmaktadır: “Kültürler her zaman merkezî bir ülkeye göre gruplandırılır: ABD ve Avrupa batı kültü-rünün, Rusya Ortodoks kül-türün merkezidir. Bunların karşısında Afrika ve İslâm dün-yasının merkezi zayıf kalmıştır. Müslümanlara Türkiye’yi lider devlet olarak seçmelerini tav-siye eden Huntington’a göre, Ankara’nın Avrupa’ya yönelik gayretlerine kesin bir son ve-rilmeli ve Türkiye NATO’dan çıkarılmalıdır.” demektedir. (Huntington,2015)

Aslında Huntington, bir du-rum tespiti yapmamakta, bu tespite uygun durum oluşma-sını arzulamaktadır. O, mede-niyetlerin çatışması için, her-kesin kendi safına geçmesini önermektedir. Samuel Hun-tington 1993’te kaleme aldığı bir incelemede, 21. yüzyıldaki büyük savaşların medeniyet-ler arasında meydana gele-ceğini ileri sürerken, karşıt medeniyetlerin de Katolik Dünyası, Ortodoks Dünyası, İslam Dünyası ve Konfüçyen devletler olduğunu belirt-mektedir. İleri sürdüğü tezin özeti; 19. yüzyılda devletler, 20. yüzyılda ideolojiler çar-pışmıştı ve 21. yüzyılda ise kültürler çarpışacaktır.” şek-lindedir. (Huntington, 2015)

36

Eğer Mackinder yaşasaydı haki-miyet teorisini bu günün şartla-

rını dikkate alarak “Anadolu ve Bereketli Hilal ’e hükme-den eski dünyaya hükme-der, eski dünyaya hükmeden Dünya’ya hükmeder“ şeklin-de yeniden düzenlerdi.

Çünkü; Milletlerin kaderini ve milli politikalarını belir-leyen üzerinde oturdukları coğraf yalarıdır. İbn-i Hal-dun’a göre; “Coğrafya ka-derdir” Coğraf yanın bu be-lirleyiciliğine ters hareket edenler varlıklarını sürdüre-memiştir. Bazı coğraf yalar çok önemli ve kilit konum-dadır. Anadolu ve bereketli hilal bu coğraf yaların ba-şında yer almaktadır. Onun içindir ki, küresel egemenlik kurmak isteyenlerin sürekli hedefi olmuştur.

Anadolu ve Bereketli Hilal sahip olduğu jeopolitik , je-ostratejik ve jeoekonomik imkanlar nedeniyle belalı

bir coğraf yadır ve bu coğ-raf yanın dayattığı milli poli-tika öz olarak şöyledir; Güç-lü devlet, birlik ve bütünlük içerisinde millet olmaktır. Hiç şüphesiz Anadolu ve Bereketli Hilal ’in külfeti ya-nında, nimeti de vardır. O da zenginlik, refah ve küresel güç olmaktır.

Birinci Dünya Savaşı’nın sahnelendiği yer bu coğraf-yadır ve ne tevafuktur ki adı ilan edilmemiş olan üçüncü dünya savaşı da bu coğraf-yada fakat düşük yoğun-lukta üstelik batı ve doğu imparatorlukları tarafından paramparça edilmiş zayıf ve güçsüz bırakılmış Alem-i İslam’a ve Bilad-ı İslam’a yö-neliktir. İmparatorluklar za-yıf ve güçsüz devletçiklere saldırmakta.

Peki bunun sebebi nedir?

İkinci Dünya Savaşı ideolojiler arasında gerçekleşmiş Mac-kinder’in tezine uygun bir sa-vaştı. İki blok arasında ki coğ-rafyayı Doğu Avrupa’yı yani kalpgâhı ele geçiren dünyaya hükmedebilirdi. Lakin bugün 1991 Körfez Harbi ile birlikte başlayan ve düşük yoğunluk-lu olarak hala devam eden ve daha ne kadar devam edeceği belli olmayan üçüncü dünya savaşı medeniyetler arasında yaşanmaktadır. Bu savaşta dünyayı yöneten Siyonistlerin hedefi, Türkiye, Suriye, Irak ve Mısır’ı içine alan Bereketli Hi-lal’’in işgalidir. Bir başka deyişle Arz-Mevud’tur. Bereketli Hilal İslam Medeniyetinin kalpgâ-hıdır. Dolayısıyla bugün bütün karşı medeniyetlerin açık ya da örtülü hedefi durumundadır.

“Anadolu ve Bereketli Hilale Hükmeden,

Dünya Adası’na Hükmeden

Dünya’ya Hükmeder”

37

Bu nedenle sömürgeci güçlerin hedefi fiili işgaldir. Sıcak bir ça-tışmayı göze alamadıkları için terör örgütleri üzerinden veka-let savaşları yürütmektedirler.

Bereketli Hilal’in en önemli üç ülkesinden ikisi Suriye ve Irak fiilen Mısır ise siyaseten işgal altındadır. Türkiye ise 15 Tem-muz’da fiilen işgal edilmek istenmiş fakat bu girişim mil-letimizin feraset ve fedakarlığı ile geri püskürtülmüştür. Ye-niden gelecekleri güne kadar “milli güç unsurları” için her türlü hazırlığı yapmamız ge-rekmektedir.

Evet, Türkiye’ye karşı sıcak bir çatışmayı göze alamıyorlar. Çünkü; Türkiye coğrafyası do-ğudan batıya 1.650 km, kuzey-den güneye 650 km, kıyı uzun-luğu ise 7.200 km’dir. Türkiye’ye savaş açan devletler, ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ancak ve ancak Pirus Zaferi (Nihai ge-tirisi, kazanma yolunda ödenen bedeli karşılamayan zaferlere siyasi tarih literatüründe Pirus Zaferi denir) kazanabilirler. Da-hası Türkiye’ye savaş açanlar, Kuzey Afrika, Bereketli Hilal (Or-tadoğu), Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri kısaca gönül ve nüfus coğraf-yamızı da karşısına alacak içle-rinde barındırdıkları Müslüman ve Türk nüfusun direnişi ile kar-şı karşıya kalabilme riskine sa-hiptir. Birinci Dünya savaşında bunun sayısız örnekleri mev-cuttur.

Bu nedenlerden dolayı, Tür-kiye’ye karşı bölücü, yıkıcı ve hain terör örgütleri eliyle kirli bir savaş sürdürülüyor. Siyaseti dizayn edilip espiyonaj ve algı operasyonları ile sosyolojisi dar-ma duman edilmek isteniyor.Anadolu toprakları Hıristi-

yanlık için “Tanrı’nın üzerinde yürüdüğü topraklardır” Siyo-nistler için ise Arz-ı Mevud’tur. Hristiyanlar ve Siyonist Yahu-dileri aynı inançta birleştiren ve ortak bir hedefe sevk eden Evanjelik mezhebi “Tanrı İmpa-ratorluğu” kurulmadan önce, o toprakların mutlaka işgal edilmesini vaz etmektedir. Bu inancın ve hedefin en önemli aşaması, Anadolu ve Bereketli Hilal’in lime lime edilerek par-çalanıp işgal edilmesidir.

Türkiye, kendisine yönelik ister yerli isterse yabancı bütün terör örgütlerinin arkasında Tanrı İm-paratorluğu’nu hedefleyen bu evanjelik Hristiyanlar ile Arz-ı Mevud’u hedefleyen Siyonist-lerin olduğunu görmezse, olaya sadece yüzeysel bakmış olur.

Daha açık ifade ile ana hedef Türkiye olmak üzere Bereketli Hilal ülkeleri ve geniş dairede bütün Müslümanlara yönelik Evanjelik Hristiyan, Siyonistler tarafından acımasız bir “kutsal savaş” açılmıştır. Öyle ki, Körfez Savaşı’na “Çöl Fırtınası” ve Irak’ın işgaline “Irak’ı özgürleştirme”, “Şok ve Dehşet” vermişlerdir. ”Şok ve Dehşet” eski Ahid’den alıntılanmıştır. 15 Temmuz’da ise çok ilginçtir Cumhuriyetin batıya karşı güçsüz ve mahkûm dönemlerine ait politik parola-

sı olan “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” kullanılmıştır.

Batılılar, “dış politika çıkarlar üzerinden yürütülür” derler. Bu bir aldatmacadır. Tarihte hiçbir zaman bu böyle olma-mıştır. Batı tarih boyunca dış politikada dini esas almıştır. Bu uygulama, günümüzde ziya-desiyle belirginleşmiş ve yay-gınlaşmıştır. ABD eski Başkanı George W.BUSH Körfez sava-şında “Haçlı savaşını başlat-tık” demiştir.

Siyonistlerin ve tabi ki kuk-laları evanjelik Hristiyanla-rın Alem-i İslam’a yönelik yürüttükleri bu savaşın sık-let merkezi Türkiye’dir. Do-layısıyla Türkiye, Milli Güç ve Milli Güç unsurlarını buna göre inşa ve ihya etmek mecburiyetindedir.

Nejat ÖZDENGüvenlik Uzmanı

38

Doğu Akdeniz’de Neler Oluyor?

Akdeniz’in doğusunda ‘sınırı olmamasına’ rağmen ABD, İn-giltere, Fransa, Rusya ve İtalya enerji şirketleriyle bölgede faa-liyetlerde bulunuyor. Türkiye ise uluslararası hukuktan doğan egemenlik haklarını korumak için saha da askeri ve araştırma gemileriyle birlikte petrol ve do-ğalgaz aramaya devam ediyor.

Ancak Akdeniz’de en uzun kıyı sınırı olan Türkiye, hem Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, hem de sınırı olmayan emperyalist ülkeler tarafından saf dışı/uzak bırakılmaya çalışılıyor. Çünkü Türkiye büyük ülke olduğu için enerji kaynaklarının paylaşımın-da diğer ülkelere göre fazla pay alabilecek. Ayrıca enerji trans-ferinde de tekel haline gelebi-leceği için gücüne güç katmış bir Türkiye’nin daha da ‘merkez

ülke’ olması istenmiyor. Bunun dışında ve en önemli sebep veya handikap diyeceğimiz hu-sus, Türkiye Münhasır Ekonomi (MEB) ilan etmedi/imzalamadı. Yani 1982’de BM’de 163 ülkenin onay verdiği Uluslararası De-niz Anlaşması, kıyısı olan ülke-ye 200 deniz mili açığına kadar, MEB ilan etme hakkı tanıyordu. Türkiye, Akdeniz ve Ege’de bu anlaşmanın uygulanmasının zor olacağı gerekçesiyle imzalama-dı. Dolayısıyla bu hukuksal ka-rar, bölge ve bölge dışı ülkeler tarafından kendi menfaatleri doğrultusunda kullanılmak iste-niyor. Türkiye ise saha da savaş gemileri ve sismik gemileriyle, kendi egemenlik haklarına (Sa-vaş riskini de göz önüne alarak) sahip çıkıyor.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, tek taraflı ve Türkiye ile sınır anlaş-ması yapmadan 13 rezerv bölge ilan etti. Bu 13 bölgeden 11’i (10.

ve 11. bölgeler hariç) Türkiye ve KKTC sınırları ile çakışıyor. Dola-yısıyla gerilim, Rum Kesimi’nin çakışan bölgeleri dahil, 13 bölgeyi uluslararası şirketlere arama ruhsatı vermesinden kaynaklanıyor. Bunun üzerine Türkiye ve KKTC de kendi ruh-sat alanlarını ilan ederek arama yapmaya başladı. Kesişen nok-talarda ise henüz bir üretim söz konusu değil.

Rum Kesimi, Türkiye’nin baskısı-na karşı destek bulmak için tek taraflı ilan ettiği rezervler üzerin-de ittifaklar kuruyor. Vatikan ta-rafından fonlanan İtalyan enerji şirketi ENI, Rus Rosneft, Birleşik Arap Emirlikleri Mubadele Petro-leum, ABD’li ExxonMobil, Fransız TOTAL, İngiliz BP… gibi şirketlere ruhsatlar verdi. Hatta Fransızlara bir askeri üs kurulması ve ABD ambargosunun kaldırılması gibi hususlarda da adımlar atıldı.

“İsrail 2009 yılında Doğu Akdeniz’de Tamar ve Leviathan isimli iki doğalgaz yatağı tes-pit ettiğinde, bu durum bölge ve komşu ülkeleri için de umut oldu. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Lübnan ve Mısır, Akdeniz’de uluslararası enerji şirketleriyle birlikte doğalgaz araştırmaya başladı. Nitekim Akdeniz’de hatırı sayılır bir rezerv de buldular. “

39

Türkiye, bölgesel gözüken ama uluslararası şirketlerin de ana aktör olduğu Doğu Akdeniz’de egemenlik haklarını savunarak hem sismik araştırmalarını sür-dürüyor hem de savaş gemile-riyle caydırıcılık yaratıyor. Böl-gede yaklaşık 3 trilyon dolarlık rezerv olduğu tahmin ediliyor. Bölge ülkeleri ise Güney Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve Yunanis-tan bir ittifak kurarak Kıbrıs, Girit, Yunanistan ve İtalya hattı üzerinden deniz altından bir hat kurmak istiyor. Ancak maliyetli olduğu için efektif görülmüyor. İsrail, Türkiye üzerinden kendi gazını Avrupa ve Dünya piyasa-larına taşımak isterken, Türkiye ile Filistin ve Gazze konuları üze-

rinden gerilim yaşadığı için bu durum şu an için pek mümkün görünmüyor.

Sonuç olarak Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilim, uluslararası enerji şirketlerin daha fazla pay alabilmek için bölge ülkelerini karşı karşıya getirdiği bir du-rumdur. ABD ve İsrail, Rum Ke-simi’ni Türkiye’ye karşı kullanır-ken, Yunanistan ve Rum Kesimi ise Türkiye’ye karşı emperyalist ülkelerle dengeleme siyaseti yürüyor. Ancak bölgede yapıla-cak her türlü ortaklık ve ittifak, Türkiye ile masaya oturulmadı-ğı ve Türkiye istemediği sürece gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor.

Hüsamettin AslanGazeteci / Yazar

Doğu Akdeniz, güncel siyasi durum haritası

FIRAT’IN DOĞUSUNDA SATRANÇ TAHTASI

ABD ve ardından da Rusya… Türkiye iki dünya devi ile sınır güvenliğine yönelik tehditle-ri ortadan kaldırabilmek için masaya oturdu. Bölgede her-kes kendi hesabınca bir rol oy-nuyor. Ve malesef bu hesaplar nedeniyle olan bölge insanına oluyor. Konuya insani yönüyle bakan tek ülke ise Türkiye.

ABD ve Rusya ile Suriye konu-sunda varılan mutabakatlar, Türkiye’nin güvenlik politikası açısından çok önemli bir adım.

ABD KONUYA KENDİ AÇISINDAN

YAKLAŞIYOR

Türkiye-Rusya mutabakatı ABD tarafından olumlu karşılandı. ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’nin ABD’nin Şam yönetimi dışında, Türklerle, Ruslarla ve SDG ile çalışmaya başlayacağını açıklaması; Fı-rat’ın doğusuyla ilgili sürecin Türkiye, ABD ve Rusya arasında koordineli bir şekilde yürütül-

düğünü göstermesi açısından önemliydi. Trump yönetiminin Suriye stra-tejisinde kaybeden taraf olma-mak için attığı adımlar ABD askerlerinin, Fırat’ın güneyine çekilmesini açıklayabilir.

ABD çekilmeyle;

• Hem Suriye’de elde ettiği stratejik konumunu tama-men kaybetmedi.

• Hem de petrol yatakların-

da kontrolü sürdürmeye devam etti.

Daha da önemlisi, ABD Irak-Su-riye sınırı üzerinden İran lojistik hattını tehdit edebilme nokta-sında net bir adım atmış bulu-nuyor.

Gerektiğinde bu hattı kesebil-mek adına elinde bir koz olarak terör örgütü PKK/PYD’yi tut-mayı da ihmal etmiyor.

RUSYA TEMKİNLİ

Türkiye, terör örgütünün gü-venli bölgenin dışına çıkarılma-

sı koşuluyla, Şam yönetiminin sürece Rusya üzerinden dahil olmasına rıza gösterdi. Muta-bakatın birinci maddesine da-yanarak terör unsurlarının yanı sıra Şam yönetiminden de Tür-kiye’nin güvenliğine yönelecek herhangi bir tehdide karşı Rus-ya sorumluluk üstlenmiş bulu-nuyor.

Yapılan mutabakatlarla iki ülke (ABD ve Rusya) Tel Abyad ve Rasulayn’ı içine alan 32 km derinliğindeki Barış Pınarı ha-rekâtı alanındaki yerleşik statü-koyu resmen kabul etmiş oldu.

41

Ayrıca Türkiye-Rusya ortak devriyesiyle bölgenin yapısı ve teröristlerin durumu hakkında bölgeden sıcak, teknik bilgi de elde edilecek.

Barış Pınarı harekâtının ya-pıldığı bölgenin dışında ka-lan bölgelerden (Münbiç vs.) PYD’nin temizlenmesi sorum-luluğu Rusya ve Şam yöneti-mine bırakıldığı için yapılan anlaşmanın birkaç önemli so-nucu olacaktır.

1. Rusya bu sorumluluğunu yerine getiremez ise itibar kaybı yaşayacak.

2. PYD/PKK, sınırından uzak-laşmazsa bu alanlara yö-nelik Türkiye’nin tek başı-na harekât başlatma hakkı doğacaktır.

3. Fırat’ın doğusundaki böl-

gede Türk-Rus ortak dev-riyesi Şam yönetimine bırakılan alan arasında tampon bölge işlevi görür-ken öte yandan Şam yö-netimine bağlı güçler ise Türk-Rus ortak devriyesi ile PYD arasında bir tam-pon görevi sağlayacak.

4. Stratejik nitelikteki sonuç-larından biri ise Barış Pına-rı harekâtının dışında ka-lan geniş bir alanın kontrol edebilmesi için hem Rus-ya hem de Şam yönetimi ülkenin batı kesimlerin-deki birliklerinin bir kıs-mını bu alanlara kaydır-mak zorunda kalacağıdır. Böylelikle rejimin İdlib’in güneyinde birikmiş silahlı güçlerinin bir kısmını bu alanlara kaydırmak zorun-da kalacağı öngörülebilir.

5. Ayrıca Şam yönetimi Su-riye barış sü-reci ve siyasi çözüm arayışına katkı sağ-laması yönünde zorlanmış oluyor.

Sonuç olarak, Türkiye’nin Su-riye krizinin başlıca aktörlerin-den ABD ve ardından da Rusya ile vardığı mutabakatlar, sınır güvenliğine yönelik tehditle-rin bertaraf edilmesi açısın-dan çok önemli bir diplomatik kazanım olmasının yanı sıra, Suriye krizine siyasi çözüm bu-lunmasına yönelik çabalara da büyük katkı sağlayacaktır. En önemlisi ise baştan beri vur-gulandığı üzere insani krizin çözümü için de geleceğe dö-nük sağlam bir adım atılmış olmaktadır.

42

Seyyahlar sultanı Evliya Çelebi bir derviş sadeliğiyle Osmanlı kültürüyle ele aldığı seyahat-namesinde Afyonkarahisar’dan şöyle bahsediyor:

“Karahisar münevver ve ruhani bir şehirdir.

Girenin kalbi ve gözü açılır.

Bağında gamı kederi dağılır.

Canına can katar.”

Afyonkarahisar tarihler boyunca (Hitit, Frig, Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı) önemli bir yaşam kültür ve inanç merkezi olmayı sürdüre gelmiştir.

Bu kadim tarihin önemli mi-henklerinden birisi de Ammuriye (Amorium)’dir.

Amorium (Hisar), Afyonkarahi-sar’ın Emirdağ ilçesinin 12 km doğusunda yer alan M.Ö. 2000’li yıllara dayanan kesintisiz yaşa-ma kültür, ilim ve inanç merkezi olması Bizans’a birçok idareci ve imparator çıkarması ve o dö-nemlerin en büyük askeri ve tica-ri merkezlerindendir.

Bu kadim merkezin İslam ve Müslümanlar için önemi ise Sel-man-ı Farisi ile başlamaktadır.

Selman-ı Farisi’nin hakikat arayı-şındaki yolculukta Nuru Muham-mediye’ye ulaşmadan önceki,

son durağı, son mektebi, son hal-kasıdır.

Ammuriye Nuru Muhammedi-ye’ye Anadolu’dan açılan bir ka-pıdır. Bu kapıdan yolculuk Sel-man’la (r.a.) başlamıştır.Selman, İstahan’ın Ceyy köyünde dünyaya gelmiş, ailesi imtiyazlı sayılan Dihkan sınıfındandı. Me-cusi alimi olan babasının gay-retleri ile Mecusilik’te önemli bir mevki olan ateşgedeliğe (ateşkö-rükçülüğüne) kadar yükselmiştir.

Selman (r.a.) Mecusilik’te kutsal sayılan; ateşi yakmak ve sönmesi-ne engel olmakla sorumlu idi.

Bir gün babası çiftliğe gönder-diğinde Selman’ın (r.a) gözü ve

AMMURİYE’DEN NUR-U MUHAMMEDİYE ’YEAÇILAN KAPI

AFYONKARAHİSARSelman-ı Farisi (r.a)

Selman-ı Farisi (r.a) Camii - Bağdat, Irak

AMMURİYE’DENNUR-U MUHAMMEDİYE’YE AÇILAN KAPI AFYONKARAHİSAR Selman-ı Farisi (r.a)AMMURİYE’DENNUR-U MUHAMMEDİYE’YE AÇILAN KAPI AFYONKARAHİSAR Selman-ı Farisi (r.a)43

gönlü, yoldaki bir kiliseye takılır. İbadet eden bir topluluk görünce de yanlarına yaklaşır, onları dinler ve takip eder.

O günün hak ve tevhid dini olan Hristiyanlığın Mecusilikten daha hayırlı bir din olduğu kanaati olu-şur. Bunu koyu Mecusi olan baba-sına anlatınca aralarında tartışma çıkar ve babası Selman’ı ev hap-sine alır. Selman, Hristiyan tüc-carların yardımıyla Hristiyanlık’ta dini bir merkez olan Şam’a kaçar.

Bizans’ta devam eden din ve mezhep kavgaları sebebiyle Hristiyanlık inancı bozul-muştur ancak manastır-larda tevhid inancının bozulmadığını iddia eden rahiplerde bulunuyordu. Sel-man’ın da yanların-da kaldığı rahipler bunlardan bir ka-çıydı.

Şam’daki rahip ölüm döşeğindeyken ken-disinden sonra tevhid inancına sahip hangi rahibe gitmesi gerektiğini sormuş ve rahibin tavsiyesiyle Musul’a, ora-daki rahibin tavsiyesi ile Nusay-bin’e, buradaki rahibin de ölümle buluşmasıyla Ammuriye’ye gel-miştir. (Amoryum-Afyonkarahi-sar)

Burada yaklaşık 12 sene kadar ilim ve hizmetle meşgul olmuş. Geçimini sağlamak için de hay-van yetiştiriciliğiyle uğraşan Sel-man’a Ammuriye’deki zat, artık yeryüzünde bildiği bozulmamış bir manastırın ve rahibin kalma-dığını söyleyerek vefat etmeden

önce şöyle bir tavsiyede bulundu.“Ahir zaman Resûlü’nün gelişi yakındır. O, Hz. İbrahim’in dini üzere gönderilecektir. O, Arap toraklarından çıkacak iki har-re arasında hurmalık bir yere hicret edecektir. Onun gizli ol-mayan alametleri vardır: İki omuz arasında nübüvvet müh-rü bulunur, hediye kabul eder ama sadaka yemez. Kavmi ona “sihirbaz kâhin, mecnun” diye-cektir. Ona kavuşmaya gücün yeterse hemen git.”

İçinde alevlenen hakikat nuruyla yetiştirdiği hayvanları, bu nura ulaşmak aşkıyla Arap tüccarla-rından Beni Kelp kabilesi ile an-laşarak Hicaz’a ulaştırması için verdi.

Ancak tüccarlar Vadi’l Kurâ’ya gelince ona ihanet edip, onu köle diye bir Yahudi’ye sattılar.

Hakikâta ram olan Selman, bu arayışta bütün malını verdiği gibi bedeni de vermiş. Ruhunun öz-gürlüğünde bedeni bir köle ola-

rak devam ediyordu hayatına. Daha sonra Benî Kurayza’dan bir Yahudi’ye satılarak Medine’ye kadar gelir ve Kuba köyünün ya-nında Vadi Buthan civarında bir bahçede çalışmaya devam eder. Kendisine tarif edilen mekân olduğunun hissiyle kulağı gele-cek olan Nebi’den haber bekle-mektedir. Hicrete kadar Resû-lullah’tan hiç haber alamayan Selman (r.a.), bir gün bahçede çalışırken sahibine birisi geldi. Yüksek sesle “Allah kahretsin! Resûlullah dedikleri kimse Ku-ba’ya gelmiş, Evs ve Hazrec Ka-bilesi de başına toplanmışlar”

dedi. Selman, titreyerek ağaç-tan düşercesine ne dedin?

Ne dedin? diye sondu. Sahibi ise bir tekme ata-rak “bundan sana ne, işine bak” diyerek onu tersledi.

Selman (r.a.), o günü zor geçirdi, akşamı

adeta iple çekti. Hava kararınca biriktirdiği

hurmaları da alarak ken-dini Rasûlullah’ın yanında

buldu. Hurmaları ona uzata-rak “İşittim ki salih bir zatsınız, yanında da fakir kimseler var-mış. Şunları size sadaka olarak getirdim” diyerek Rasûlullah’a uzattı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efen-dimiz onları aldı ve yanındaki arkadaşlarına ikram etti. Kendisi yemedi. Selman, ilk alametinin mutluluğuyla bahçeye geri dön-müş, ikinci alameti öğrenebil-mek için hurmalarını topladı ve bir müddet sonra Rasûlullah’a gelerek “Bunlar size hediyem-dir” diyerek takdim etti.

Bu defa ashabıyla birlikte yediler.

Afyonkarahisar

AMMURİYE’DENNUR-U MUHAMMEDİYE’YE AÇILAN KAPI AFYONKARAHİSAR Selman-ı Farisi (r.a)AMMURİYE’DENNUR-U MUHAMMEDİYE’YE AÇILAN KAPI AFYONKARAHİSAR Selman-ı Farisi (r.a)44

İkinci alameti gör-menin saadetiyle Medine’ye göçen Rasûlullah’ı ziyare-

te gider. Baki-ül Gargat bugünkü Cennet’ül Bâki bölgesinde Ra-sülullah’ı bulur. Selman, üçüncü alameti de görmek için Rasülul-lah’ın etrafında dolanmaktadır. Heyecan ve muhabbetini çok belli eden Selman’ı, Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz sezer ve ridası-na hafif açarak iki kürek kemiği arasındaki mührü gösteriverir. Nübüvvet Mührünü gören Sel-man, kendini tutamaz hüngür hüngür ağlayarak mührü öper. Efendimiz onu “bu tarafa” buyur-dular. Selman, iki cihan güneşi efendimizin karşısına geçerek Kelime-i Şahadet getirerek İs-lam’la şereflendi. Hakikat yolcu-luğunda nuru Muhammediye’yle tanışma şerefine erdi.

O, ömrünü, malını, bedeni öz-gürlüğünü vererek kavuştuğu nuru Rasülullah’a, çektiği çilele-ri başından geçenleri hadiseleri bir bir anlattı. Rasülullah (s.a.v) Efendimiz onun bu destansı ara-yışını, İslam’a kavuşma hasretini, aşkını, şevkini bu ibret dolu ha-yatını; “Anlat ya Selman” diye-rek ashabına anlatmasını istedi. O da, İbn-i Abbas’a (r.a.) tek tek anlattı ve onun kanalıyla da biz-lere ulaştı.

O, Resûlullah’tan (s.a.v.) hiç ayrıl-mak istemedi. Allah’ın habibinin nur cemalini görüp de ondan ayrı kalmak, onun için ne kadar zordu… Ama kader bu… Henüz hür değildi. Belki bir müddet daha hasret çekecekti. Bu arada o, fırsatını buldukça Efendimi-zin yanına koşuyor, sohbetin-de bulunuyordu. İnananlarla-i-nanmayanlar arasında savaşlar dahi başlamıştı. O ise daha esa-ret zincirinden kurtulamamıştı.

Bedir, Uhud Gazvelerine de bu sebepten katılamamıştı. İçin için kavruluyordu. Bu esaretten kurtulacağı, İslâm için çarpışa-cağı günleri bekliyordu. Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizi ziyarete gelmişti. Sevgili Pey-gamberimiz ona “Selman ken-dini mükâtebeye bağla. Köle-likten kurtar” buyurdu.

Selman (r.a.) işareti alır almaz derhal sahibine koştu ve tek-lifi götürdü. 300 hurma ağacı dikmek ve kırk ukiyye vermek şartıyla onunla anlaştı. Durumu Efendimize bildirince Fahr-ı Ka-inat (s.a.v.) ashabına “Şu karde-şinize yardım ediniz” buyurdu. Hemen oracıkta 30-40-50 der-ken 300 hurma fidanı toplandı. Efendimiz, Selman’a: “Bunların çukurlarını hazırlayıp tamam-layınca bana haber ver.” dedi. Selman kısa zamanda, büyük bir gayretle ve arkadaşlarının yardımıyla çukurları kazdı. İki Ci-han Güneşi Efendimiz de bizzat kendi elleriyle o fidanları dikti. O hurmaların bir tanesi bile kuru-madı. Hepsi meyve verdi. Geriye

kırk ukiyye borcu kalmıştı. Onu da bir ödeyebilseydi… Selman tam hürriyetine kavuşacaktı.

Bir gaza dönüşünde Resûlullah (s.a.v) ona yumurta büyüklü-ğünde bir altın ayırmıştı. Asha-bına “Mükâteb olan Farisli ne yaptı?” diye sordu. Hemen, Sel-man’ı bulup huzura getirdiler. Efendimiz ona: “Selman bunu al, kalan borcunu öde.” buyur-du. Selman altını küçücük gördü ve: “Ya Resûlallah bu kadarcık şey benim borcuma nerden yetecek?” dedi. Efendimiz, Sel-man’ın gönlünü hoş etmek için o altını alıp mübarek dili üzerin-de dolaştırdı ve: “Hele sen bunu al. Allah senin borcunu öder.” buyurdu. Selman o altın parçası-nı aldı ve tartmaya başladı. Kırk ukiyye eksiksiz tartarak sahibine ödedi ve azad oldu.

SELMAN-I FARİSİ’NİN SADAKAT VE TESLİMİYETİ

Selman artık hürdü. Gönlünü o ilahı nur pınarından istediği gibi

Selman-ı Farisi (r.a)’nin Yolculuğu

45

doyuracaktı. Rahmet ve şefkat Peygamberi Efendimizin inci tanesi sözlerini, sohbetini hiç kaçırmayacaktı. Bundan sonra o, Peygamberimizden hiç ay-rılmadı. Tenhalarda o sevgili ile başbaşa kaldı. Geceleri birlikte çöllere çıkıp sohbet etti. Efen-dimiz, Selman’daki sadakat ve teslimiyeti, onun İslâm’a ka-vuşma yolunda çektiği çileleri, sabır, gayret ve azmi gördü ve onunla daha yakından ilgilendi. Onun Resûlullah (s.a.v.) başbaşa kalışlarını Hz. Aişe annemiz şöy-le naklediyor: “Birçok geceler Selman, Resûlullah ile yalnız sohbet ederdi. O sırada zevce-leri dahi hizmetlerine giremez-di.”

İşte bu birliktelikler Selman’ı veliler zincirinin başı yaptı. Onu kölelikten mana sultanlığına çı-kardı. Bu ilahî feyizlenme kalp-ten kalbe aktarılarak bugünlere ulaştı. Rabbimiz bizlerin gönül-lerini o ilahî feyizle doldursun. Bu yüce yolu insanlığın hizme-tinde daim kılsın. Âmin.

SELMAN UL-HAYR

Selman-ı Fârisi (r.a. ) kısa zaman-da ashabın sevgilisi, Resûlullah’ın (s.a.v.) gözdesi oldu. O, Hendek Savaşı’nın tek yıldızıydı. Hendek kazma teklifi ondan geldi? Bu savaşta o, bütün maharet ve be-cerisini gayret ve hizmetini gös-terdi. Bu yüzden ona ‘Selman ul-Hayr’ lakabı verildi.

“SELMAN BİZDENDİR. EHL-İ BEYT’TENDİR”

O, tek başına on kişinin kazdı-ğı yeri kısa zamanda bitirmişti. Onun hizmetteki sürati, feraseti ve işbilirliliği herkesin dikkatini çekti. Ensar ve muhacir arasında paylaşılamaz oldu. Her iki taraf

da: “Selman bizdendir.” diyordu. (minnene ve min ehlibeytina) Bu durumu gören iki Cihan Gü-neşi Efendimiz: “Selman bizden-dir. Ehl-i Beyt’tendir.” buyurarak hem ashabın arası telif edilmiş oldu, hem de Selman’a iltifat ede-rek kendi ailesine dahil edildiğini duyurdu.

Ne yüce şeref !.. Ne mutluluk!.. Ne seâdet !.. Allah’ım bu şeref ve mutluluğu bizlere de nasib et!..

Selman her şeyiyle kendini İs-lâm’ın hizmetine vermişti. İslâm, onun kanı, canı, damarıydı. Bir gün Sa’d İbni Ebi Vakkas (r.a.) ona, nesebini sordu. O da: “İslâm’a dahil olduktan sonra neseb ara-mam. Lâkin ben Selman İbn-i İslâm’ım.” dedi. Hz. Ömer de (r.a.) Selman’ı destekleyerek “Ben de Ömer İbn-i İslâm’ım” dedi.

PEYGAMBERİMİZİN TAV-SİYESİ

O son derece sâde ve zâhidâne yaşadı. Ömrü boyunca bir yol-cuya yetecek kadar dünyalığı kendine kâfi gördü. Evlendi-ği gece odasının süslendiğini görünce “Resûlullah bana, dünyadaki eşyan bir yolcu-

nun azığı kadar olsun.” buyurdu diyerek eve gir-medi. Süs eşyaları kaldırıldı da öyle girdi. Aynı tav-rı ölüm döşeğinde de gösterdi. Ziyarete gelenlere hem sevinir hem de ağlardı. Ağlayışını şöy-le izah ederdi: “Dünyadan ay-rılıp, ölümden korktuğum için ağlamıyorum. Resûlullah’ın (s.a.v.) tavsiyesine uyamadı-ğım için ağlıyorum. O, bana; Dünyadan ayrılırken serma-yeniz bir yolcunun azığından fazla olmasın.” buyurmuştu. İşte buna ağlıyorum derdi. Hal-buki o vefat ettiğinde geriye bir leğen bir kap bir de abdest ibriği bıraktı. Hepsine 15-20 dir-hem kıymet biçildi.

İşte saadet çağı simâları!.. O yıldız insanlar, inançlarını ha-yata geçirmek için tavsiyelere böylesine titizlik gösterirlerdi. Rabbimiz cümlemize uyanıklık versin. Halimizi ıslah edip bizi onlara lâyık etsin. Âmin.

“Cennet üç kişiye müştaktır. Ali, Ammar ve Selman.”

Hz. Ömer (r.a) devrinde İran fethi-ne katılan Selman (r.a ) Medain’e

Amorium Antik Kenti - Afyonkarahisar

46

vali olarak atanmıştır. Vâlilik onun hayatını değiştirmedi. Aldığı maaşı fakirlere dağıttı. Sepet örer ve kendi el emeği ile geçinirdi. Doğru dürüst ne evi ne giyeceği ne de yiyeceği vardı. Bunlar onun için bir gaye değildi. Yemekte ısrar edenle-re Resûlullah’tan şöyle duydu-ğunu söylerdi: “Dünyada iken karınlarını çokça doyuranlar kıyamet günü en çok acıkanlar olacaktır.”

Hakikat yolculuğunda her şey-den vazgeçerek teslimiyet gös-teren Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) döneminde valilik yaptığı Me-

dain’de vefatı gerçekleşmiştir.Ammuri’ye, Anadolu’dan haki-kat yolcularına, Selman (r.a) ile açılan bir kapıdır.

İşte Hacılar ve umreciler de bu hakikat nuruna, Nuru Muham-mediye’ye İbrahim’i bir davetle davet edilmiş elçiler ve Allah’ın misafirleridir.

Bizler de bu hakikat yolcula-rının Hakkın elçilerinin ve mi-safirlerinin bu yoldaki hizmet-çileriyiz. Allah yolumuzu hak, hizmetimizi hakikatte daim ve sabit eyleyiverir inşallah Üm-meti Muhammedi bu nura

ulaştırıverir, hayırlı eyleyiverir, kolaylaştırıverir…

İnşallah...

Karahisar Kalesi

Bilal Şenel

47

Günümüz çağı ister teknoloji, is-ter milenyum, ister altın çağ ola-rak adlandırılsın, tüm bu tanım-ları kuşatan bir gerçeğimiz var ki; ismi “tüketim”. Büyük-küçük demeden hepimiz tüketiyoruz. Zamanı, parayı, bilgiyi, ilişkileri, eşyayı, doğayı yavaş yavaş tüketi-yoruz. ‘Tüketim Çağı’nın tüketen çarkı içerisinde o kıyafetten bu eşyaya, o oyuncaktan bu sanal dünyaya doğru savrulup duru-yoruz.

Konu çocuklarımız olunca da durum böyle ne yazık ki… Haf-ta sonları “Havalar soğudu, dı-şarıda çocuklar hasta olur, bir AVM’ye gidelim bari” diye baş-layan cümleler, çoğunlukla yav-rularımızın tutturması sonucu oyuncakçılarda nihayet buluyor. “Almayacağım” denilenler alını-yor, koyduğumuz sınırlar kaldırı-lıyor, gereksiz tükettikçe içimizde can bulan ‘Haz Canavarı’ bir ya-şına daha giriyor. Üstelik bu du-rumdan ebeveynler olarak bizler mutsuz olduğumuz gibi, yeni aldığı oyuncağını henüz daha açmadan bir diğeri için gözyaşı döken yavrumuz da çoğunlukla mutsuz oluyor.

İşte bütün bu kısır döngülerin içinde, uçsuz bucaksız çimlerde koşuşurken fark etmeden üzeri-ne basıp geçtiğimiz kır çiçekleri misali ezdiğimiz bir mana var: “Şükür”

Şükür; yüce Mevla’nın Kur’an-ı Kerim’de defaten sorduğu ‘Hala şükretmez misiniz?’ sorusunun bizi çağırdığı yaşam tarzının adı-dır aslında… Fark etmeyi, aklet-meyi, minnet duymayı, değerini bilmeyi, yetinmeyi, paylaşmayı, infak etmeyi, acizliği, Allah’a du-yulan muhabbeti arttıran bir ma-nadır bu. Çocuklarımızın yaratı-lıştan sahip olduğu ‘haz merkezli yönelimi’ dengelemek ve hazzın kaynağını ‘maddeden’ çıkarıp, ‘manaya’ yöneltmek için her yaş çocuğuna öğretmemiz gereken bir hakikattir.

Çocuğuma şükretmeyi nasıl öğretebilirim?

Ben yapayım ki çocuğum da yapsın: Nesiller boyu “Ben ya-pamadım, bari çocuğum yapsın” düşüncesiyle yap(a)madıklarımızı evlatlarımızdan talep ettik. “Ben okuyamadım çocuğum okusun,

ben kitapları sevemedim çocu-ğum sevsin, ben televizyonu çok izliyorum çocuğum izlemesin, ben doktor olamadım çocuğum olsun…” gibi cümlelerle yapıyor olmanın sorumluluğunu üzeri-mizden atmaya yeltendik. Bunu yaparken de, Kur’an-ı Kerim’in ‘usvet’ül hasene’ -yani en güzel örnek- olarak tanımladığı Pey-gamberimizin (sav) en önemli öğretisinin ‘örnek olmak’ oldu-ğunu fark edemedik.

Oysa pedagojinin temel pren-siplerinden bir tanesi; çocukla-rın ‘kal’ diliyle değil, ‘hal’ diliyle öğrendikleridir. Nitekim insan

Hatice Kübra TONGARAile Danışmanı-Yazar

Tüketim Çağında Şükreden Çocuklar Yetişt irmekTüketim Çağında Şükreden Çocuklar Yetişt irmek

TÜKETİM ÇAĞINDA

ŞÜKREDEN ÇOCUKLAR YETİŞTİRMEK

49

beyni duyduğunu “bilir”, gördü-ğünü “öğrenir”, yaşadığını “içsel-leştirir”. Şükür konusunda da biz ebeveynlerin ne noktada durdu-ğu, evlatlarımızın da ne noktada duracağının en temel tohumu gibidir.

Eğer biz ‘sırf modası geçti’ diye eşya değiştiren, markası/mode-li için teknolojik gereçleri tercih eden, giyebilecek on tane eteği-miz varken on birincinin derdine düşen, ‘ihtiyaca binaen’ değil de ‘isteğe binaen’ alan, edinen ve tüketen yetişkinlersek, çocuğu-muzun da aynı yönde eğilimler gösterme ihtimali oldukça yük-sektir. Yine elimizde telefon var-ken “bırak artık şu bilgisayarı” diye çocuğa çıkışmak, o diziden bu kadın programına “zapping” yapıp bir yandan da “bu zama-nın çocukları çok televizyon izli-yor” diye dert yanmak pedagojik açıdan hiç doğru ve tutarlı yön-temler olmayacaktır. Bu noktada anne-babalar olarak şu maddeleri hayatımıza geçire-rek işe başlayabiliriz:

• Zamanın şükrü, onu doğ-ru ve değerli kullanmaktır.

Günlük planlar yapalım ve saatlerimizi televizyon, inter-net, sosyal medya gibi boş aktivitelerle geçirmeyelim.

• Yiyeceğin şükrü, onu israf etmemek ve az yemektir. ‘En güzel diyet, sünnet’ slo-ganından yola çıkarak her gün 1-2 çeşidi aşmayacak menüler belirleyelim. Çöpe kesinlikle gıda atmayalım. Kalan yiyecekleri hayvan-lara vererek, evlatlarımızda diğerkâmlık duygusunun ateşini yakalım.

• Eşyanın şükrü, onu görevi doğrultusunda ve bozma-dan kullanmaktır. Kırılan oyuncakları, bozulan eş-yaları hemen atmaya ya-naşmayalım. Tamir etmeye gayret edelim. Tamir olma-yacak eşyalarımızı ise başka bir işte değerlendirmeye uğraşalım. Mesela; kırılmış bir tabağın parçalarını por-selen boyasıyla boyayıp de-ğişik bir mozaik tablo oluş-turalım.

• Doğanın şükrü, ona zarar

vermemektir. Hayvanları ve bitkileri büyük bir hassasi-yetle koruyalım. Evimizde mümkün olduğunca canlı bitki bakalım. Onları sular-ken konuşalım, yapraklarını sevelim, değer atfedelim. Böylelikle çocuklarımıza bizim dışımızdaki canlıların bir şükür kaynağı olduğunu fark ettirelim.

• Bedenin şükrü, sağlığımızı korumak adına kararlı ol-maktır. Hazır ve sağlıksız gı-dalardan uzak duralım. Tek-nolojik cihazların bedensel zararlarını unutmayalım ve hayatımızda kapladıkları alanı sınırlandıralım. Erken yatıp, erken kalkalım. Açık havada yürüyüş yapalım, hayatımıza sporu katalım.

Azı karar çoğu zarar: Bizlerin çocukluğu -bırakın bu kadar çeşit oyuncak olmasını- meyve-lerden muzun bile lüks sayıldığı yokluk yıllarıydı. Bugün çocuk-larımızın sahip olabildiği birçok şey lükstü. Zaten yoktu. Eğer varsa, muhakkak bizden büyük bir akrabamızdan bize kalmıştı ve bizden sonra da kendimizden küçüklere devrolacaktı. Bu yüz-den hoyrat kullanılmaz, değeri bilinirdi.

Bugünün çocukları “kırılırsa ye-nisini alırız” mantığıyla, varlığın imtihan olma halini yaşıyorlar. Bu nedenle ellerindeki değerle-rin farkında bile olamadan –yani şükrünü yaşayamadan- har vu-rup harman savurabiliyorlar.

Bu noktada biz yetişkinlere dü-şen şey, ‘istek’ değil ‘ihtiyaç’

Tüketim Çağında Şükreden Çocuklar Yetişt irmekTüketim Çağında Şükreden Çocuklar Yetişt irmek 50

odaklı hareket et-mek… Çocuğum cep telefonu isti-yor olabilir ve hat-

ta tüm arkadaşlarının telefonu olabilir. Lakin bir telefonunun olması onun gerçekten ihtiyacı mı? Telefonu ne için kullanacak? Eğer ona ulaşmam için bir tele-fon gerekiyorsa, bu telefon akıl-lı bir telefon mu olmalı? Yoksa sadece arama özelliği olan basit bir model de bu ihtiyacını giderir mi?

Bu ve bunun gibi sorular sora-rak, gereğinden fazla alışverişin ve ihtiyacı aşan tüketimin önüne geçmeye çalışmalıyız. Böylece elindekine şükretme ve bir şeye ulaşabilmek için sebat etme, dua etme, gayret etme bilinçlerini ev-latlarımıza kazandırmış oluruz.

‘Evde bir şey yok’ günü: İmam-ı Gazali bir öğretisinde ‘Ayda bir gün evinizde hiçbir şey olmasın. Çocuklarınıza kuru ekmek verin’ der. Günümüz ebeveynliği için bu öneri ne kadar ‘Ayy ben kıya-mam yavruma’ gibi gözükebilse de, işin aslı insanın en önemli haz kaynağı midesidir. Midesini kont-rol altına alan hazlarını da kolay-lıkla yönetebilir. Bu gerçeği başta Peygamberler olmak üzere pek çok zatın hayatının parçası kıldı-ğı ‘riyazet’ ten ve her Müslümana farz olan oruç ibadetinden açık-ça görebiliriz.

Bizler de ayda bir gün kuru ek-mekle ya da haftada bir gün sadece basit bir çorbayı bölü-şerek ‘Evde bir şey yok günü’ yapabiliriz. Masanın ortasına konulmuş ve herkes tarafından ortak yenecek bir tabak tarhana çorbası, midemizi olduğu kadar, tükettikçe doymayan nefsimizi de dizginlemek için güzel bir yol olacaktır.

ŞÜKÜR KAVANOZU

Malzemeler

• Cam kavanoz• Renkli karton

• Renkli kalemler

Nasıl oynayalım?

1. Bir cam kavanozun üzerine dilediğiniz tasarımda “şükür kavano-zu” yazarak yapıştırın.

2. Kartondan küçük parçalar kesin ve kavanozun içine koyun.

3. Çocuğunuzla birlikte her gün kavanozun içinden bir kart alın ve o gün en çok şükrettiğiniz şeyi karta yazıp, kavanoza geri atın. (Bugün annem çikolatalı pasta yapmıştı, çok lezzetliy-di, teşekkür ederim Allah’ım… gibi çocuksu ifadeler bolca olacaktır)

4. Aradan bir ay geçip kavanozunuz dolduğunda, şükür-lerinizi tek tek açıp okuyun. Her ay, kartlarınızı ve şü-kürlerinizi yenileyin.

51

Gülce bir afet

Peri değil

Huri değil

Gülce beyaz sihir

Gülce ölümcül naz

Buram buram zehir

GÜLCE(ÖMER LÜTFİ METE-1981)

Uçurumun kenarındayım Hız ırUlu di lber kalesinin burcundaMuhteşem belaya nazırTopuklar ım boşluğun avcundaDerin yar adımı çağır ırDiki ldim parmaklar ımın ucundaBir gamzel ik rüzgâr yetecekHa itt i beni, ha itecekUçurumun kenarındayım Hız ırCivan hazırDivan hazırFerman hazırKurban hazır

Uçurumun kenarındayım Hız ırGüzel l iğ in zulme çaldığı s ınırBaşım döner, beynim bulanırEl etmezGel etmezGülce’m uzaktan dolanırUçurumun kenarındayım Hız ırGülce bir davetMecaz deği lMaraz deği l

Gülce bir afetPeri deği lHuri deği lGülce beyaz s ihirGülce ölümcül nazBuram buram zehirYar yüzünde infazBir gamzel ik rüzgâr yetecekHa itt i beni, ha itecekGüzel l iğ in zulme çaldığı s ınırUçurumun kenarındayım Hız ırBen fakirEn hakirBin taksirAteştenKal leştenMızrakla gürzdenDabbetülarz’danDeccal ’dan, yedi düveldenKorku nedir bi lmeyen benTir t ir t i tr iyorum Gülce’denÖdüm patl ıyor Gülce’ye bakmaktanNutkum tutuluyor, ürperiyorumSaniyeler gözler imde birer canHer saniyede bir can veriyorum

52

1945 sonrası Türk-Amerikan ilişkilerini dönemin gazetelerinden araştırırken, 1950 yılındaki Cumhuriyet ve Zafer gazetelerinde yer alan “cinsiyet değiştirme” haberleri ilgimi çekti. Cumhuriyet’i biliyorsunuz. Zafer de Demokrat Parti’nin yarı resmi yayın organıydı. 27 Şubat 1950 tarihli Zafer’deki “Üç defa cinsiyet değiştiren kadın” haberi 3 sütuna tam sayfa olarak verilmişti. Özel bir araştırma yapmadım konuya ilişkin. Ama bu haberlerin, Akşam, Cumhuriyet, Zafer gibi yayın organlarında çıkması, Kinsey’in araştırmasının 1948 yılında yayınlandığını ve o yıllarda yönümüzü tam gaz ABD’ye döndüğümüzü düşündüğümüzde, daha bir ilgi çekici hale geliyor.

Demek ki, trans kimlikler mevzusu en az 70 yıldır Türk basınında işleniyor. Bunu bir kenara not ettikten sonra son 15-20 yılda ülkemizde olup bitenlere hızlıca bir göz atalım önce.[1]

[1] Bu yazı, bir önceki yazının devamı olarak kaleme alınmıştır.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

A İ L E N İ NKORUNMASI MI?

IMHASI MI?.

1 Ocak 2001 yılında Türk Medeni Kanu-nu’nda bazı önemli değişiklikler yapıl-

dı. “Ailenin reisi kocadır.” ibare-si kaldırıldı. Meslek seçiminde eşlerden birinin diğerinin iznini alma zorunluluğu kaldırıldı. An-cak konumuz açısından önemli olan gelişme, yeni kanunun ev-lenme yaşını erkek ve kadın için eşitlemiş ve 17’ye yükseltmiş ol-masıydı.

7 Mayıs 2004 tarihinde ise, ulus-lararası anlaşmaların iç kanunla çelişmesi halinde uluslararası sözleşmelerin esas alınacağı-na ilişkin olan Anayasanın 90. maddesine, daha sonraları çok önemli olduğunu anlayacağı-mız, küçük bir ekleme yapıldı: “temel hak ve özgürlüklere iliş-kin [milletlerarası anlaşmalar-la]...” Buna göre, biraz sonra ele alacağımız, İstanbul Sözleşmesi de “temel hak ve özgürlüklere” ilişkin olması sebebiyle, hukuk hiyerarşisinin en üstünde yer alacaktı.

Aynı tarihte 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yapılan bir değişiklikle evlilik içi tecavüz kavramı getirildi. TCK’da yapı-lan değişiklikler bununla sınırlı kalmadı; ırz, namus, ahlak, ayıp, edebe aykırı davranış gibi “erkek egemen” söylemler TCK’dan çı-karıldı. Bakire, bakire olmayan ayrımı, kadın-kız ayrımı kaldırıldı.Burada bir parantez açıp, biraz duralım. Türk Ceza Kanunu’nun değiştirilmesinde Türkiye’deki feminist STK’ların etkisi ayrıca önem taşımaktadır. Bu dernek-ler, 2002-2004 yılları arasında Kadın Bakış Açısından Türk Ceza Kanunu başlığıyla bir araya gel-miş ve bir kampanya düzenle-miştir. Kampanya sonuçlarını değerlendirdikleri yazılarında TCK’da 30’a yakın değişiklik ya-

pıldığı belirtilmektedir. Hande Eslen Ziya (2012) Sosyoloji Araş-tırmaları Dergisi’nde bu hareket-lerin Meclis’e nasıl “sızdıklarına” ilişkin 2000 yılından oldukça il-ginç bir örnek aktarmaktadır:

“Söz konusu dönemde kadın-dan sorumlu devlet bakanı Ha-san Gemici’nin danışmanı olan Selma Acuner Türk Ceza kanunu değişikliğinde kadın hareketinin lobi stratejilerinin başarısından şöyle bahsetti:

Biz, KSSGM’nin [Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü. Daha Sonra Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü olarak değiş-tirildi] genel müdürü ile birlikte Şubat 2000 tarihinde yapılan bakanlar toplantısına resmen sızdık. O toplantıda öncelikli hedefler belirleniyordu, resmen oraya sızdık ve Hasan Gemi-ci aracılığı ile kadınlar ile ilgili bazı konuları öncelikli hedefler arasına soktuk. Bunlardan birisi Anayasa’nın 10. maddesidir, biri-si KSSGM’dir, bir başkası da Me-deni kanunun öne çekilmesidir.”

Devam edelim.

Türkiye’de bu gelişmeler yaşa-nırken, 2004 yılında ise dünya ilk pedofili partisinin yasallaştı-ğına şahit olmuştu. Hollanda’da kurulan PNVD (Kardeşçe Sev-

gi, Özgürlük ve Farklılık Partisi!) isimli bir parti çocuklarla ve hay-vanlarla cinsel ilişki kurulması-nı savunuyordu. Halk partinin kapatılması için Lahey Bölge Mahkemesi’ne başvurdu. Ancak mahkeme başvuruyu “özgürlük” gerekçesiyle reddetti ve parti yasallaştı.

Aynı yıl Türkiye ile AB arasında “zina krizi” patlak verdi. Zinayı suç ve ceza kapsamına alan tek-lif AB’yi ayağa kaldırmıştı. Gül’ün danışmanı Ahmet Sever anıla-rını anlattığı kitabında: “AB’nin en önemsediği reformlardan biri de Türk Ceza Kanunu’nun, AB standartlarıyla uyumlu hale getirilmesiydi.” dedikten sonra,

55

krizin nasıl aşıldığını ayrıntılarıy-la anlatmaktadır. AB, zina varsa AB’yi unutun, demiş. 22 Eylül 2004 tarihinde Başbakan Brük-sel’e gelmiş, Conrad Oteli’nde yapılan toplantıda, zina mesele-si tekliften çıkarılmış, konu “tat-lıya” bağlanmıştı.

Bir yıl sonra, 2005’te, ilk LGBT dernek, KAOS GL kuruldu. An-kara Valiliği “Hukuka ve ahlâka aykırı dernek kurulamaz” hük-mü gereğince derneğin kapa-tılması için Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na başvurdu. Savcılık, AB siyasi kriterleri, Katılım Or-taklığı Belgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni gerekçe göstererek kapatılma istemini reddetti. O tarihten kısa bir süre önce Ankara, ironik bir şekilde, Brüksel’den müzakere tarihi alan hükümetin bu başarısını Kızılay Meydanı’nda kutlamış, AB’ye girecek olmanın coşkusu-nu yaşamaya başlamıştı.

2006 yılında “namus cinayetle-rinin” önlenmesine yönelik Baş-bakanlık genelgesi yayınlandı.[2]

2009 yılında, Aile ve Sosyal Po-litikalar Bakanlığı tarafından Türkiye’nin o güne kadarki en büyük örneklemli araştırması yayımlandı. Türkiye’nin 51 ilinde 24 bin 48 hanede yapılan araş-tırmada “Aile Kadınlar İçin Ne Kadar Güvenli?” başlığının altın-da şu ifadeler yer alıyordu[3]:

“Araştırma sonuçları hem kadın-lar hem de toplum tarafından en güvenli ortam olarak düşü-nülen ailenin aslında kadınlar için güvenli bir ortam olma-dığını göstermektedir. 10 ka-dından 4’ünün birlikte yaşadık-ları erkekler tarafından şiddete maruz kalmaları, aile ortamının kadınlar için tehdit edebile-

cek bir kurum haline dönüştü-ğünü göstermektedir.”

Üzerinde aile bakanlığının lo-gosunun bulunduğu bir araştır-mada “aile kadınlar için güvenli değildir.”ifadesinin yer alması kıyametler filan koparmadı. Bi-lakis benzer ifadeler, yine Aile Bakanlığı’nın 2014 yılında yap-tığı araştırmada da yer aldı. Bu iki araştırmanın Türkiye’deki aile politikalarının yönlendirilmesin-de ve buna ilişkin yasal düzenle-melerde önemli bir etkisi vardı.

2009 yılında ilginç bir olay daha yaşandı. Aileden Sorumlu Dev-let Bakanı Selma Aliye Kavaf, Viyana’da AB Aileden Sorumlu Devlet Bakanları Toplantısına katılmıştı. Kavaf, sonuç bildirge-sindeki “farklı aile formları” ifa-desine itiraz etmiş ve bildirgeyi imzalamamıştı. Sebep, “farklı aile formları” ifadesinin “eşcinsel aileleri” de kapsıyor olmasıydı.

Bunun üzerine Türkiye’de kızılca kıyamet koptu. Bakan aleyhine feminist hareketler deyim yerin-deyse bir “cadı avı” başlattı. AK Parti içinden de Kavaf’a yönelik eleştiri sesleri yükseldi. Ak Parti Sivas Milletvekili Nursuna Me-mecan Kavaf’ın sözlerini “talih-siz sözler” olarak niteledi. O dö-nem AB Başmüzakerecisi olan

Egemen Bağış “Ben eşcinselliği bir has-talık olarak görmü-yorum.” dedi. Kavaf sonraki dönem aday olmadı. Yerine Fatma Şahin geldi. Şa-hin, Bakan koltuğuna oturduk-tan hemen sonra, Eylül ayında yeni anayasaya ilişkin eşcinsel derneklerin de davet edildiği bir toplantı yaptı. Toplantıda, eşcin-sel hakların anayasaya alınması-na “pozitif” baktığını ifade etti.

2010 yılında, Anayasa’nın 41. maddesinde yer alan “Aile, Türk toplumunun temelidir.” ifadesi-nin yanına usulca, “ve eşler ara-sında eşitliğe dayanır.” hükmü eklendi. Böylelikle aile kurumu temsilden mahrum bırakılmış oluyordu.

Ancak asıl önemli gelişme, 2011 yılının mayıs ayında yaşandı. Türkiye kısa adı İstanbul Söz-leşmesi olan “Kadınlara Yöne-lik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Müca-deleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” başlıklı uluslararası sözleşmeye imza atan ilk ülke oldu ve sözleşme hiçbir mad-desine çekince konulmadan ve tek bir ret oyu almadan 25 Ka-sım 2011’de Meclis’ten geçti; 29 Kasım 2011’de Resmi Gazete’de yayınlandı ve 1 Ağustos 2014

[2] Bu genelgenin ve Türkiye’de konuya ilişkin yayınlanmış başka resmi belgelerin analiz edildiği araştırma raporu için Bkz.:-http://aileakademisi.org/arastirma/turkiyede-ve-dunyada-kadina-siddet-arastirmasi-yayinlandi

Diğer raporlar için bkz.:-http://aileakademisi.org/arastirma/arastirma-toplumsal-cinsiyet-esitligine-dayali-politika-uygulayan-uelkelerde-kadin-ve-aile-http://aileakademisi.org/arastirma/aile-politikalari-ve-istanbul-sozlesmesi

2019 Yılı Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf

56

tarihinde yürürlü-ğe girdi. Bu an-laşmanın önemi LGBT’lerin söz-

leşmenin 4. maddesi gereği yasal güvence altına alınmış olmasıydı.

Dahası, Sözleşmenin tanımlar bölümünde aynen şu ifade yer alıyordu: “Kadınlar kelimesi 18 yaşın altındaki kız çocuklarını da kapsar.”.

Sözleşmenin bunlar kadar önemli olan bir başka maddesi ise, 48. maddeydi ve buna göre karı-koca arasındaki problem-lerde, “arabuluculuk ve uzlaş-tırma da dahil olmak üzere” alternatif “çatışma çözüm sü-reçleri” yasaklanıyordu. Ülke-mizde Adalet Bakanlığı’na bağlı Arabuluculuk Daire Başkanlığı bulunuyordu. Çek senet mese-lelerinden, başka pek çok konu-ya ilişkin “arabuluculuk” imkanı tanınan ülkemizde, karı-koca arasındaki “şiddet iddiası” içe-ren sorunların çözümünde ara-buluculuğa izin verilmiyordu.

Ardından, 2012 yılında 6284 sa-yılı kanun çıkarıldı. Kanunun ikinci maddesi, -hukukçulara göre, alışılmadık bir biçimde- İstanbul Sözleşmesi’ni esas aldığını belirtiyordu. Diğer bir ifadeyle, aile ve kadına ilişkin çıkarılan kanun, AB Konseyi’nin kadın ve aile algısını temel alı-yordu. Yeni kanunla yapılan düzenlemelerin en dramatik sonucu, kadına yönelik şiddetin önlenmesi gerekçesiyle kadının “beyanının esas” kabul edilecek olmasıydı. Buna göre, hukukun “masumiyet karinesi” rafa kal-dırılıyor, kadının beyanıyla koca hakkında en hızlı şekilde “yasal tedbir” uygulanıyordu. 6284 sayılı kanunun uygulama yö-netmeliği 18 Ocak 2013 tarihin-

de Resmî Gazete’de yayınlandı. Yönetmeliğin 30. maddesinin 3. bendi şöyle demektedir:

“Koruyucu tedbir kararı veri-lebilmesi için, şiddetin uygu-landığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin veri-lir. Kararın verilmesi, Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehli-keye sokabilecek şekilde gecik-tirilemez.”

Şeffaf Ev: Ailenin Kamu Denetimine Açılması

Daha önceki bir yazımızda Ro-ckefeller Vakfı’nın finanse etti-ği çalışmalarla ABD’de hukuk sisteminin nasıl değiştirildiğini aktarmıştık. Bugün, ülkemizde benzer bir süreç yaşanmaktadır. Reisman’ın ABD için vurgula-dığı tehlikenin bir adım ötesine geçmiş bulunuyoruz: Aile si-noptik evrene dahil edilmelidir. Ülkemizde hukukun aileye kar-şı yeniden yapılandırılması bu bakımdan garipsenecek bir şey değildir.

Fakat hukukun yapılandırıl-ma süreci henüz bitmemiştir. Bugün ardı ardına yayınlanan “istismar”, “tecavüz”, “ensest” haberlerinden yeni bir hukuk üretileceğinden kimsenin şüp-hesi olmasın.

Artık ev şeffaf hale gelecektir. Byung-Chul Han’ın Flusser’den (1997) aktardığı şu sözler olup biten şeyleri özetlemektedir: “Duvar, çatı, pencere ve kapı-dan oluşan sağlam ev maddi ve gayri maddi kablolarla delik de-şik edilmiş, çatlaklardan iletişim rüzgarlarının estiği bir harabeye dönmüştür.” Han, şunu ekliyor: “İletişim ve enformasyonun diji-tal rüzgarı her şeyin içine işler ve her şeyi şeffaf hale getirir.”.

İlgilendiği her şeyi bir pazar olarak gören küresel serma-ye, görünmeyene düşmandır. Çocuklara, kadınlara, gençlere doğrudan ulaşmayı engelleyen her şeyi “şeffaf olmamak”la ca-navarlaştırır. Görünmeyen şey kötüdür. “Şeffalık mecburiyeti” der, Han, “Görünürlüğe tabi ol-mayan her şeyi şüpheli bulur. Şiddeti buradadır.”.

Hukuk, hepimizi birer teşhir ürününe dönüştürmek için ma-nipüle ediliyor. Sadece devletin değil, toplumun da göremedi-ği her şeye “şüpheyle” bakması tavsiye ediliyor. Yukarıda bah-settiğim araştırmada ailenin “güvenilmez” olarak kodlanma-sı boşuna değildir. Metis Yayın-larından çıkan Pınar İlkkaracan, Leyla Gülçür ve Canan Arın’ın yazdığı kitabın adı da bu güve-nilmezliği/şüpheyi açıkça yansı-tır: Sıcak Yuva Masalı.

Ev şeffaflaşana kadar, herkes tarafından görülebilir hale ge-tirilene kadar bu şüphe devam edecektir. Han’ın sık sık söyle-diği gibi: “Şiddet buradadır.” Artık hepimiz şüpheliyiz. He-pimiz, sadece olası bir mağdur

[3] Bu araştırmada ve Türkiye’de kadına şiddet söyleminde kullanılan diğer istatistiklerdeki manipülasyonları ele alan rapor için bkz.: http://aileakademisi.org/arastirma/turkiyede-ve-dunyada-kadina-siddet-arastirmasi-yayinlandi

Byung-Chul Han’ın teknolojinin aile kurumu üzerin-deki etkisini açıklayan kitabı “Şeffaflık Toplumu”

57

değiliz, aynı zamanda her birimiz olası bir sapık olarak görülüyoruz: Gizleyecek/örtecek/saklayacak bir şeyimizin olması, bizi sadece şüp-heli hale getirmez, aynı zamanda bize yapılacak formel ve informel müdahaleler için esaslı bir gerekçe oluşturur. Neo-liberal kültür, sade-ce kayıt dışı ekonomiyi değil, ka-yıt dışı ilişkiyi de problemli olarak görür. Mahremiyet ya da akrabalık ilişkileri görünür olmamaya gerek-çe olarak sunulamaz. Görmek asıl-dır. Şeffaflık mecburidir. Feminist-lerin sloganında söylendiği gibi: “Özel olan politiktir”.

Fakat evin şeffaflaşması, sadece evi görünür kılacaktır. Tehlike bu-rada bitmez. İçimden geçenler de görünür kılınmalıdır. Michia Kaku Zihnin Geleceği kitabında, beyni-mizin içinden geçenleri görselleş-tirilebilecek bir makinenin -ilkel düzeyde de olsa- yapılabildiğini bize haber vermektedir. Sonuçta “iyi dokunuşla”, “kötü dokunuşu” ayırt edebilecek bir makineye ih-tiyacımız var. Niyet de görünebilir olmalıdır.

Sorun istismar değildir. Bir şeylerin görünemiyor olmasıdır.[4] Niedz-viecki (2010) Dikizleme Kültürü ki-tabında Padme adındaki bir ev ha-nımının açtığı kişisel bloğu anlatır. Padme, kocasıyla yaşadığı her şeyi bloğunda yazmaktadır. Yazmakla kalmamakta, kocasıyla yaşadıkla-rını da videoya kaydedip bloğuna koymaktadır. Bloğunun adı şeffaf-lık ideolojisinin bir cümlelik anla-tımıdır: Karanlık Tarafa Yolculuk. Zaten Padme de, 1 milyon 600 bin takipçisinin ardındaki sırrı şöyle açıklıyor: “Pek çok insan şeffaflı-ğımızdan hoşlanıyor.”. Padme’nin anlattıklarında ilginç olan bir şey daha var: Padme kocasını “Efendi” kendisini ise “köle” olarak tanımlı-yor. İzleyicileri bu Efendi-Köle ilişki-sini merak ediyor. Padme, artık blo-ğuna reklam da almaya başlamış.

Şeffaflık, dünyamızda ödüllendiri-liyor. Han’ın deyimiyle: Şiddet bu-radadır. Ancak Padme’nin kamuya açtığı hayatını bilmeyen birileri var. Çocuklarının ya da yakınlarının bir gün bloğundan haberdar olmasın-dan korkuyormuş. Padme burada korkmalı mıdır? Ya da kendini ev hayatını ifşa ettiği için suçlu hisset-meli midir? Soruyu şöyle sorarsak cevabı daha kolay bulabiliriz: Şeffaf olmak suç mudur?

Ev/aile bugün kamunun denetimi-ne çoktan açıldı bile. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2012 yılında Han’ın bahsettiği maddi kablolar-dan birini uygulamaya koydu. 18 Ekim 2012 tarihinde “panik butonu” ve “elektronik kelepçe” uygulama-ları için Bursa pilot bölge seçilmiş-ti. Birkaç yıl sonra akıllı telefonlara indirilebilen panik butonu uygula-maları hizmete sunuldu.

1946 yılında ABD Michigan Sena-törü Arthur Vandenberg Başkan Truman’a, halkını savaşa ikna et-mek istiyorsan, onların “ödünü patlatmalısın” demişti. Klein buna Şok Doktrini diyor. Korkutulmuş ve şoke edilmiş bir toplum her türlü telkine açık hale gelecektir.

Uzmanların “istismarı önlemek için” verdiği nasihatlerden biri çok ilginçtir: Çocuğa, en yakınlarının bile vücuduna dokunmaması için eğitim verilmelidir. Frank Furedi, Paranoyak Anne-Babalık kitabında tam da bu konuya değinir. Artık bir çocuğun başını okşamak da şüp-heli bir şeydir; ebeveyni bile olsa-nız. Dahası, çocuk da en yakınlarını “güvenilmez” olarak algılar. Ne de olsa, istismar “en yakından” gel-mektedir.

İstismarın en yakından gelmesi önemli bir şeydir. “En yakınların” kişiliklerinin ne olduğu, “en yakının eyleminin beslenme kaynakları” vs. önemli değildir. Hatta en yakının

eyleminin cezalandı-rılması da asıl değildir. “Ceza” o yüzden tartı-şılması gereken bir şeydir: İdam olmamalıdır. Eylem-den daha çok “en yakın” olmanın önemi vardır. “En yakınlık” olağan şüphelilik demektir. Artık günü-müzde, amca, dayı, yeğen olmak riskli bir şeydir; ebeveyn olmak da.

En yakınların “uzaklaşması ya da uzaklaştırılmasının” bir kamu me-selesi, hukuk meselesi haline gel-mesi garipsenmemelidir. Ev şef-faflaşana kadar sürekli bir “olay mahalli” muamelesi görecektir. Mekan şeffaflaşacak, “olağan şüp-heliler” çocuktan uzaklaştırılacak-tır. Şeffaflık ideolojisi, hedefiyle arasında bir şeylerin olmasına ta-hammül edemez.

“Şeffaflık, neoliberal bir aygıttır.” der Hal, “Buna karşın gizlilik, ya-bancılık ve ötekilik sınırsız iletişi-me engel oluşturur. Şeffaflık adına bunlardan kurtulmak gerekir. Şef-faflık insanı camlaştırır. Şiddeti de buradadır. Sınırsız özgürlük ve ileti-şim topyekûn kontrol ve gözetime dönüşüyor.”

Şiddet, tam da buradadır.

[4] Bkz. http://www.islamianaliz.com/yazi/istanbul-kids-fashion-ve-yapisal-istismarin-gorunmez-kilinisi-3577#sthash.ILZMAqvs.dpbsNot: Bu yazı daha önce www.islamianaliz.com sitesinde yayınlanmıştır.

Mücahit GÜLTEKİNYazar

58

“TAKDİR-İ EZEL,GAYRETE ÂŞIKTIR”

Ebrû sanatının yaşayan ustalarından Ahmet Hikmet Barutçugil…Söyleşimizin ikinci bölümünde, Barutçugil’in İslam sanatları ile Batılı sanatlarını konuştuk. Ahmet Barutçugil, İslam sanatlarının ‘Gönül’e hitap ettiğini ifade ediyor.Sanat için kullandığı ifade ise başlıkta da görüleceği üzere, “Takdir-i Ezel Gayrete Âşıktır”HURSAD Ekibi olarak, Ebrû sanatının üstadına gelecekteki hayalini de sorduk…

- İslam sanatlarını Batılı sa-natlardan ayıran bir kavra-yış, bir bakış var mıdır?

Ahmet Hikmet Barutçugil: Ta-bii batı sanatlarında önce estetik esas alınır. Ancak estetik kelime-si bizim sanatlarımızı tanımla-mak için yeterli değildir. Estetik, Yunanca kökeniyle duyu bilimi demektir. Bu kelime ilk defa tan-rıların varlığını ispat eden yedi delilden biri olarak kayıtlara geçi-yor. İşte denge, oran, biçim, gece gündüz, şudur budur…

Ama şimdi bizim sanatlarımızda bunlar yeterli kalmıyor. Öte yan-dan bizim Allah’ın varlığını ispat etmek için herhangi bir delile de ihtiyacımız yok. Her an hayretle bakamayacağımız hiç bir şey yok değil mi? İslam sanatlarında bu estetik kelimesinin yerine bizim “letafet” kelimesi kullanmamız

lazım. Letafet kelimesi, estetiğin içerdiği bütün manaları içeriyor. Ayrıca kendinden geçercesine, vecd halinde anlamlarını da içe-riyor ki bizim sanatlarımıza da uyan tam olarak bu.

Bitirmeden bir parantez açayım; batılı sanatlar genel olarak göze hitap eder, İslam sanatları Gö-nül’e. Gönül kelimesinin ise batılı dillerinin hiç birinde bir karşılığı yoktur. Vefa gibi, muhabbet gibi… Çünkü o duygularla yapmıyorlar.

- Bu letafet anlayışı kendi-siyle birlikte bir alçak gö-nüllülük de getiriyor o halde sanırım sanatçıya değil mi?

Ahmet Hikmet Barutçugil: Bu-rada duamızı hatırlayalım; ezel-deki hükmüne uygun olarak baş-langıç cümlesine kadere iman ile başlıyor. Ezelde bir hüküm

var. Eyvallah diyorsun: “La faile illallah. (Allah’tan başka yapan yoktur.)” Kendini aradan çeki-yorsun. Aman diyorsun beni işte araya koyup da şirke düşmekten hasetten koru diyorsun. Benlik-ten enaniyyetten vazgeçiyorsun. Onun için imza atma geleneği de yoktur İslam sanatlarında. Mimar Sinan’ın hiçbir eserinde adı geçi-yor mu? Hiçbirinde yok, mali ka-yıtlardan falan buluyorlar kimin ne yaptığını.

- Eserleri imzasız bırakma geleneği tamamen geçmiş-te mi kaldı peki? Yoksa bu-gün de bu geleneği devam ettiren ustalar var mı?

Ahmet Hikmet Barutçugil: Ben kendi adıma konuşayım. Günüz

“TAKDİR-İ EZEL,GAYRETE ÂŞIKTIR”

“Takdir-i Ezel Gayrete Âşıktır” (SÖYLEŞİ – İKİNCİ BÖLÜM)60

değerlerine göre imza atmak du-rumunda kalıyorum. Ne yazık ki imzasız eser bugün değersiz eser şeklinde algılanıyor. Eskiden bu ustalar çok azdı. Herkesin kendi tarzından, tavrından ne yaptığı bilinirdi. Ama bu gün bu sanat-larla uğraşanlar arttı. Bir de üze-rine birbirini taklit edenler çıkın-ca işleri ayırt etmek iyice zorlaştı. 2000 yılına kadar bu imza işinden ben çok sıkıntı çektim. Kaç defa eserleri çerçevelerinden çıkartıp imza atmak durumunda kaldım. 2000’den sonra ise bu imza işine bir çare buldum. Eserlerin altına Hikmet-i Hüda yazıyorum. Biz şimdi bunu Arapça gibi okursak; “Hüda” doğru yol demek. Hida-yetten geliyor. Doğru yolun bi-linmeyen sırları: Hikmet-i Hüda. Eğer Farsça okursak: Allah’ın bilinmeyen sırları. Yani ebrûnun görselinin tanımı anlamına ge-liyor. Ben şimdi şu görseli (bir ebrû eserini gösteriyor) tanımla-yamam. Bu niye böyle oldu, bu çizgi niye daha kalın olmadı, niye burada döndü? Allah’ın bilinme-yen sırları. Ve işin en ilginç tarafı bu görüntülerin hepsi zaten tabi-atta var. Yahu ayet var: “Her şeyin sudan yaratıldığını bilmezler mi, inanmazlar mı?” diye. Bu ara-da itiraf edeyim, adımın Hikmet olma avantajını da kullanarak, herkes imza zannediyor.

- Ebrûda herhangi bir ese-rin de reprodüksiyonu asla yapılamıyor o halde?

Ahmet Hikmet Barutçugil: Evet. Her biri bir tane, ikincisi de asla olmaz. Batılı gözüyle bakıl-dığında bunları sanattan saymı-yorlar, tesadüfi diyorlar. Güzel bir

kelime kullanıyorlar aslında ama anlamını bilmeden. (Gülüyoruz.)Şimdi tesadüfi kelimesi Arapça, Türkçeleştirdik “rastlantı” dedik. Köküne bakın: “Rast” dost-doğ-ru, olması gereken, olması ge-rekenin en iyisi, hedefi vurmak anlamına geliyor. Evden çıkar-ken anneler, “işin rast gitsin” der mesela. Bu rastlantı anlamında değil tabii. Ya da balığa çıkana “rastgele kaptan” denir. Bu bir ilahi tecellidir sadece boyalı bir kâğıt parçası değildir.

- Gerçekten bu kavrayış karşısında hayran olmamak mümkün değil. Bu açıkla-mayı yapmayı denediniz mi acaba hiç yurt dışında?

Ahmet Hikmet Barutçugil: 1992 Yılında Kaliforniya’da, San Fran-

cisco’da Uluslararası bir ebrû ustaları toplantısı vardı. “Inter-national Marbelers Gathering.” diye geçer. Bu 4-5 yılda bir yapılır. Daha sonra 97’de aynı toplantıyı İstanbul’da düzenledim. Neyse, San Fransisco’daki toplantının açılış konuşmasını benim yap-mamı istediler. Çünkü Ebrû ile uğraşanlar bu sanatın Türk kö-kenli olduğunu bilirler. Altı ay ka-dar ne anlatacağımı düşündüm. Eski ustalarımızdan, Türk ebrû-sundan falan bahsetmek yeri-ne bizim sanat anlayışımızdan bahsedeyim biraz dedim. ‘’İslam Sanatlarının Estetik Prensipleri’ ’başlıklı bir konuşma metni ha-zırladım. O zamanlar barkoviz-yon falan yoktu slayt gösterisi vardı. İşte arkada İslam şaheser-lerinden görseller dönüyor. Bir de Oruç Güvenç’ten su ve ney

“Takdir-i Ezel Gayrete Âşıktır” (SÖYLEŞİ – İKİNCİ BÖLÜM)61

sesiyle hafif bir müzik ayarladık. Be-nim konuşma metnini de sonradan Müslüman olan bir arkadaş var, Ab-dul Hay. Radyo spikeri kendisi, ona okuttum. Baktım birileri ağlıyor. (Gülüyoruz)

Sonra o metin bir dergide yayım-landı. San Francisco Üniversite-si’nde bir sanat tarihçisi, Charles Helminski adında biri görmüş onu. Konuştuk, baktım İslam Sanatlarını çok iyi biliyor. Sanat tarihine de ba-kışı bizimkilerden çok farklı. Öyle bir dönem bu vardı, şu üslup mo-daydı gibi değil. Sanatçı ne hissedi-yordu da bu eseri verdi? Eser yapısı itibariyle dönemin hangi ruhunu yansıtıyordu, neye inanıyordu, na-sıl yaşıyordu gibi daha içe bakan bir anlayış. İstanbul’a davet ettim kendisini. Geldi, İstanbul’u görünce Adam dedi ki “size ne olmuş? Nasıl, oldu da kendi geçmişinize o yüce duygularınıza bu kadar ihanet etti-niz?” Bunları dediği zaman da 1994! Şimdi görse ne der kim bilir? Ne diyecek kalkar vurur herhâlde bizi. (Gülüyoruz)

- Geçtiğimiz yıl Yeditepe bie-nalin ’de “Gezegenler” adında bir eseriniz sergilendi. Alışılmış ebrû uygulamalarına göre ol-dukça farklı. Bu eserinizde ne anlatmak istediniz?

Ahmet Hikmet Barutçugil: Barut ebrûları mikro ve makro kozmos arasındaki sonsuz görüntülere, ta-biattaki birçok biçilmelere benzi-yor. Venüs’ün, Satürn’ün fotoğraf-larına bakarsanız benzer desenleri görebilirsiniz. Ben de bu bienaldeki “Mekândan Taşanlar” sergisinde teknolojiyi de kullanarak bir ensta-lasyon yapmak istedim. Normalde o eser, tek bir noktadan aydınlatı-

“Takdir-i Ezel Gayrete Âşıktır” (SÖYLEŞİ – İKİNCİ BÖLÜM)62

larak kimisi hilâl, kimisi dolunay, yarımay gibi çeşitli evrelerde görülecek şekilde sergilenecek-ti. Ama bienalin ilk kez yapılma-sından kaynaklı olarak bir takım eksiklikler oldu. Mesela işlerden biri kapıya sığmadığı için sergide yer alamadı. Yine de güzel bir ka-tılım oldu.

- Geleneksel sanatlarda pek karşılaşmadığımız tür-den bir uygulama. Peki, ko-nuşmamızın başında geçti. Bir müze kurma hayalim var dediniz. Biraz daha bahse-der misiniz fikirlerinizden?

Ahmet Hikmet Barutçugil: O yaşayan özel bir müze olmalıdır. Dünyanın hiçbir yerinde benzer bir uygulama yok. Ben istiyorum ki bizden sonraki nesillere kalan, statik değil de dinamik bir müze olsun. Bu fikir de benim aklıma Basel’de geldi. Orada bir kâğıt müzesi var “Paper Mill” diye bir yer. 1453’te kurulmuş. Aynı yön-temle tıpkı 1453’teki gibi kâğıt üretiyorlar, hâlâ faal. Ayrıca aynı yerde sergiler, seminerler dü-zenliyorlar. 5 kez, yılda bir hafta olmak üzere orda ders verdim. Orası yaşayan bir müzedir. Kâ-ğıt yapıyorlar, isteyen kendisi de deniyor, yaptığını parasını verip götürüyor, çalıştaylar düzenleni-yor, dinamik bir yapıda yani. Ben de içinde ebrûların yapıldığı, fikir üretme toplantılarının, sergilerin, seminerlerin düzenlendiği dina-mik bir müze hayal ediyorum. 1830‘lu yıllardan kalan halen için-de yaşadığımız ve atölye olarak kullandığımız mekânı bizden sonra ebrû sanatına yaşayan bir müze olarak hediye etmek.

1952’de Malatya’da doğan

Hikmet Barutçugil, 1973’de

İstanbul Devlet Güzel Sanat-

lar Akademisi, Uygulamalı

Endüstri Sanatları Yüksek

Okulu’nda tekstil eğitimine

başladı. Yüksek öğreniminin

ilk yılında tanıdığı ve öğren-

cisi olduğu Prof. Emin Ba-

rın’ın teşvikiyle hat sanatına

ilgi duydu. Hat sanatı ile ilgili

çalışmalarına başladığı sıra-

da ebru sanatını fark eden ve

içindeki dinamizmi keşfeden

Barutçugil’in bu sanata duy-

duğu sevgi kısa zamanda

tüm benliğini sardı. Öğrenci-

lik yıllarında araştırmalarını

tek başına sürdürüp kendisi-

ni geliştirdi.

1977’de Akademi’den teks-

til desinatörü olarak mezun

olduktan sonra çalışmalarını

ebru üzerine yoğunlaştırdı.

1978-1981 yılları arasında ih-

tisas için gittiği Londra’da

araştırma ve çalışmalarını

aralıksız sürdürdü. Akademik

eğitimden aldığı sanat alt-

yapısını gelenekli sanatlarla

birleştirerek yepyeni ufuklar

açtı. Geleneği geçmişten gel-

diği gibi yaşatırken, çağdaş

yorumları ile ilgi alanını son

derece farklı mecralara çekti.

Türk Ebru Sanatını tanıtmak

ve yaymak amacı ile yurtiçi

ve yurtdışında 36 ülkede,

119 kişisel ve 122 karma ser-

gi açtı. 195 kurs ve seminer,

126 konferans ve uygulama-

lı ebru gösterimi ile 6 sanat

terapisi gerçekleştirdi. Ebru

sanatı ile ilgili birçok TV

programına katılan, dergi-

lerde röportajları yayınlandı,

kongrelere bildiriler verdi.

Hikmet Barutçugil’in yayım-

lanmış birçok mülakat ve

makalelerinin yanı sıra ya-

yınlanmış kırık kitabı bulun-

maktadır.

Ahmet Hikmet Barutçugil Kimdir?

“Takdir-i Ezel Gayrete Âşıktır” (SÖYLEŞİ – İKİNCİ BÖLÜM)63

PORTRE

MORO CİHADI’NIN ŞEYH ŞAMİLİ

HACI MURAT İBRAHİM2003 yılında Müslümanlar, Ebubekir Kampı’nı terk ettikten sonra Selamet Haşimi yine

Bangsamoro’da bulunan Malavi bölgesindeki bir adaya geçti. Mücadelesine orada devam etti.

2003 sonlarına doğru da kendisini daha önce almış olduğu bir yaradan dolayı -vücudundaki şarapnel parçasından vücuduna yayılması- rahatsızlandı.

2003 yılının sonlarında hayatını kaybetti, şehit oldu.

O vefat ettikten sonra merkezi komite dediğimiz Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin yönetim kurulu üyeleri kendi aralarında toplanıp yeni bir lider üzerinde ittifak etmek istediler.

Bu liderin adı da Selamet Haşimi’nin askeri kanat komutanı olan o dönemde başına çok büyük ödüller konulan dünyanın sayılı gerillalarından biri olarak adlandırılan Hacı Murat İbrahim’di.

Başa geçtikten sonra 2005 ve 2007 yılında çok büyük zaferler kazandılar. 2010 yılına kadar bu şekilde devam etti.

Moro Müslümanlarının özgürlük mücadelesinde elde ettiği başarı kadar savaşın en çetin anlarında bile İslami kurallar çerçevesinde hareket etmesiyle tanınan Hacı Murat İbrahim bu yönüyle saygı

duymayı hak ediyor.

Bir gün radyoda mücahitlere seslendi.

Ve şunları söyledi:

“Bizim mücadelemiz meşru bir mücadeledir. Sivil halka zarar veren, savaştığımız Filipinler’in devlet kurumlarına, elektrik hatlarına zarar veren bizden değildir. Bizler asla bu yoldan

dönmeyeceğiz”

64

Engin Uzun’un Objektifinden

HAC 2019Kâbe’nin Eşsiz Fotoğrafları

65

66

Şerefü’l mekân bi’lmekin demiş büyüklerimiz.

Mekanların şerefi orada yaşayanların şerefi iledir.

İslam şehirleri, bağrında sakladığı Allah’ın güzel kulları

ve bu değerli zevatın şehre kattığı değerlerle birlikte

anılmışlardır.

Tarihi İpekyolu’nun ve İslam tasavvuf medeniyetinin önemli durakları Buhara,

Bursa ve Bosna, bu anlamda huzur veren şehirlerdendir.

HUZUR VEREN

ŞEHİRLER

Buhara, Bursa, Saraybosna…

Kalyan minaresi

BuharaÇin’den başlayıp Avrupa’ya uza-nan tarihi İpekyolu’nun incisidir Buhara... Semerkand’a 250 km mesafede, Orta Asya’nın en ka-dim şehirlerindendir. Buhara’da birçok ilim adamı yetişmiş, şeh-rin tarihi cami ve medreseleri dünyaya ün salmıştır. Bu özelliği ile kahverengi ve mavinin şehri denilmiştir. Tarihi çarşısında asır-lar öncesine yolculuk yaparsınız. Eski kervansaraylar, günümüzde el işleri ve el sanatlarının sergile-nip satıldığı merkezler. Buhara halıları, kilimler, şapkalar renga-renk bu çarşıda. Bu kadim şehir, ünlü İslam bilginlerini de yetiş-tirmiş. İbn-i Sina, İmam Buhari ve Şah-ı Nakşibend hazretleri bunların öne çıkanları. Özellikle Şah-ı Nakşbend’in türbesi, geniş bahçesi ve ahşap sütunlu revak-larıyla çok güzel bir ziyaret yeri. Gelenler huzur buluyor burada.

Cengiz Han’ın yakıp yıktığı şehir, Timur zamanında yeniden aya-ğa kaldırılmış.

Dünyanın en prestijli okulları Buhara’daymış bir zamanlar… Şehirde 366 medresenin varlığı tarih kitaplarına geçmiş.

Kalesi, Leb-i Havuz meydanı, Mir Arap Medresesi, 4 Minare, mavi yeşil çinili medreseleri ve camileriyle adeta bir açık hava müzesi Buhara…

Eyyub as Asa Suyu da önemli bir ziyaret yeri.

Ünlü Buhara pilavı, mantısı ve yeşil çayı çok güzel.

Buhara, tüm güzellikleriyle ziya-retçilerini huzura çağırıyor.

Buhara / Özbekistan

Samanîler’den kalma İsmail Samanî’nin mezarı

70

BursaOsmanlı’yı kuran tarihi başkent. Asırlarca Türk İslam coğrafyasın-dan kendisine koşanları sevgiyle bağrına basmış. Orta Asya, Kaf-kasya ve Balkanlar’dan çok sayı-da insanı misafir etmiş, halen de misafir etmeye devam ediyor.

Babası Osman Gazi’nin vasiyeti ile Bursa’yı fetheden Orhan Gazi ve eşi Nilüfer Hatun şehre ilk İs-lam mühürlerini vurmuş. Cami, medrese, imarethane gibi İslam külliyelerinin önemli eserleri-ni şehre kazandırmışlar. İlk altı Osmanlı sultanı Bursa’da sırlan-mış, ilk mütevazi Osmanlı sara-yı Bursa’da yapılmıştır. Yapıldığı dönemde İslam dünyasının en büyük mabedi olan Ulucami, günümüzde de şehre gelenlerin ilk durağı ve huzur kaynağıdır. 1855 depremi ile kıyameti yaşa-yan şehirde, Sultan Abdülme-cit döneminde yeniden ayağa kaldırılmış, adeta bir hüsn-i hat müzesi olmuştur. Yeşil, tek ba-şına adeta Bursa’nın simgesi ve

özetidir. Hüdavendigar Külliyesi, Osmanlı’nın tek şehid padişahı, halen aramızda yaşayan ve rı-zıklanan 1.Murad Han’ın mekanı-dır. Bursalıların ve ziyaretçilerin huzur bulduğu, mutlu çaylarını yudumladıkları huzur mekanıdır. Bursa’nın Topkapısı; Muradiye, Sultan Fatih’in aile kabristanıdır. Bir de manevi sultanları vardır Bursa’nın... Emirsultan, Buha-ra’dan Bursa’ya huzur yolculuğu

yapmış ve günümüzde de ziya-retçilerine huzur vermeye de-vam etmektedir. Erguvan Bay-ramı onun bir hatırasıdır. Bursa kadısı Aziz Mahmud Hüdayi hu-zuru Muhyiddin-i Üftade’de bul-muştur. Yunuslardan bir Yunus, Bursalı Aşık Yunus çok sevdiğimiz;

“Şol Cennetin ırmakları,Akar Allah deyu deyu..”

dizelerini Bursa’da söylemiştir. İslam dünyasın en çok okunan manzumesi olan Mevlid-i Şeri-fin nazımı Süleyman Çelebi Bur-sa’dadır. Yüzyıllarca Hristiyan ra-hiplere bir okul olan Keşiş Dağı Uludağ, teleferiğiyle, kışın karı, yazın tertemiz ve serin havasıy-la ziyaretçilerine huzur vermeye devam ediyor. Bir de şelaleleri vardır Bursa’nın… Kimi keşfedil-miş, kimi keşfedilmeyi bekle-mektedir. Hiç ayrılmak istenme-yen şehirlerin başındadır Bursa…

Huzur veren Bursa.

Bursa Ulu Camii

Hüdavendigar Külliyesi

Huzur Veren Şehir lerHuzur Veren Şehir ler71

SaraybosnaGazi Hüsrev Bey’in fethiyle İslam ile tanışmış, ovasındaki saray ne-deniyle Saraybosna olarak isimlen-diriliyor. Ünlü sebil çeşmesiyle Baş-çarşı Bosna’nın kalbi. Hünkâr Camii bizlere Fatih’i hatırlatıyor. Kültürler buluşması diye bir çizgi var Başçar-şıda. Bir tarafta Avusturya Macaris-tan döneminin soğuk eserleri, diğer tarafta Osmanlı’nın sıcak ve kuşa-tıcı ruhu. Şehri ikiye bölen ırma-ğının üzerinde çokça tarihi köprü var. 1.Dünya savaşı da burada pat-lak vermiş. 1992-1995 yıllarında acı-masız bir soykırıma uğradı Bosna… Ama direndi. O umut dolu direnişin hüzünlü bir öyküsü Yaşam Tüneli. Ziyaretçilerine hayata umutla ba-kışı sesleniyor. Gazi Hüsrev Bey Ca-mii’nde Boşnak gençleriyle birlikte namaz kılmanın huzurunu anlat-maya kelimeler yetmiyor. Çeşmele-rinden soğuk ve tatlı sular akıyor. En güzel kahveler hoş sohbetlerle yu-dumlanıyor. Acıkınca Boşnak köf-tesi cevabı ve saç börekleri imdada yetişiyor.

Saraybosna ziyaretçilerine huzur veriyor.

Başçarşı / Sebil Çeşmesi

Yaşam Tüneli

Erol BODUR

Huzur Veren Şehir lerHuzur Veren Şehir ler 72

İSLAM DÜNYASI’NIN YÜZAKIMORO MÜSLÜMANLARI

Katliama uğradılar ama yılmadılar

Moro ile ilgili ve bu mücadele ile alakalı bilgi vermeden önce Mo-ro’nun tarihine bakmak lazım. Moro, 1200’lü yıllarda Yemenli tüc-carların bölgeye ulaşmasıyla İslam-laşmış. Kısa sürede de Filipinler’in neredeyse tamamı Müslüman coğ-rafyaya dahil olmuştur. Daha sonra Moro, 300 yıla kadar yani 1570 yılına dek Müslümanların hâkimiyetinde kaldı. Kâşif diye bilinen aslında mis-yoner olan Macellan’ın bölgeye gel-mesi ile de işgaller başladı.

Müslümanlar katledildi. İspanyollar tarafından tecrit edildiler. Bölge, İs-

lami kimliğinden yavaş yavaş uzak-laşmaya başladı. İspanyollar bölge-de yine 300 yılı aşkın süre kaldılar. 1897 yılına kadar İspanyollar bölge-de hakimiyetlerini sürdürdüler.

1897 yılında Amerika Birleşik Dev-letleri’nin bölgeye ulaşmasıyla birlikte, işgal İspanyollar’dan dev-ralındı ve bölge Amerika’nın kont-rolüne girdi.

Müslümanlara eziyet hiç bitmedi!

1946 yılına kadar 50 yılda İslami bütün hassasiyetleri ortadan kal-dırdılar. 300 yıllık İspanyol işgalin-den daha fazla katliamlar yaptılar.

Müslümanlar, İspanyollara kar-şı verdiği mücadeleyi bu sefer ABD’lilere karşı vermeye başladı.Asya’da, Ortadoğu’da ve Afrika’da bağımsızlık hareketlerinin başla-dığı o dönemlerde ABD, Filipin-liler’e “özerklik” hakkı verdi. Zira kendilerinden birilerini iktidara geçirip yine sömürgeleşmeye de-vam ettirdiler.

Filipinler’i yönetenler, ABD’ye hiz-met eden isimlerden oluştu.

Hem İspanyollar hem Amerikalılar burada Katolik Hristiyan bir toplu-luk oluşturmuştur. Aşırı dinci Ka-tolikler de Müslüman mahallele-rinde katliamlar yapmaya başladı.

Müslümanlar, Filipinler’in de aynı şe-kilde katliam yaptığını görünce ya-bancılara karşı verdikleri mücadeleyi hükümete çevirmeye karar verdi.

1950’li yılların sonlarına doğru Mı-sır’da öğrenim gören ve Müslü-manların Mısır’daki temsilcisi olan bir öğrenci, yapılan bu katliamla-rın karşısında duyarsız kalmadı. Uzun süren toplantıların ardından Hristiyan milislere karşı mücadele kararı aldılar.

Sonunda Mindanao dediğimiz yerde Cotobato bölgesi ilk kur-tarılmış bölge ilan edildi. Orada silahlı mücadele başladı. Müslü-manlar bu mücadeleyi görünce, bu gençlere destek olma kararı aldı. Hem maddi hem manevi destek vermeye başladılar.

Cihadın ilk tohumları böyle atıldı

1967 senesinde küçük gruplar bir araya geldi ve Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi adı altında bir oluşumun çatısı altında mücade-le etmeye başladılar. O dönemde akademisyen olan Nurmisva-ni adında birisini de lider olarak seçtiler. 1971 senesinde Markos döneminde Müslümanlara kıyım yapıldı. Aynı yıl Moro Ulusal Kur-tuluş Cephesi lideri Nurmisvani ile Markos bir anlaşma yaptı.

Selamet Haşimi ise Müslümanla-rın menfaatine uygun olmadığı gerekçesiyle bu anlaşmaların ya-pılmaması gerektiğini ifade etti.

1977 senesinde Selamet Haşimi ve arkadaşları Ulusal Cephe’den ayrıldıktan kısa süre sonra Moro İslami Kurtuluş Cephesi’ni kura-rak Moro’daki mücadelenin, ulu-sal cepheye geçmesini sağladılar.Müslümanlar, bu konuda hassasi-yetleri olduğu için büyük oranda İslami cepheye geçtiler.

Dünyanın yüzünü karartan katliamlar

Mücadele bu şekilde İslami cep-hede devam etti. Dönemsel ola-rak çok büyük katliamlara maruz kaldılar.

Kadınlara tecavüz edildi. Camileri yakıldı, yıkıldı. Yapılan mücadele-de 2003 yılında çok büyük bir kat-liam yapıldı.

Dönemsel olarak da ateşkesler ilan edildi.

Filipinler ile barış görüşmeleri başlatıldı.

Moro’lu Müslümanların Kurtuluş Cephesi’nin Merkezi konumunda olan Ebubekir kampına çok bü-yük operasyon düzenlendi.

Kampı ele geçiren Filipin askerleri o dönemde 30 binden fazla mü-cahidi şehit etti.

Barış süreci başlıyor

2011 yılında Filipin ordusu yine çok büyük katliam yaptı. 2012 yılında barış görüşmeleri devam ediyor-du. 2012 yılının sonuna doğru bir

ateşkes ilan edildi. Sonra da biz de (İHH İnsani Yardım Vakfı) bölgeye gidip gel-meye başlamıştık o yıllarda.

Ateşkes ilanından sonra da İslami Kurtuluş Cephesi yetkilileri barış görüşmelerinde uluslararası bir heyetin gözlemci olması gerek-tiğini ifade etti. Çünkü yapılan birçok görüşmede Filipin tarafı anlaşmayı tek taraflı ihlal etti. Do-layısıyla böyle bir ihlal olduğunda uluslararası camianın da bilgi sa-hibi olması için bir gözlemci heyet oluşması kararı verildi.

Müslümanlar bu gözlem heyeti-nin içerisinde Türkiye’den de İHH İnsani Yardım Vakfı’nın olmasını istediler.

Filipin tarafı ilk etapta bu talebi kabul etmedi. Ama ısrarlar sonu-cunda İHH İnsani Yardım Vakfı bu heyetin içerisinde gözlemci olarak görevine başladı.

2013 senesinde Malezya’daki top-lantıya gözlemci olarak gittiğimiz-de Moro’lu Müslümanların nasıl bir zafer kazandığına gözlerimizle şahit olduk.

74

2014 senesinde devlet başkanı olan Akino görüşmele-rin hızla sürdüğü bir dönemde kendile-

rinden iyi niyet göstergesi olarak silah bırakmalarını istedi. Müslü-manlar da sembolik olarak bir silah bırakma merasimi düzenlediler.

2016 senesinde Bangsamoro Müslümanları özerk bir yapının ilan edileceğini söylemişti, fakat 2015’te büyük bir provokasyon oldu. Mamasapono denilen böl-gede büyük bir çatışma çıktı. O çatışmada onlarca asker öldürüldü

Bütün anlaşmalar iptal edildi. Süreç neredeyse bitme noktasına geldi

1 yıllık aradan sonra devlet başkan-lığına burada Mindanao Adası’n-daki Davao ilinin belediye başkanı olan Rodriguez Deuterte seçildi.

Çok tanınan biri olmamasına rağ-men ciddi bir oy aldı. Bölgeyi çok iyi biliyordu. Müslüman nüfusun hassasiyetleri biliyordu, onun için de sürecin tamamlanması daha kolay olacaktı.

Deuterte görüşmelere başladı ve çok kısa sürede uzun mesafeler kat edildi. 2017’nin sonuna doğ-ru da Elhamdülillah süreç Filipin

Meclisi’nde onaylandı. En sonun-da Deuterte de imzaladı. Böylece Bangsamoro yarı özerk otonomi bölgesinin kurulması kararı verildi.

2019 yılında referandum yapıldı. 2019’un Ocak ayında bu referan-dumda şöyle söylenildi “Biz mec-listen onay verdik, senatörler onayladılar. Devlet başkanı onayladı ama bir de halka sor-mak gerekir.”

Referandum kararı alındı. 2019’un Ocak ayının 21’inde de referan-dum yapıldı. Halkın ezici çoğun-luğu “Evet” diyerek yüzde 83 ile destek verdi. Şubat ayının sonuna doğru da hükümet oluşturuldu. İçerisinde bir başbakan var, bakan-lar var. 80 tane milletvekili var.

2022 yılına kadar bu meclis de-vam edecek. Şu anda geçiş hü-kümeti güzel bir şekilde çalışma-larına devam ediyor. Tabi alınan kararların neticesinde bunu da Filipin Devleti’nin Bangsamoro otonom bölgesine gönderece-ği %5 oranında bir bütçe var, bu bütçeyi kullanıyorlar.

“Morolu Müslümanlar bu zafe-ri nasıl elde ettiler?” sorusunu

sorduğumuzda bize 4 adımdan bahsettiler.

1. Sadece ve sadece Allah rızası için bu mücadeleye başladılar. Herhangi bir devlete herhangi bir gruba güvenerek değil sa-dece Allah’tan yardım bekle-yerek hareket ettiler.

2. Dertlerini amaçlarını hedef-lerini Bangsamoro’da Müslü-manlara anlattılar ve ciddi bir teşkilatlanmaya gittiler.

3. Bu teşkilatları hem ilmi yön-den hem de askeri yönden çok iyi yetiştirdiler.

4. Dışarıdan hiçbir yabancı mü-cahidin bölgeye girmesine izin vermediler. Bugün Ortado-ğu’da yaşanan hadiselere bak-tığımızda ne kadar isabetli bir karar olduğunu görmekteyiz.

Moro İslami Kurtuluş Cephesi ku-rulduğu tarihten itibaren her za-man barış taraftarı olmuştur.

Bangsamoro temel yasası Müslü-manların tamamıyla lehine olan bir yasa. Müslümanların çok ciddi kaza-nımları var burada. Şeriat mahkeme-lerinin oluşturulması bunlardan biri. Tabii bunun dışında toprak kazanımı var, yani bu da çok önemli bir şey.

75

Filipinler’in tamamında azınlık du-rumunda olan Müslümanlar, şu an-daki Bangsamoro Devleti’nin kuru-lacağı toprakların hakim olacaklar.

Bu topraklarda bir milyona yakın bir Hristiyan azınlık olacak.

Hacı Murat İbrahim bu konuda şunları söyledi. “Azınlık psikoloji-sini ne olduğunu biz çok iyi bili-yoruz. Bizler de şimdi bu azınlık vatandaşlarımıza adaletli yak-laşacağız. Onların yaşam hakla-rını asla kısıtlamayacağız. Çün-kü biz bu işten yıllarca çektik. “

Anlaşma yapıldıktan sonra Müslü-manlar ciddi haklara sahip oldular. Hem sabırla beklediler hem de omurgalı duruşlarını hiçbir zaman kaybetmediler. Moro İslami Kur-tuluş Cephesi halk nazarında da çok itibarı olan ve güçlü bir yapısı olan hareket. Umuyoruz ki 2022’de ki seçimlerde MILF’in kurmuş ol-duğu parti iktidara gelecek.

45 yıldır bölgede savaş var. Halk hem eğitim hem ekonomik alan-da geri kalmış. Bundan sonra-ki süreçte tamamıyla eğitim ve ekonomi alanına destek verilmesi

sağlanmalıdır.

İslam dünyası bölgeye uzak oldu-ğu için çok fazla bilgi sahibi olma-dığını düşünüyorum. Ama şöyle iddialı bir tabir kullanıyorum. Müs-lümanlar genelde hep savaş alan-larında kazanıp müzakere masala-rında kaybediyorlar. Bu sefer hem savaş alanında kazandılar hem de masada kaybetmediler.

Dünya Müslümanları ve Arap ül-kelerinin bölgeye ciddi ekonomik yatırımlar yapmaları gerekmekte. Eğitim alanında Türkiye’de yaptığı-nız bir çalışma var. Öğrencilerimiz şu anda Master ve doktora yapı-yorlar. Bu çocuklar geri geldiklerin-de İnşallah Bangsamoro Devleti’n-de değerlendirilerek sürece katkı vereceklerini umuyorum.

Böyle ahlaklı bir mücadele az görüldü

Moro mücadelesi dünyada nâdir görülen ahlaklı mücadelelerden biridir. Rahmetli Selamet Haşi-mi’nin mücahitlere manifesto-sunda en önemli şeylerden biri; hiçbir sivile zarar verilmeyecek ol-masıdır. Hatta “sivillerin olduğu yerlerde çatışmalar çıktığında

mutlaka zarar görmemesi için mücadele edeceksiniz” diyerek mücahitleri bu konuda uyarmıştır. Hıristiyan bölgesinde çatışma çık-tığında oradaki mücahitler Hris-tiyan evlerinin etrafını güvenlik çemberine alarak herhangi birini taşkınlık yapmasını engellemişler-dir. Bundan dolayı da Hristiyanlar, mücahitlere saygı duymaktadır.

Bu da son yüzyılda çok görmeye alışkın olmadığımız bir özellik. Yine çok önemli hususlardan biri yine Selamet Haşimi’nin manifes-tosunda belirttiği gibi “Esirlere ne yiyorsanız ondan yedirecek-siniz ne giyiyorsanız ondan gi-yeceksiniz” diyerek İslam huku-kunda bir cihadın nasıl yapılması gerektiğini ortaya koymuştur.

Ömer KesmenİHH MORO SORUMLUSU

Hac, İslam’ın beş şartından

biridir ve dünyadaki en bü-

yük kitlesel toplanma şek-

lidir. Önceki yazılarımız hac

ve umrede sık görülen so-

lunum yolu enfeksiyonları,

önlenmesi ve seyahat ishal-

leri riskini azaltmak için ya-

pılması gerekenler üzeriney-

di. Bu sayımızda ise sıcak

bir iklime sahip olan Suudi

Arabistan’da, sıcağa bağlı

oluşabilecek rahatsızlıklar ve

korunma yolları olacak.

Termoregülasyon Vücut Isının Kontrolü

İnsan vücudunun ısı dengesi-

ni ayarlayan mekanizma ‘ter-

moregülasyon’ beyinde yer

alan çok fonksiyonlu bir bez

olan hipotalamus ile düzen-

lenir.

İnsanlar normal olarak vücut

ısısını 37 derecede düzenler

ve sağlıklı çevreye uyum gös-

teren kişilerde 35 derece ve

41 derece arasındaki dalga-

lanmalar tolere edilebilir.

Sıcağa bağlı rahatsızlık-larda belirtiler nelerdir?

Halsizlik, yorgunluk, yüksek ateş, baş dönmesi, bulantı, kusma ve ishal gibi sindirim sistemi yakın-maları, baş ağrısı, kuru sıcak ve ağrılı cilt, eğer kişi yoğun bir eg-zersiz yapmış ise daha çok terli bir cilt görülebilir.

Çarpıntı, kasların gergin ve sert olması, kas krampları, hızlı nefes alma, uyuklama, anlamsız ko-nuşma, çevreyi tanıyamama, ba-yılma ve koma görülebilir.

Sıcağa bağlı rahatsızlıklar hafif-ten şiddetliye gruplanabilir.

KUTSAL TOPRAKLARA YAPILAN YOLCULUKLARDA

SICAĞA BAĞLI RAHATSIZLIKLAR

Dr. Neslihan ÖZSOY

Kutsal Topraklara Yapı lan Yolculuklarda Sıcağa Bağl ı Rahatsızl ıklarKutsal Topraklara Yapı lan Yolculuklarda Sıcağa Bağl ı Rahatsızl ıklar77

Kimler risk altındadır?

Yaşlılar, çocuklar ve kronik hasta-lığı olanlar risk altındadır.

• Yaz aylarında güneşin dik açı ile geldiği 11-16 saatleri arasın-da güneş altında çalışanlar

• Sauna gibi sıcak, buharlı ve nemli ortamlarda bulunanlar

• Kalp yetmezliği olanlar• Şeker hastalığı olanlar• 5 yaş altı çocuklar, 65 yaş üstü

yaşlılar• Aşırı alkol tüketenler• Sıvı tüketmeyen veya sıvı

kaybı fazla olanlar• Aşırı kilolu olanlar• Sedef hastalığı veya egzama

gibi bazı cilt hastalığı olanlarve bazı mesleklerde çalışanlar…

Örneğin;

• Fırıncılar• Cam sanayide çalışanlar• Çiftçiler• Askerler• Sıcak ortamda egzersiz ya-

panlar• Terlemeyi baskılayıcı ilaç

kullanalar

Sıcağa bağlı döküntü (İsilik): Ter bezlerinin gözeneklerinin kapan-masından kaynaklanan durum-dur.

Sıcak ödemi: Sıcağa bağlı kan damarlarının genişlemesi sonu-cu kanın özellikle bacaklarda ve ayaklarda göllenmesi durumu-dur. Serin bir alanda istirahat ya-pılmalı ve ödemli bacak yüksekte tutulmalıdır.

Sıcak krampları: Genelde aşırı egzersiz yapma veya uzun mesa-

fe yürüyüşlerde vücudun susuz kalmasına bağlı kas hücrelerinin işlevinin bozulmasına bağlı kas-larda gelişen ağrılı durumdur. Sıvı alınması, istirahat, gerekirse kal-siyum ve magnezyum verilebilir.

Sıcağa bağlı bitkinlik: Susuzluk hissi, vücutta kasılmalar, baş ağ-rısı, bulantı, kusma, ateş, terleme, susuzluğa ikincil olarak gelişen çarpıntı ve tansiyon düşüklüğü durumudur.Sıcak krampları ve sıcak bitkin-liği sıcak ortamda aşırı terleme sonrası oluşur…

Sıcağa bağlı baygınlık: Sıcağa maruz kalan ve uzun süre ayakta bekleyen kişinin kan damarları-nın ısıdan dolayı genişlemesine bağlı olarak hayati organlardan olan beyne kanın pompalanma-ması sonucu gelişen geçici bir durumdur. Kan dolaşımını başa doğru yönlendirmek için ayak-ları yukarı kaldırılmalıdır. Şuuru yerinde olmayan hasta, kusma ihtimaline karsı yan yatırılmalıdır.

Sıcak çarpması: En ciddi formu olup ısı düzenleyici mekanizma-nın tamamen bozulmasına bağlı olarak vücut sıcaklığının 40⁰C üzerine çıkması durumudur. Baş ağrısı, bulantı, kusma, anlamsız konuşma, davranış bozuklukla-rı, nöbet, bilinç kaybı ve koma gelişebilir… Karaciğer ve böbrek fonksiyonları bozulabilir…

Sıcağa bağlı rahatsızlık-ları nasıl tedavi edilir?

Tedavide amacımız; vücut ısısını düşürmektir. Erken tanı ve teda-vi, geri dönüşü olmayan böbrek ve karaciğer yetersizliğine iler-

leyişi engellemektedir. Sıvı alın-ması ve soğuk uygulama şarttır.

• Sıcak çarpmasında hasta, serin ve havalanan bir orta-ma alınmalı ve giysileri gev-şetilmeli, mümkünse ılık duş yaptırılmalıdır.

• Vücut ısısını düşürmek ama-cıyla, göğsüne, başına ve kol-tuk altlarına soğuk su ile ısla-tılmış havlu uygulanmalıdır.

• Hastanın bilinci açıksa en kısa sürede şekerli ve tuzlu su, ayran içirilmelidir.

• Bilinci kapalıysa ağızdan sıvı ya da katı gıda verilmemeli, damar yolu ile verilmelidir.

• Hastanın solunum yolu açık tutulmalı ve ayakları yüksel-tilmelidir.

• Şuuru yerinde olmayan has-ta, kusma ihtimaline karşı yan yatırılmalıdır.

Sıcağa bağlı rahatsızlıklardan nasıl korunabiliriz?

• Özellikle risk grubundakiler, hava sıcaklığının yüksek ve nemli olduğu günlerde, 10-16 saatleri arasında güneş altında kalmamalıdır.

• Sıcak havalarda açık renkli, sentetik olmayan, ince, bol, pa-muklu giysiler seçilmeli, şapka ve şemsiye, güneş koruyucu kremler kullanılmalıdır.

• Günde 2.5-3 litre su içmeye özen gösterilmelidir.

• Yağlı ve yüksek kalorili gıdalar-dan ve gazlı içeceklerden uzak durulmalıdır.

• Sık ılık duş alınabilir.• Uzun ve ağır egzersizlerden ka-

çınılmalıdır.

Kutsal Topraklara Yapı lan Yolculuklarda Sıcağa Bağl ı Rahatsızl ıklarKutsal Topraklara Yapı lan Yolculuklarda Sıcağa Bağl ı Rahatsızl ıklar78

İstanbul’da 4 gün süren Türkiye’nin tek havacılık , uzay, teknoloji festivali ‘ ’TEKNOFEST’ ’ sona erdi. Festivalde nefes kesen hava gösterilerine imza atıldı, gençler teknolojiyle buluştu, drone yarışmaları yapıldı.

Teknoloji yarışmalarının kazananlarına ödüller verildi.

1 milyondan fazla kişinin katıldığı festivalin son gününde, yine yeri göğü inleten hava gösterileri vardı. Festivalde en çok ilgiyi MİLLİ UÇAN ARABA “CEZERİ” oldu. Gelecek dönemde Cezeri’nin hem kargo hem de kentsel hava taşımacılığına yön vermesi hedefleniyor. Yakın zamanda ise aracın bir saatlik uçuş kapasitesine ulaşması bekleniyor.

2019 yılının başında Resmî Gazete’de yayımlanarak kurulan Türkiye Uzay Ajansı, ilk defa Teknoloji ve Sanayi Bakanı Mustafa Varank’ın başkanlığında toplandı. Bakan Varank, büyük ve güçlü Türkiye yolunda uzay çalışmalarının çok önemli olduğunu, Türkiye’nin uzaydaki geleceğine yön verecek çalışmalara imza atacağına inandığını belirtti. Ajans, ülkemizin uzay çalışmaları alanında milli menfaatlerini koruyacak çalışmalar yapacak. Ajansın logo çalışması ise devam ediyor ve vatandaşlar logo seçimine katılabilecek.

Türkiye Uzay Ajansı’nın A Takımı toplandı

TEKNOFEST’e rekor katılım!

Bünyamin Baki

Teknoloji devlerinin cep telefonu savaşı devam ediyor. Apple, üst düzey fotoğraf çekme kapasitesini öne çıkardığı IPhone 11 ’i tanıttı.

Şubat ayında teknoloji dünyasına hızlı bir giriş yapan Xaomi ise Mi 9 Lite markasını 16 Eylül’de İspanya’da tanıttı. Cihazın öne çıkartıldığı en önemli özelliği ise 48 megapixellik arka kamerası…

Bunun yanında akıllı telefon piyasasında söz sahibi olmak isteyen Google, Pixel 4 ve Pixel 4XL modelli telefonlarının resmi tanıtımını yapamadan, cihazlarla ilgili tüm detaylar basına sızdı. Kasıtlı sızdırma olduğu yönünde yorumları da beraberinde getiren bu cihazlar, bakalım Google’ı “büyük biraderlerin” arasına sokmayı başarabilecek mi?

Günümüzde ülkeler arasında f iziksel savaşın haricinde siber savaşlar da artık revaçta. Özellikle birinci dünya ülkeleri gizli bilgilere ulaşabilmek ya da birbirlerinin çalışmalarını sekteye uğratabilmek adına ardı ardına siber saldırılar düzenliyor. Eylül ayının son haftasının en büyük atağı ise ‘İranlı hackerlar’dan geldi. Başta ABD, İngiltere ve Avustralya olmak üzere 14 ülkedeki 60’tan fazla üniversiteye siber saldırı düzenleyen Cobalt Dickens adlı İranlı grup, birçok akademisyen ve üniversitelerin kullanıcı adı, parola ve şifrelerine saldırı düzenledi. Operasyonun ne kadar başarılı olduğu bilinmiyor ancak ağustos ayından bu yana İran tarafından 30 ülkede toplam 380 adet üniversiteye belirli aralıklarla saldırı yapıldığı öğrenildi.

Mayıs 2016 da Fransız vergi makamları Google’a karşı başlattığı denetimde sona gelindi. Google’ın Paris’teki binasına düzenlenen baskında birçok bilgi ve belgeye el konulmuş, kapsamlı bir operasyona başlanıldığı duyurulmuştu. Operasyonun faturası ise Eylül ayında netleşti. Buna göre Amerikan devi Google’ın, Fransız hükümetine toplamda 1 Milyar Euro vergi ödemesine karar verildi. Google ise bu cezayı kabul ettiğini açıkladı.

Teknoloji devlerinin cep telefonu savaşı

İranlı Hackerlar’dan büyük saldırı

Google, kendisine verilen vergi cezasını kabul etti

• Besmele bir çilingir anahtar gibidir.

• Bir insanın sağlıklı olması helal kazançla başlıyor.

• Zihin gücü insan fiziğini nasıl etkiler?

• Zemzem en çok hangi özelliği ile vücuda direnç sağlıyor?

• Renklerin doğa ve insan üzerindeki etkileri neler?

- Bir sözünüz var, yemeğe besmele ile başlayıp şükür-le sonlandırmanın metabo-lizmaya faydalı olduğunu belirtiyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?

Dr. Ender SARAÇ: Tabii. Şimdi tıp, biraz gözle görünmeyen, şu anki teknolojiye göre aletlerin henüz tespit edemediği ama insanların binlerce yıldır dene-yimle gözlemleyip, artı veya eksi etkilerini gözlemlediği birtakım enerjilere ilgi duymaya başladı. Hangi enerjiler bunlar? Nazar, hayır duası, beddua veya “Ne kadar nurlu yüzü var” gibi çeşitli sıfat ve sözlerle insanlar bu ener-jileri açıklamaya çalışmışlar. Bu, bir aletle gelip te elektrik akımı

ile vesaire tespit edilmemiş ama bundan 50 yıl önce de birçok şey tespit edilemiyordu. Dolayısıyla ben inanıyorum ki teknoloji iler-ledikçe bizim nazar, kem göz, belki büyü, hayır duası gibi şeyle-rin altında da bir enerji alışverişi olduğunu saptayacağız.

“Besmele bir çilingir anahtar

gibidir”

Şimdi yiyecek ve içecekler bizim dış dünya ile yaptığımız en bü-yük alışverişimiz. Çünkü insan atomlarının yüzde 99.9’u aslında her gün yeniliyor. Fakat bunu yaparken son dönemlerde fast food, tv, cep telefonu gibi şeyler yüzünden, enerjiye dikkat et-

meden sadece besin değerine dikkat ederek tüketim yapıyoruz. Oysa insanın bilinç düzeyi, ken-disini yemeğe oturmadan önce fizyolojisini hazırlaması, yemek yerkenki yemek yeme tarzı ve yemek bittikten sonraki noktayı koyup başka bir fizyolojiye geçişi arasındaki enerji transferi yapan birtakım dualar, tesbihatlar, zikir-ler çok önemli. Bunlar Museviler-de de vardır. Örneğin; Yahudiler bu konuda geleneklerini bizden daha iyi korumuşlar. Koşer bes-lenirler (bizdeki helalin karşılığı). Haham, onların belli şeylerini kutsarlar, Sofu olan Museviler öyle beslenirler. Uzak Doğu’da da yemek ritüellerine çok önem verilir. Tasavvuf kültüründe de çok belirgin olmasına rağmen,

Dr. Ender SaraçDiyetisyen

HURSAD ekimiz, dergimizin bu sayısında Dr. Ender SARAÇ ile bu başlıkları konuştu. Ender SARAÇ, mane-vi değerlerin insan sağlığı üzerindeki etkisini anlattı. İnsan sağlığı için anahtar niteliğindeki detayları açık-ladı… Biz sorduk, Dr. Ender SARAÇ cevap verdi.

Ender Saraç İ le Sağl ık ÜzerineEnder Saraç İ le Sağl ık Üzerine81

biz her şeyi fast food yaptığımız için maneviyatı da fast fooda döndürdük. Burada dikkat edil-mesi gereken konu, bir fizyolojik durumdan başka bir fizyolojik duruma gerçerken, örneğin uyku halinden uyanıklığa geçerken ya da normal durup eşinizle birlik-te olurken veya tuvalete gittiği-nizde ya da normal durumdan yemek yemeye geçerken gibi durumlarda bütün fizyoloji de-ğişiyor. Araya bir “Es” koymakta fayda var bu durumlarda. Bizim inanç sistemimize göre Besmele bir çilingir anahtar gibidir. Ora-da yeni bir fizyolojik durum için daha düzgün bir enerji kanalın-dan giriş yapmak için bir anahtari şifre gibi bir şeydir. Tabii bunun amacına ulaşması açısından di-lin söylemesi yetmez, kalbin de bunu onaylaması gerekir. Bes-meleyi bir çilingir, bir anahtar ola-rak kabul edersek şükür etmeyi de bir şükran ve kapanış hareketi olarak görebiliriz. Bizim hücrele-rimiz çok akıllı. Biz bunun farkın-da değiliz. Beynimizin durumu, enerji akışımız, zihnin gücü o ka-dar etkiliyor ki fizyolojimizi... Stres altında yemek yemek, sigara ile yemek yemek, ayakta ve hızlı yemek yemek, iyi çiğnemeden yemek yemek ile bilinçli, şükre-derek, onun bir nimet olduğunu bilerek, sakin bir şekilde, tadına lezzetine vararak yemek çok çok daha iyi. Tabi artık her şeyi çok hızlandırdık, yemek yemek de artık ağızdan içeri bir şeyler ittir-meye döndü.

- Peki konusu açılmışken, ta-savvufi yaklaşımın fizyolojik etkileri nelerdir?

Dr. Ender SARAÇ: Tasavvuf der-

gahlarında, tekkelerinde şeyhten sonra, en önemli kişi kimdir? Aş-çıdır. Yani yemeği pişiren kişidir. Çünkü yemek o kadar önemli, o kadar kutsal ki... O insanı besliyor, bizim yakıtmız. Onun en iyi şekil-de yapılması lazım. O yüzden der-vişler alışverişe gittikleri zaman düzgün ve helal hareket ederler. Bence bir insanın sağlıklı olma-sı helal kazançla başlıyor. Helal kazanç ile elde ettiğiniz paray-la, ona o pozitif enerjiyi vererek yaptığınız alışverişten daha çok fayda alırsınız. Sonrasında o helal parayla alınan yiyecekleri uygun bir şekilde, tazeliğine ve pişirme şekline dikkat edilerek yapılan yemeğe dönüştürme yöntemi var. Ama bu yemeğe başlarken genelde sağ elle ve saat yönünün tersi yönünde ve doğal bir mad-de ile –mesela tahta bir kaşıkla- dualarla pişirilirmiş. Dua okurken aslında oraya sürekli olarak bir şifa, bir pozitif enerji yükleniyor. O zaman bu zihin gücü ile yapı-lan şeyler, şimdi nasıl renk moda oldu, meditasyonlar, zihin tek-

nikleri moda oldu... Bunlar zaten vardı. Yiyeceği kutsamak diyorlar mesela bunlar hep zaten vardı. Ha bir de şey var: “Ayyy ne iğrenç, aynı tabaktan yiyorlar...”. Hayır, iğ-renç değil! Orada bir gelenek ve kültür var. Orada tahta kaşığın dış kısmıyla alıyorlar, iç kısmı dudak-ların ucuna değdirerek yiyorlar. Böylece aslında kimsenin salya-sı kimseye değmiyor. Bu sayede herkes ortak enerjiyle, paylaşarak yiyorlar ve hak da geçmiyor.

- Yapılan diyetlerde zi-hin gücünün etkisi nelerdir peki? Ne kadar kuvvetli bir etkisi vardır?

Dr. Ender SARAÇ: Kesinlikle zihin gücü direkt olarak fiziğimizi etki-ler. Her şey kuantum düzeyinden çıkar. Bir silsile vardır burada. Her şey önce zihinde başlıyor, sonra düşünceye dönüşüyor ve düşün-ce de maddeye dönüşüyor. Biz kolumuzu ‘pat’ diye kaldırmıyo-ruz. Önce zihin diyor ki bu kolu kaldır, biz sonra kaldırıyoruz. Do-

Ender Saraç İ le Sağl ık ÜzerineEnder Saraç İ le Sağl ık Üzerine 82

layısıyla önce olumlu düşünmek çok önemli. Bu devirde kolay değil tabi. Çünkü negatif enerji ve onun temsilcisi olan, istediğiniz ismi koyabilirsiniz, şeytan da diyebili-riz, müthiş kuvvetli. O da vesvese adını verdiğimiz bir virüs bulaştırı-yor ve sizin normal zihin işleyiş ve akışınızı bozuyor ve sizin de olum-suz üşünerek olumsuz eylemin gerçekleşmesini sağayabiliyor. O yüzden ısrarla hep olumlu düşün-meye gayret edip, sevgi kutbunda kalmak çok önemli. Bu her şeyde geçerli olan bir şey.

- Hocam renklerin de öne-minden bahsediyorsunuz. Bunu biraz açmanız müm-kün müdür?

Dr. Ender SARAÇ: Şimdi şöyle, dünya neden siyah beyaz değil? Allah neden renkleri yaratmış? Hiçbir şey nedensiz yaratılmaz. Mesela, arılar sadece mor ötesi-

ni görebiliyor. Biz morun ötesini göremiyoruz ama arı sadece mor ötesini görebiliyor. Bazı canlılar sadece kızıl altını görüyor, biz gö-remiyoruz. Biz o kadar egosantri-ğiz ki sadece kırmızı ve mor ara-sındaki skalaya var diyoruz çünkü o kadarını görüyoruz. Gerisini yok sayıyoruz. Böyle bakınca da biz belli başlı gökkuşağı renklerini görebilyoruz. Kırmızıdan başla-yıp morda biten sklaya hakimiz. Bunların nedeni de var. İnsanın 7 enerji merkezi var. Kırmızı daha hayvani şehvetli mesela şeklin-de. Ama en ulvi olan renk ise mor. Taş yani. Kafanın üzerindeki renk. Burada 4. enerji merkezimiz kalp olan yerde. Bu enerji merkezimi-zin rengi ise yeşil. O yüzden me-sela yeşillikler kalbe iyi gelir. Kalp çakrasının rengi yeşildir. Bundan dolayı İslamiyet’te yeşil ve mor da kullanılmıştır. O da en ulvi boyutu-muza hitap eden renktir.

- Zemzem suyu konusuna da değinelim. Doktorlar çok fazla içilmemesini tavsiye ediyorlar?

Dr. Ender SARAÇ: Zemzem’in en büyük özelliği alkali oluşu. Çünkü Ph derecesi 8… Hatta bazen 8’den de yüksek. Dolayısıyla çok güçlü bir alkali su. Siz sürekli yürüyor-sunuz ve ayaklarınızda laktik asit birikiyor, yorgun oluyorsunuuz. Zemzem kuvvetli alkali özelliği ile buna iyi geliyor ve tok tutuyor. Ben zemzemi çok içerim, gayet de iyi gelir. Bana iyi geliyor en azından.

- Doğru bir dua pozisyonu var mıdır? Böyle bi şeyden bahsedebilir miyiz?

Dr. Ender SARAÇ: Bence kulun Allah’a en yakın olduğu an secde halidir. Doğru dua pozisyonu kişi-nin kendisini en iyi hissettiği po-zisyondur. Fizyolojik olarak böyle kesin doğrusu olan bir tanımdan bahsedemeyiz.

- Vejetaryenlik ve veganlık son zamanlarda moda ol-maya başladı. Vegan ya da vejetaryen olarak sağlıklı beslenmek mümkün müdür? Bu konu ile ilgili düşünceniz nedir?

Dr. Ender SARAÇ: Esasında bi-raz zor ama saygı da duyuyorum. Neden? Çünkü çok fazla et yedi. Bugün global ısınmanın en büyük nedeni, özelikle büyük baş hay-vanların çıkardığı gazlar. Dolayı-sıyla eğer dünyada herkes daha az et yiyip daha çok sebze mey-ve bakliyat tüketse zaten global ısınma büyük ölçüde düzeliyor. 1

Ender Saraç İ le Sağl ık ÜzerineEnder Saraç İ le Sağl ık Üzerine83

dönüm yer, arazi bir vejetaryeni do-yurabilirken, çok etobur kişi için 22 dönümlük arazi olması gerekiyor. Yani ekolojik düzen için çok fazla, gereğinden fazla et ve hayvansal gıda yiyoruz. O yüzden felsefe ola-rak veganlara ve vejetaryenlere saygım var, felsefe olarak çok güzel ama Kur’an’da bununla ilgili şöyle buyuruluyor. “Allah’ın size helal kıl-dıklarını kendinize haram kılma-yın.”

Ben 22 yıl vejetaryendim, sırf bu ayet yüzünden et yemeye başladım ki bu ayete karşı durmayalım.

- Eklemek isteidğiniz bir şey var mıdır?

Dr. Ender SARAÇ: Son olarak ‘sağ-lıklı yaşam’ vesaire diyoruz tabi ama değişmeyecek olan tek ger-çek ölüm. Biliyorsunuz ezanı okun-madan kılınan tek namaz, cenaze namazıdır. Neden? Çünkü doğdu-ğumuzda sağ kulağımıza ezan, sol kulağımıza kamet okundu. Ve Allah boyutunda, o boyutta zaman yok. Şu an hepimizin cenaze namazı kılınması içn bekleniyor. Hepimi-zin ezanı ve kameti okundu. Bunu unutmayalım. Herkes cenaze na-mazına hazır mı? Değişmeyecek tek gerçek olan ölüm. Bu dünya bu boyut esasında yok, burası bir barkovizyon alanı, bir transit yolcu salonu. Buraya kendimizi çok kap-tırmayalım. Kul hakkı yemeden, büyük günahları işlememeye çalı-şalım ama insan olduğumuzu, mü-kemmel olmadığımızı bilelim. Töv-be edelim, her an ölümün kapıda olduğunu unutmayalım. O yüzden bu yazıyı okuyan herkese çok rahat can vermelerini ve kitaplarının sağ ellerine gelmesini temenni ederim.

Dr. Ender SARAÇ Kimdir?

M. Ender Saraç 1959 yılında İzmir’de doğdu. 1990 yılından bu yana Ayurveda çalışmaları yapan Ender Saraç evli ve 3 çocuk babasıdır. İzmir’den İstanbul’a geldiği ilk yıllarda Nükhet Duru ile be-raber UNİFORM Sağlık ve Estetik Merkezi’nde çalıştı. Daha sonra Türkiye’nin ilk Doğal Tıp ve Es-tetik Merkezi olan Hay Sağlık Merkezi’ni 1994’te kurdu ve genişleterek bugüne kadar geldi. Ay-rıca Türkiye’nin ilk Doğal Arınma Merkezi olan Ulus’taki Doğa Arınma Merkezi’nin de kurucula-rındandır.

EĞİTİM

• Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Mezunu

• T.C. Sağlık Bakanlığı Aile Hekimliği Uzmanı

• İsviçre, Hollanda, Almanya ve Hindistan’da Ayurveda eğitimi ve sertifikası Türk Aku-punktur Derneği’nden Sağlık Bakanlığı onaylı Akupunktur Eğitimi ve Sertifikası

• T.C. Sağlık Bakanlığından onaylı Estetik Me-dikal Hekimliği Eğitimi ve Sertifikası

• Türk Tabipler birliğinden alınan İş Yeri He-kimliği Eğitim ve Sertifikası

Ender Saraç İ le Sağl ık ÜzerineEnder Saraç İ le Sağl ık Üzerine 84

KİTAP KÖŞESİ

Reis Bey

Necip Fazıl KISAKÜREK

Ah Endülüs

Prof. Dr. İhsan Süreyya SIRMA

Bu Ülke

Cemil MERİÇ

Kalbin Sesi

Mustafa KUTLU

“Bu ülke”, Cemil Meriç’in “aynı kaynaktan fışkırdılar” dediği eserler dizisinin önemli bir halkası. “Bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin vicdanı olmak, idrakim-ize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak” isteği Cemil Meriç’in düşünme ve yazma çabasına her zaman yön vermiştir. “Bu Ülke”, bu isteğin belki de en fazla berraklaştığı eseridir.

Gün gelir hakikate giden yola barikatlar kurulur. Bu defa sorulan soru şudur: ‘Ne yapmalı?’ Önce niyet edeceğiz, ardından kalbin sesine uyarak sonsuzluğa yöneleceğiz. Üç hakîmin hükmünde hata aranmaz: Kalbin, kaderin, ölümün. Aramak vazifedir. ‘Aramakla bulunmaz fakat bulanlar ancak arayanlardır’ denilmiş. İnanmak ve sevmek şart… Arayışta esas olan samimiyettir.

Kitabın ana karakteri Reis Bey, bir ağır ceza reisidir. Ömrü otel odalarında geçmiş, yapyalnız ve tuhaf bir adam. Taş kalpli bir kanun tatbikçisi... Onun nazarında merhamet, idamlık bir suçtur ve “cemiyette bir ferdi korumak için bin kişiye idam gömleği giydirmekten kaçınmamalıdır.” Günün birinde, annesini öldürdüğü iddiasıyla huzuruna çıkarılan bir gencin idamına karar verir. Artık olaylar çok farklı gelişecek ve Reis Bey’in buz gibi iç dünyası müthiş bir sarsıntıyla yerle bir olacaktır...

İslam Tarihi konusundaki çalışmalarıyla tanınan ve bugüne kadar binlerce okuyucuya tarihi sevdiren Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınlarından çıkan eserinde, Endülüs Emevileri’ni konu ediniyor. Ah Endülüs adıyla yayımlanan kitap, okuyucuyu hem İspanya’da hem de Endülüs tarihinde gezintiye çıkararak, bu günkü Endülüs’le tarihi arasında bağlantı kurmamızı kolaylaştırıyor.

MANŞETLERİN DİLİNDEN

12 EYLÜL 1980İŞKENCELERİN VE UTANÇ SAHNELERİNİN DARBESİ: 12 EYLÜL

DARBE DÖNEMİ MANŞETLER

BULMACA

88