Post on 26-Mar-2021
ZONGULDAK BÜLET ECEVİT ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
TEZ ÖZETLERİ
ZONGULDAK-2019
2
İçindekiler
İçindekiler ........................................................................................................................................................... 2
YÜKSEK LİSANS TEZ ÖZETLERİ ............................................................................................................................. 8
Şeyda Damatoğlu Çakmak, Kömür Madeni İşçilerinde Eritrosit Na+-K+Atpaz ve Antioksidan Enzim Aktivite
Değişiklikleri İle Lipid Peroksidasyonunun İncelenmesi ..................................................................................... 9
Sinan Kurtman, Sürekli Alkol Kullananlarda Demir Metabolizması Belirteçleri ve Oksidan Durumun Bir
Göstergesi Olarak Malondialdehid Düzeyleri ................................................................................................... 10
Cemil Yavuz, Zonguldak Lise Öğrencilerinin Sigara Kullanım Sıklığı ve Sigara Kullanımını Etkileyen Faktörler 11
Serpil Subaşı Çağlar, Laparoskopik Kolesistektomi Operasyonu Geçiren Hastalarda Solunum Eğitiminin
Solunum Fonksiyon Testlerine Etkisi ................................................................................................................ 12
Feride Dursun, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi’nde 2001 – 2003 Yılları
Arasında Poliklinik Başvuruları Ve Hasta Yatış Oranlarının Zaman Serisi Analizi İle Değerlendirilmesi ........... 13
Zühtü Şahin, Zonguldak İli Karadeniz Ereğli Merkez 2 Nolu Sağlık Ocağı Bölgesinde 2003-2004 Yıllarında
Yapılan Bebek İzlemlerinin Değerlendirilmesi .................................................................................................. 14
Hakan Kalyon, Zonguldak İl Merkezinde Kamuda Çalışan Özürlüler İle Özürlü Olmayanların Sağlık
Algılamalarının Sf 36 İle Karşılaştırılması .......................................................................................................... 15
Hülya Kulakçı, Huzurevinde Yaşayan Yaşlılarda Sağlık Algılaması .................................................................... 16
Nurhan Gürel, Total Diz Artroplasti Operasyonu Geçiren Hastalarda Kuadriseps Kasına Elektrik Stimülasyonun
Rehabilitasyona Etkisi ....................................................................................................................................... 17
Nurdan Yalçın, Zonguldak İlinde Yataklı Tedavi Hizmeti Veren Hastanelerde Çalışan Hemşirelerin Klinik
Nütrisyon Bilgi Düzeyi Ve Eğitim Gereksinimlerinin Belirlenmesi .................................................................... 18
Banu Saltık, 2003 Yılında Zonguldak İlinde Yaşam Beklentisi ........................................................................... 19
Kurtuluş Çetin, Formaldehid İle Oluşturulan Frontal Korteks, Hipokampus ve Serebellum Hücresel Hasarına
Karşı Melatoninin Koruyucu Etkileri ................................................................................................................. 20
Betül Kaybolmaz, Sıçanlarda Etanol İle Oluşturulan Akut Gastrik Mukoza Hasarına Karşı Ebselen’in Koruyucu
Etkisi.................................................................................................................................................................. 21
Halime Pulat, Nütrisyonel Durum Değerlendirme Yöntemlerinin Etkinliğinin Araştırılması ............................ 22
Pınar Demirel, El Antropometrik Ölçümleri ve El Kavrama Kuvvetinin Farklı Spor Branşlarında Karşılaştırılması
.......................................................................................................................................................................... 24
Emine Fidan, Kronik Yaralı Hastalarda Sosyoekonomik Durumun Yara Oluşumu ve Tedavi Süreci Üzerine Etkisi
.......................................................................................................................................................................... 25
Yurdagül Demiroğlu, Kronik Yaralarda İzole Edilen Mikroorganizmalar .......................................................... 27
Özlem Öztürk, İstanbul H Tipi Cezaevinde Kalan Ergenlerde Suçluluk- Utanç Duygusunun
Değerlendirilmesi ............................................................................................................................................. 28
Tülay Ayyıldız, Zonguldak İl Merkezinde 0-6 Yaş Çocuğu Olan Annelerin Çocuk Yetiştirme Tutumları ........... 29
Aysel Köse, Zonguldak İl Merkezinde 15-17 Yaş Grubu Genel Lise Öğrencilerinde Öğün Dışı Yeme Alışkanlığının
İncelenmesi ....................................................................................................................................................... 30
Habibe Karaoğlu, Farklı Beslenme Disiplini Uygulanan Hastalarda Beslenme Komplikasyonların
İncelenmesi ....................................................................................................................................................... 31
Mustafa Önder Şekeroğlu, Yıldız Milli Erkek Basketbol Takımı Sporcularının Antropometrik Profillerinin
Belirlenmesi ...................................................................................................................................................... 32
3
Çağla Özyılmaz, Kronik Yaralı Hastalarda İşgücü Kaybı Ve Hastane Maliyeti ................................................... 33
Fatma Bola, Diyaliz Tedavisindeki Kronik Böbrek Hastalarının Malnutrisyon Açısından Değerlendirilmesi .... 34
Mustafa Gümüş, Geleneksel Yağlı Güreş Yapan Sporcuların Antropometrik Profillerinin Belirlenmesi .......... 35
Emel Yiğen, Zonguldak İl Merkezinde Yuvaya Giden 3-6 Yaş Grubu Çocuklarda Kardeş Kıskançlığının
Değerlendirilmesi ............................................................................................................................................. 36
Atınç Kayınova, Bir Boru Ve Profil Fabrikası Çalışanlarında İş Doyumu Düzeyinin Değerlendirilmesi ............. 37
Hülya Kabalak, Rem Uyku Yoksunluğunun Kornea Kalınlığı Üzerine Etkileri. ................................................... 38
Dilek Konuk, Zonguldak İl Merkezinde 7-11 Yaş Grubu İşitme Engeli Olan Ve Olmayan Çocukların Psiko-Sosyal
Gelişimlerinin Karşılaştırılması.......................................................................................................................... 39
Nihal Kalıncı, Zonguldak İl Merkezi İlköğretim 5. Sınıf Öğrencilerinin El Hijyenine Yönelik Davranışlarının
Belirlenmesi ...................................................................................................................................................... 40
Şükrü Bozkurt, Homosistein’in Vasküler Düz Kas Fonksiyonları Üzerine Etkileri ............................................ 41
Memnune Kahveci, Gebelerde Demir Suplemantasyonunun Annenin Hematolojik Parametreleri İle
Yenidoğanın Antropometrik Ölçümleri Üzerine Etkisi ...................................................................................... 43
Nilüfer Tatoğlu, Zonguldak İl Merkezinde Yaş Grubu Genel Lise Öğrencilerinde Benlik Saygısının Akademik
Başarı Üzerine Etkisi ......................................................................................................................................... 44
Neriman Özcan Şahin, Thymoquınon’un Deneysel Astım Modelinde Antiastmatik Etkisinin Araştırılması .... 45
Ecehan Yenici, 2001-2004 Yılları Arasında Zonguldak Kızılay Kan Merkezi’ne Başvuran Gönüllü Kan
Donörlerinde Hepatit B ve Hepatit C Seroprevalansı ....................................................................................... 46
Rahşan Kalafatoğlu, Zonguldak Merkez Çocuk Yuvasında Bakım Altında Bulunan Çocukların Fiziksel Gelişimleri
İle Ailesinin Yanında Yaşayan Çocukların Fiziksel Gelişimlerinin Karşılaştırılması ............................................ 47
Funda Veren, Zonguldak İl Merkezinde Yaşayan 15-49 Yaş Ev Kadınlarının Ev Kazası Geçirme Sıklığının
Değerlendirilmesi ............................................................................................................................................. 48
Güliz Akın, Sibutraminin Sıçan Davranışlarına Etkisi......................................................................................... 49
Şükrü Madenoğlu, Koroner Bypass Ameliyatı Geçiren Hastalara Preoperatif ve Postoperatif Erken Dönemde
Uygulanan Göğüs Fizyoterapisi Yöntemlerinin Arteryel Kan Gazı ve Solunum Fonksiyon Testi Üzerine
Etkisi.................................................................................................................................................................. 51
Kamil Güney, Zonguldak İl Merkezini Temsil Eden Bir Örneklemde Ev Halkı Tespit Fişlerilerinin Yenilenmesi ve
Sağlık Ocağı Ev Halkı Tespit Fişleriyle Karşılaştırılması ..................................................................................... 52
Özgür Sekreter, Zonguldak İli Merkez İlçesinde Bağışıklama Hizmeti Veren 1. Basamak Sağlık Kurumlarında
Soğuk Zincirin Değerlendirilmesi Ve Sağlık Personelinin Bilgi Durumu ............................................................ 53
Ayşe Bezir, Bazik Fibroblast Büyüme Faktörünün Plasenta Ve Umblikal Korddaki Lokalizasyonu................... 54
Nezahat Öztürk, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi Kalp Hastalıkları
Polikliniğine Başvuran Yüksek Kan Basıncı Hastalarının Şişmanlık Durumunun Değerlendirilmesi ................. 55
Songül Demirok, Yoğun Bakım Ünitesinde Tedavi Gören Hastaların Kalori Gereksinimleri Ve Alınan Kalori
Miktarlarının Değerlendirilmesi........................................................................................................................ 57
Dilek Düzgün, Koroner Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Ve Uzun Süreli Kardiyak İlaç Kullanımı Olan Hastalarda
Eser Element Eksikliğinin Değerlendirilmesi ..................................................................................................... 58
Burçin Demirel, Genel Cerrahi ve Ortopedik Cerrahi Olgularında Malnutrisyonun Değerlendirilmesi ........... 59
Ayse Serbest, Total Parenteral Nütrisyon Uygulanan Çocuk Hastalarda Soya Yagı Bazlı Lipid Solüsyonu ve
Zeytinyagı Bazlı Lipid Solüsyonu Kullanımının Trombosit Sayısına Etkisinin Karsılastırılması .......................... 60
4
Sanem Yıldırım, Kemoterapi Alan Hastalarda Kemoterapiye Bağlı Yan Etkilerin Beslenme Eğitimi Öncesi Ve
Sonrası Değerlendirilmesi ................................................................................................................................. 61
Asuman Uğurlu Yıldız, Kronik Böbrek Yetmezliği Hastalarında Yaşam Tarzı Değişikliği Müdahalesinin, Yaşam
Kalitesine Etkisi ................................................................................................................................................. 62
Neslihan Yılmaz, Sigara İçen Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Sigara İçme Davranışının ve Bırakma İsteğinin
Belirleyicileri ..................................................................................................................................................... 63
Aydan Özbay, Koroner Arter Hastalığı Tanısı Konmuş Kişilerde Yaşam Tarzı Değişikliği Müdahalesinin, Yaşam
Kalitesine Etkisi ................................................................................................................................................. 64
Türkan Akyol Güner, Çalışma Yaşamında Vardiya Çalışması ve Uyku ile İlgili Özelliklerin Değerlendirilmesi .. 65
Vildan Kalkan Akyüz, Gebelerin Beslenme Durumlarının Değerlendirilmesi Ve Bebek Doğum Ağırlığı Üzerine
Etkisi.................................................................................................................................................................. 66
Funda Kasapoğlu, Hemodiyaliz Hastalarında Akut Faz Cevabın ve Malnutrisyonun Değerlendirilmesi .......... 67
Selda Yıldız, Yoğun Bakım Ünitelerinde Yatan Santral Venöz Katater Takılı Hastalarda, Total Parenteral
Nütrisyonun Kan Dolaşımı İnfeksiyona Etkisi ................................................................................................... 68
Mehmet Kıvanç Erdem, ANTU (Alfa-Naftiltiyoüre) İle Oluşturulan Deneysel Pulmoner Ödem Modelinde
Anestezik Maddelerin Etkileri ........................................................................................................................... 69
Kadriye Çalışkan, Malignite Nedeniyle Alt ve/veya Üst Gastrointestinal Sistem Cerrahisi Geçirecek Hastaların
Nütrisyonel Durumlarının ve Yaşam Kalitelerinin Değerlendirilmesi ............................................................... 70
Berhude Baba, Ereğli Demir Çelik Fabrikasının Yüksek Fırın, Haddehane ve Çelikhane Ünitelerinde 2006-2007
Yıllarında Oluşan İş Kazalarının Değerlendirilmesi ........................................................................................... 71
Ahmet Burak Türkili, Sıçan Testis İskemi Reperfüzyon Hasarında Anjiotensin ve Endotelinin Rolü ................ 72
Meryem Aydın, Düzce İl’i Merkez İlköğretim Okulları İkinci Kademe Kız Öğrencilerine Verilen Menstruasyon
Fizyolojisi ve Hijyeni Eğitiminin Etkililiği ........................................................................................................... 73
Emel Ertuğrul, Üniversite Uygulama ve Araştırma Hastanesinde Çalışan Hemşire, Ebe, Sağlık Memuru ve Acil
Tıp Teknisyenlerinin Tükenmişlik ve Depresyon Düzeyinin Değerlendirilmesi ................................................ 74
Özge Bilge Atay, Sigara İçmeyen Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Sigaraya Karşı Tutumları Ve Etkileyen
Faktörler ........................................................................................................................................................... 75
Çiğdem Samancı Tekin, Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinde Sigara Bırakmada Motivasyonun Rolü ....... 76
Gülcan Kaynar, Akut Akciğer Hasarında Periferik Benzodiazepin Reseptörlerinin Rolü .................................. 77
Nergiz Kaya, Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Hemşirelerde Çalışma Yaşamı Kalitesi ve Etkileyen
Etmenlerin Değerlendirilmesi ........................................................................................................................... 78
Saadet Çolak Özdemir, Zonguldak İl Merkezindeki Liselerde Sigara İle Mücadelede Akran Eğitiminin Etkisi . 79
Aslı Gökdemir Tekeli, Anormal Semen Parametreleri Olan Erkeklerde Semen Analizi ve Semende Mast Hücresi
İle Lökositin Sperm Hareketliliği ve Morfolojisi Üzerine Etkileri ...................................................................... 80
Şükriye Kuzören, Kırsal ve Kentsel Alanda Bulunan İki Sağlık Ocağında Gebe İzlemlerinin Değerlendirilmesi 81
Şayeste Gebedek, Kömür İşçisi Pnömokonyozu Tanısı Alan İşçilerde Solunum Fonksiyonlarının
Değerlendirilmesi ............................................................................................................................................. 82
Bayram Kamat, Skrotal Radyoterapide Curcuminin Profilaktik Kullanımı Testis Dokusunda PARP-1
İmmünreaktivitesini ve Spermatogenezi Nasıl Etkiler? .................................................................................... 83
İbrahim Pala, İyonize Radyasyona Maruz Kalan Sıçan Ovaryumunda PARP-1 Ekspresyonu ve Follikülogenez
Üzerine Curcuminin Koruyucu Etkisi ................................................................................................................ 84
5
Gülşah Yapıcı, Bir Maden İşletmesi Çalışanlarında Tam Almış Uyku Bozukluğu Ve Gündüz Uykululuğu Sıklığının
Değerlendirilmesi ............................................................................................................................................. 85
Arzum Çelik Bekleviç, Bir Üniversite Hastanesi Araştırma Görevlilerinin Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum
Ölçeği ve Çalışma Yaşamında Toplumsal Cinsiyet Rolleri Algısının Değerlendirilmesi ..................................... 86
Sibel Demir, Öğretmenlerin Çalışma Koşulları Ve Sağlık Durumunun Değerlendirilmesi ................................ 87
Medine Güzel, Zonguldak Kadın Doğum Hastanesi’ne Başvuran Gebelerin Bilgi, Tutum Ve Deneyimlerinin
Doğum Şekli Tercihlerine Etkisi ........................................................................................................................ 88
Elnaz Bagherinabel, Trafik Kazalarının Zaman Serisi Analizi İle Değerlendirilmesi........................................... 89
Dilek Horuz, Göğüs Hastalıkları Servisinde Yatan KOAH Hastalarında Müzik Terapisinin Anksiyete ve Bazı Klinik
Bulgulara Etkisi ................................................................................................................................................. 90
Hicran Demirhan, Zihinsel Engelli ve Sınır Zeka Kapasitesine Sahip Çocuk ve Ergenlerin Ebeveynlerinde Aile
Yükü ve Yaşam Kalitesi ..................................................................................................................................... 91
Gamze Örenli, İlköğretim İkinci Kademede Öğrenim Gören Kız Öğrencilerin Annelerinin Rahim Ağzı Kanseri
Ve HPV Aşısı Konusunda Bilgi Tutum Davranışları ............................................................................................ 92
Nesibe Söğütlü, Bülent Ecevit Üniversitesi, Zonguldak İlindeki Çocuklarda, Genişlemiş Spektrumlu Beta-
Laktamaz (GSBL) Üreten Escherichia Coli ve Klebsiella Spp.’nin Fekal Taşıyıcılığı ........................................... 94
Seda Kaya Özdemir, Bartın İli Sağlık Meslek Lisesi Ve Genel Lise Öğrencilerinin Beslenme Alışkanlıkları Ve
Obezite Sıklığı ................................................................................................................................................... 96
Elçin Sebahat Kasapoğlu, Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinin Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışlarının
Değerlendirilmesi ............................................................................................................................................. 97
Fatime Filiz Kapucubaş Akpınar, Trafik Polislerinde Kan Ağır Metal Düzeylerinin Değerlendirilmesi .............. 98
Koray Olgun, Mekanik Ventilasyon Desteği Alan Hastaların Ağrı Değerlendirilmesinde İki Farklı Ölçeğin
Karşılaştırılması ............................................................................................................................................... 100
Dilek Karaman, Meme Biyopsisi Sırasında Sanal Gerçeklik Uygulamasının Ağrı ve Anksiyete Üzerine Etkisi 101
Nurten Arslan, Sağlıklı Ergen ve Engelli Kardeşler Arasındaki İlişkinin Aile İşlevlerinden Etkilenme Durumunun
İncelenmesi ..................................................................................................................................................... 102
Dilek Bayram, Çocuklarda Periferal Kanül Uygulaması Sırasında Kullanılan Damar Görüntülemenin Ağrı ve
Anksiyete Üzerine Etkisi ................................................................................................................................. 103
Dilek Yıldırım Tank, Ameliyathane Hemşirelerinde Oje Kullanımının Cerrahi El Yıkama Sonrası Bakteriyel
Kolonizasyona Etkisi ....................................................................................................................................... 104
Elif Erbay, Çocuklarda Periferik Damar Yolu Açma Girişimi Sırasında Yapılan Dikkati Dağıtma Tekniğinin Ağrıyı
Azaltmaya Etkisi .............................................................................................................................................. 105
Özgür Bahadır, Müzik Terapinin Cerrahi Uygulanan 6-12 Yaş Arası Çocuklarda Anksiyete, Korku ve Ağrı
Yönetimine Etkisi ............................................................................................................................................ 106
Işın Alkan, Ninni Dinletmenin Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Bebekler Üzerine Etkisi ............... 108
Tülay Başoğlu Namal, Devlet Hastanesinde Çalışan Hemşirelerde İş Kazalarının Değerlendirilmesi ............. 109
Özden Kalaycı, Diyabetli Hastaların Ayak Bakımı ve Diyabetik Ayak Hakkındaki Bilgi, Tutum ve Davranışlarının
Değerlendirilmesi ........................................................................................................................................... 110
Neslihan Akman, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalarının Hastalığa Psikososyal Uyumlarının ve Bakım
Verenlerin Yaşadığı Güçlükleri Belirlenmesi ................................................................................................... 112
Sibel Altıntaş, Nöroşirurji Yoğun Bakım Hastalarında Uygulanan Derin ve Yüzeyel Endotrakeal Aspirasyonun
Hemodinamik Parametreler ve Ağrı Üzerine Etkileri ..................................................................................... 114
6
Candan Dalkılıç, Amitriptilinin Deneysel Akut ve Kronik İnflamasyon Modelleri Üzerine Etkisi .................... 116
Fatma Göksu, Çocuklarda Venöz Kan Alımı Sırasında Kullanılan Sanal Gerçeklik Gözlüğünün Hissedilen Ağrı
Üzerine Etkisi .................................................................................................................................................. 117
Derya Şahin, Gebelerin Anne Sütü Sağma Teknikleri ve Saklama Koşulları Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin
Belirlenmesi .................................................................................................................................................... 118
Selda Türkmen Çoban, Zonguldak İl Merkezi’ndeki Çocuk Kliniklerinde Çalışan Hemşirelerin, Çocuğun
Bakımında Ebeveyn Katılımına Yönelik Tutumlarını Belirlemek ..................................................................... 119
Musa Kıran, Lesitinin Deneysel Mide Ülseri Üzerine Etkisi ............................................................................ 120
Musa Özsavran, Ergenlerde Duygusal Esnekliğin Arttırılmasında Bir Sanat Aktivitesinin Etkisinin
Değerlendirilmesi: Mandala ........................................................................................................................... 121
Ayla Gündoğdu Karakaya, Yenidoğan Bebek Annelerine Verilen Presentasyon ve Demonstrasyon Destekli
Bebek Masajı Eğitiminin Etkinliğinin Değerlendirilmesi ................................................................................. 122
Serap Demirel, Hastanede Yatan Çocukların Tıbbi İşlemlere Yönelik Korkularını Azaltmada Verilen Eğitimin
Etkisinin İncelenmesi ...................................................................................................................................... 123
Pelin Tuncer Çoban, Varis Ameliyatı Olan Hastaların Ameliyat Öncesi ve Ameliyat Sonrası Yaşam Kalitesinin
Değerlendirilmesi ........................................................................................................................................... 124
Sevda Doğru, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine Prematüre Bebeği Yatan Ebeveynlere Verilen Yatış Eğitiminin
Stres Düzeylerine Etkisi .................................................................................................................................. 125
Necmi Keskin, Farklı El Tercihi Olan Bireylerde Üst Ekstremite Kompozisyonu ile Fonksiyonları Arasındaki
İlişkinin İncelenmesi ....................................................................................................................................... 126
Hülya Ertop, Özel Sektör Maden İşçilerinde İşyeri Ortam Faktörlerinin Anksiyete Düzeyi Üzerine Etkisi ..... 127
Aylin Kurt, Çocuklarda Postoperatif Ağrının Giderilmesinde Dikkati Başka Yöne Çekme Tekniklerinin (Parmak
Kukla Oyunları) Etkisi ...................................................................................................................................... 128
Meryem Ergenç, Melatoninin Diabetik Sıçanlarda Depresyon Benzeri Davranış ve AGE Düzeylerine Etkisi . 129
Gaye Erdoğan, 1-7 Yaş Arasındaki Çocuklarda Ameliyat Sonrası Ağrının Ebeveyn, Hemşire ve Bağımsız Bir
Gözlemci Tarafından Değerlendirilmesi ......................................................................................................... 130
Feyza Taşdemir, Meme Cerrahisi Öncesi Gece Uykusu Özelliklerinin Ameliyat Sonrası Ağrıya Etkisi ........... 132
Sercan Zor, Hastaların Meme Ameliyatı Sonrası İlk 24 Saat Uyku Özelliklerinin Aktigrafi Yöntemi İle
Değerlendirilmesi ........................................................................................................................................... 133
Bircan Taşçı, Miadında Doğan Bebeklerde Anne Sütü Kokusunun Sakinleştirici Etkisi .................................. 134
Sümeyye Yaşar Kivik, Epidural Anestezi ile Doğum Yapan Primipar Annelerde Erken Ten Temasının Emzirme
Üzerindeki Etkisi ............................................................................................................................................. 135
Öznur Yılmaz, Okul Öncesi Çocuklarda Oyun Terapinin Ayrılık Kaygısı Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi . 136
Tülin Kurt, Yoğun Bakım Hastalarını Mekanik Ventilasyondan Ayırma Sürecinde Doğa Temelli Ses Terapisinin
Etkisi................................................................................................................................................................ 137
Merve Yanık, Nebülizatör Tedavisi Alan 3-6 Yaş Grubu Çocuklarda Oyuncak Tipi Nebülizatör İle Verilen
Eğitimin Etkinliğinin Değerlendirilmesi ........................................................................................................... 138
Damla Ünal, Çocuk Kliniklerinde Çalışan Hemşirelerin Mizah Tarzları İle Tükenmişlik Düzeyleri Arasındaki
İlişkinin Saptanması ........................................................................................................................................ 139
Arzu Şen, Cerrahi Hastalarında Elastik Basınçlı Çorap Kullanımı ve Eğitimin Etkisi ........................................ 140
Ayşe Öksüzoğlu, Mekanik Ventilatör Desteğindeki Hastalara İki Farklı Yöntemle Verilen Ağız Bakımının Oral
Mukozadaki Bakteriyel Kolonizasyon Üzerine Etkisi ...................................................................................... 141
7
Nigar Ak Türkiş, Ameliyat Öncesi Uygulanan Gevşeme Egzersizlerinin Anksiyete Düzeyine Etkisi ................ 142
DOKTORA TEZ ÖZETLERİ ................................................................................................................................. 143
Fürüzan Köktürk, K-En Yakın Komşuluk, Yapay Sinir Ağları ve Karar Ağaçları Yöntemlerinin Sınıflandırma
Başarılarının Karşılaştırılması .......................................................................................................................... 144
Mustafa Çağatay Büyükuysal, Farklı Örneklem Genişliklerinde Normal Dağılım Testlerinin
Karşılaştırılması ............................................................................................................................................... 145
Anvar Hamdıev, Pençe Ödemine Bağlı Ağrı ve Davranış Değişikliklerinin Farmakolojik Modülasyonu ......... 146
Shemsu Umer Hussen, Değişik Heparin Türevlerinin Sıçanlarda Deneysel Ağrı ve İnflamasyon Modelleri
Üzerine Etkisi .................................................................................................................................................. 147
Aslıhan Külekçi Uğur, Bebek Ölümlerini Etkileyen Faktörler ile Bebeği Ölen ve Yaşayan Annelerde Yaşam
Kalitesinin Değerlendirilmesi .......................................................................................................................... 148
Gaye Sağlam, Farklı Restoratif Materyallerle Üretilmiş Endokronların Marjinal Uyumunun ve Kırılma
Dayanımının Değerlendirilmesi ...................................................................................................................... 149
Ezgi Akdeniz, Fosfodiesteraz 4 Enzim İnhibitörü Rolipramın Sıçanlarda Testiküler İskemi Reperfüzyon Hasarı
Üzerine Etkileri ............................................................................................................................................... 150
Ecehan Hazar, Oval Şekilli Kanalların Tekrarlayan Tedavilerinde Farklı Tekniklerin Kök Kanal Dolgusunu
Uzaklaştırma Etkinliklerinin Değerlendirilmesi ............................................................................................... 151
8
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
YÜKSEK LİSANS TEZ ÖZETLERİ
9
ÖZET
Şeyda Damatoğlu Çakmak, Kömür Madeni İşçilerinde Eritrosit Na+-K+Atpaz ve Antioksidan
Enzim Aktivite Değişiklikleri İle Lipid Peroksidasyonunun İncelenmesi. Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Biyokimya Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2003.
Bu çalışma kömür madeni işçilerinde eritrosit membranı Na+-K+ATPaz enzim aktivitesi ve lipid
peroksidasyonunda olası değişikliklerin eritrosit antioksidan enzim sistemi ile ilişkisini araştırmak
amacıyla yapıldı. Bu amaçla 1-21 yıldır kömür madeni ocağında çalışmış, yaşları 27-48 arasında olan
40 maden işçisi ve yaşları 27-52 arasında olan 34 sağlıklı kontrol grubundan kan örnekleri alındı.
EDTA’lı tüplerden eritrosit ghostu, düz tüplerden serum elde edildi. Eritrosit membranında Na+-
K+ATPaz enzim aktivitesi, MDA, SOD ve CAT aktiviteleri tayin edildi. Eritrosit membranı Na+-
K+ATPaz enzim aktivitesi kontrol grubunda anlamlı derecede düşük bulunurken eritrosit membran
MDA düzeyi kontrol grubundan yüksek bulunmuştur. Antioksidan enzimlerden CAT aktivitesinde
gruplar arasında fark bulunamazken SOD aktivitesi çalışma grubunda düşük bulunmuştur. Sonuç
olarak, çalışma grubunda görülen enzim aktivitelerindeki azalmada ve lipit peroksidasyonundaki
artışta kömür tozunun neden olduğu ROT üretimindeki artışın etkili olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Na+-K+ATPaz, Maden İşçisi, Antioksidan Enzim
10
ÖZET
Sinan Kurtman, Sürekli Alkol Kullananlarda Demir Metabolizması Belirteçleri ve Oksidan
Durumun Bir Göstergesi Olarak Malondialdehid Düzeyleri. Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Biyokimya Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2003.
Bu çalışmada sürekli alkol alışkanlığı olan 25 gönüllüden oluşan erkek deney grubu ile, 26 alkol
alışkanlığı olmayan sağlıklı erkek gönüllüden oluşan kontrol grubundan alınan kan örneklerinde lipid
peroksidasyonunun son ürünlerinden olan MDA düzeyleri ile serum demiri, ferritin ve TDBK gibi
demir parametrelerinin yanı sıra GGT, ALT ve AST enzim düzeyleri arasındaki ilişki araştırılmıştır.
Kan örneklerinde serum demiri, ferritin, TDBK, GGT, ALT ve AST düzeyleri otoanalizör ile MDA
düzeyleri ise spektrofotometrik metod kullanılarak tayin edildi.
Deney ve kontrol gruplarından elde edilen bulgular Student-T testi ile istatistiksel olarak
karşılaştırıldı. Sürekli alkol kullananlarda serum MDA, GGT, ferritin ve demir düzeyleri kontrol
grubuna göre yüksek bulundu (p<0.001). Ancak TDBK, ALT ve AST enzim düzeylerinin gruplar
arasında istatistiksel bir fark göstermediği gözlendi. (p>0.05).
Sonuç olarak, sürekli alkol kullananlarda oksidatif stres ve hepatosit harabiyetine bağlı olarak vücut
demir depolarının arttığı, bunun sonucunda lipid peroksidasyonunun indüklenerek karaciğer doku
hasarına katkıda bulunduğu kanısına varılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Alkol, serum demiri, ferritin, lipid peroksidasyonu, malon-dialdehid.
11
ÖZET
Cemil Yavuz, Zonguldak Lise Öğrencilerinin Sigara Kullanım Sıklığı ve Sigara Kullanımını
Etkileyen Faktörler. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Göğüs
Cerrahisi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2003.
Son yıllarda ortaöğretim öğrencileri arasında sigara kullanım yaygınlığı artmakta ve sigaraya başlama
yaşı düşmektedir. Araştırma, Zonguldak ise öğrencilerinde sigara kullanım sıklığı ve sigara
kullanımını etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla 2003 yılında yapılmıştır. Araştırma kesitsel tipte
planlanmıştır.
İl milli eğitim merkez müdürlüğüne bağlı 23 lisede küme örnekleme yöntemiyle 515 lise ikinci sınıf
öğrencisi araştırma örneklemine alınmıştır. Araştırma verileri anket yöntemiyle toplanmış, verilerin
değerlendirilmesinde Ki- kare ve yüzdelik kullanılmıştır. Araştırma grubunun %51’i kız, %49’u
erkek öğrencilerden oluşmuştur. Yaş ortalaması 15,9±0,7dir. Sigara içme sıklığı 15.9 bulunmuştur.
Erkeklerde sigara içme sıklığı daha yüksek bulunmuştur. Lise öğrencilerinin %55’İ yaşam boyu en
az bir kez sigara kullandıklarını belirtmişlerdir. Sigarayı deneme yaş ortalaması 11.06±3.01, başlama
yaş ortalaması 12.97 ±2.33 bulunmuştur. Yaş arttıkça sigara içme sıklığının arttığı, öğrencilerin
%81’inin herhangi bir nedenle sigara satın aldığı ve %76.8’inin sigara satın alırken bir zorlanma ile
karşılaşmadıkları saptanmıştır. Parçalanmış ailelerde, anne babası hayatta olmayan veya ayrı yaşayan
ailelerde, alkol kullanan, kardeşi sigara kullanan, aileden farklı bir şehirde yaşayan, annesi çalışan ve
babası emekli olan öğrencilerde sigara içme oranı daha yüksek bulunmuştur. Annenin eğitim düzeyi
arttıkça, alınan harçlık miktarı arttıkça sigara içme sıklığının arttığı, babanın eğitim seviyesi
yükseldikçe sigara içme sıklığının azaldığı saptanmıştır. Öğrencilerin sigaraya başlamasında en etkili
faktör merak olarak tespit edilmiştir. Öğrencilerin %96.5’i sigaranın sağlığa zararlı olduğuna
inandığı, %72’sinin sigara içtiği için pişmanlık duyduğu, %91.5’inin bırakmayı düşündüğü tespit
edilmiştir.
Anahtar Sözcükler: sigara, yaygınlık, lise öğrencileri
12
ÖZET
Serpil Subaşı Çağlar, Laparoskopik Kolesistektomi Operasyonu Geçiren Hastalarda Solunum
Eğitiminin Solunum Fonksiyon Testlerine Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2004.
Çalışma, laparoskopik kolesistektomi operasyonu yapılan hastalarda; ameliyat öncesi ve ameliyat
sonrası dönemde, solunum fonksiyonları ve solunum egzersizlerinin bu değerlere katkısının
araştırılması amacıyla klinik araştırma olarak planlanmıştır. Z.K.Ü. Tıp Fakültesi Uygulama ve
Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniğine başvuran hastalar randomize edilerek 20 hasta çalışma,
20 hasta kontrol grubu olarak alınmıştır. Çalışma grubunda yer alan hastalara solunum egzersizleri
öğretilerek, ameliyat öncesi dönemde uygulatılmıştır ve ameliyat sonrası dönemde de uygulamaya
devam edilmiştir. Çalışma kapsamına alınan tüm hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası
dönemde, solunum fonksiyonları değerlendirilmiştir. Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemde
hasta grupları arasında ameliyat sonrası solunum fonksiyon testi‘ de zorunlu vital kapasite, peak
ekspiratuar akış hızı, zorunlu eksiprasyonun birinci saniyesinde atılan volum, değerleri arasındaki
fark anlamlı bulunmuştur.
Sonuç olarak laparoskopik kolesistektomi geçiren hastalarda, planlı solunum egzersiz eğitimin,
hastaların solunum fonksiyonlarını olumlu yönde etkilediği görülmüştür.
Anahtar Sözcükler: Laparoskopik cerrahi, solunum fonksiyon testi, solunum egzersiz
13
ÖZET
Feride Dursun, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi’nde
2001 – 2003 Yılları Arasında Poliklinik Başvuruları Ve Hasta Yatış Oranlarının Zaman Serisi
Analizi İle Değerlendirilmesi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2004.
Sağlık hizmetlerinin planlanmasında, sağlık kurumlarının tuttuğu istatistikler, verilere ulaşma ve
değerlendirme açısından büyük öneme sahiptir. Verilerin uygun biçimde analizi öncelik verilmesi
gereken konular ve gereksinimler hakkında sağlık yöneticilerine ışık tutar.
Çalışma geriye yönelik ve tanımlayıcı bir kayıt araştırmasıdır. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi
Uygulama ve Araştırma Hastanesi 2001-2003 yılları poliklinik başvuruları ve yatan hasta sayıları,
korelasyon analizi ve doğrusal regresyon analizi yöntemleri ile incelendi. Endokrinoloji
(r=0.789;p=0.001), Gastroenteroloji (r=0.809;p=0.001), Onkoloji (r=0.757;p=0.001) ve Psikiyatri
(r=0.786;p=0.001) polikliniklerinde, zaman ile poliklinik başvuru sayısı arasında çok iyi düzeyde
pozitif yönde anlamlı korelasyon saptandı. Poliklinik başvuruları için oluşturulan doğrusal regresyon
formülleri incelendiğinde regresyon katsayısının en yüksek tespit edildiği 5 bölümün Gastroenteroloji
(9.8), Psikiyatri (7.5), Endokrinoloji (6.8), Nöroloji (5.5) ve Göz Hastalıkları (5.3) poliklinikleri
olduğu gözlendi. Gebe (r=0.808;p=0.001), Göğüs Hastalıkları (r=0.866;p=0.001), Nefroloji
(r=833;p=0.001), Nöroloji (r=0.786;p=0.001), Nöroşirurji (r=0.770;p=0.001), Onkoloji
(r=0.838;p=0.001) ve Psikiyatri (r=0.799;p=0.001) kliniklerinde, zaman ile yatış sayıları arasında çok
iyi düzeyde, pozitif yönde anlamlı korelasyon saptandı. Kliniklere yatışlar için oluşturulan regresyon
formülleri incelendiğinde, regresyon katsayısının en yüksek tespit edildiği 6 bölümün Göğüs
Hastalıkları (1.6), Onkoloji (1.3), Kardiyoloji (1.1), Gebe (1.1), Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları (0.6)
ile Nöroşirürji (0.6) klinikleri olduğu gözlendi.
İzlem ve değerlendirme çalışmalarında sürekliliğin sağlanması, genç bir hastane olan Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi için değişime ve gelişime adapte olmada
faydalı olacaktır.
Anahtar Sözcükler: Zaman serisi analizi, poliklinik başvuruları, yatan hasta oranları
14
ÖZET
Zühtü Şahin, Zonguldak İli Karadeniz Ereğli Merkez 2 Nolu Sağlık Ocağı Bölgesinde 2003-
2004 Yıllarında Yapılan Bebek İzlemlerinin Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2004.
Bebek ölümlerinin azaltılmasında sağlıklı bebek izlemi temel öneme sahiptir. Sağlık ocaklarında bu
amaçla kullanılan Bebek ve Çocuk İzleme Fişi üzerinden bebek izlemini değerlendirmede ortak
nitelik puanlarının kullanılması yararlı olacaktır.
Kesitsel tipte planlanan çalışmada kullanılan Bebek İzlemi Nitelik Puanını (BİNP) oluşturan ölçütler;
bebeğin doğum tarihinin, ağırlığının, boyunun, ebeveynlerin akrabalık ve kan uyuşmazlığı bilgisinin,
grafik bilgisinin, son izlemde ağırlık, boy ve baş çevresi bilgisinin fişe işlenmiş olması ve aya göre
uygun sayıda izleme yapılmış olması durumudur.
Çalışmada, 648 bebeğe ait fişlerdeki bilgi kutucuklarının genel kullanım sıklığı %78,3 olarak
saptandı. Annelerin %90,7’si 20-34 yaş arasında, %33,0’ünün eğitimi ilkokuldan çok, %73,0’ü
SSK’lı, %81,3’ü bir veya iki doğum yapmıştı. Bebeklerin %98,7’si hastanede, %38,6’sı sezaryen ile
doğmuştu. Annenin eğitim düzeyi arttıkça sezaryen oranı artıyordu. Bebeklerin DBT-Polio ve Hepatit
B yönünden tam aşılı olma durumu Türkiye verilerine göre daha düşük, kızamık ve BCG aşıları
yönünden ise daha yüksekti. BİNP’nı oluşturan ölçütlerin kullanım sıklığı %64,9 olarak gözlendi.
Ortalama BİNP 6,5±1,7 olarak saptandı. BİNP’ları, kentsel yerleşimli (6,8±1,4), erkek (6,7±1,7),
annesi ortaokul ve daha yüksek eğitimli (6,9±1,3) ve hemşireler tarafından izlenen
(6,9±1,3)bebeklerde anlamlı biçimde yüksekti. Ortalama bebek izlem sayısı 1,84’dü. Aya göre uygun
izlem 30 fişde gerçekleşmişti. Bebeklerin %77,7’si en çok iki kez izlenmişti ve en fazla izlem sayısı
5’ti.
Sonuç olarak, ebe ve hemşirelerin eğitimi, motivasyonu ve malzeme desteği gereklidir. Hastanelerde
bebeğin doğum bilgilerini içeren bir form geliştirilmeli ve sağlık ocağına iletilmelidir. Üniversitelerin
Eğitim Araştırma Bölgeleri oluşturulmalıdır. Toplum katılımı sağlanmalı, sağlık kurulları
işletilmelidir.
Anahtar Sözcükler: Bebek izlemi, temel sağlık hizmetleri, nitelik puanı, form 006
15
ÖZET
Hakan Kalyon, Zonguldak İl Merkezinde Kamuda Çalışan Özürlüler İle Özürlü Olmayanların
Sağlık Algılamalarının Sf 36 İle Karşılaştırılması. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2004.
Özürlüler bir yandan kendilerine özgü sağlık sorunları ve nüfusa oranları nedeniyle özellikli ve
öncelikli bir hizmet grubu oluştururken, diğer yandan sağlığın korunması ve geliştirilmesi yönünden
de özel bir risk grubu oluştururlar. Bu çalışmada Zonguldak İl Merkezinde kamu iş yerlerindeki
özürlü ve aynı iş yerlerindeki özürlü olmayan çalışanların sosyoekonomik özelliklerinin, sağlık
algılamasına etkileri incelendi. Araştırma kesitsel ve karşılaştırmalı olarak planlanmıştır.
Araştırmanın evreni Zonguldak İl Merkezinde 2002 yılında kamu işyerlerinde çalışan 161 özürlü
çalışan idi. Örneklem yapılmadan 161 özürlü çalışana ulaşılması hedeflendi. 161 özürlü çalışandan
araştırmaya katılmayı kabul eden 148 kişiye (%91,9) ulaşıldı. Araştırmayı kabul eden özürlü kamu
çalışanları ile aynı işyerlerinde ve aynı işi yapan, 148 özürlü olmayan kamu çalışanına, eş zamanlı
olarak anket uygulandı.
Özürlülerin %41,9’u (n=62) ortopedik özürlü, %25,7’si (n=38) görme özürlü, %16,9’u (n=25) işitme
özürlü, %15,5’i (n=23) diğer özür gruplarındaki özürlerden birine sahipti. Özürlülerin %81,8’i
(n=121) erkek, % 18,2’si (n=27) kadın iken, özürlü olmayanların %76,4’ünün (n=113) erkek,
%23,6’sının (n=35) kadın olduğu saptandı. Araştırmada yer alan özürlülerin %6,1’i (n=9)
Yüksekokul ve üzerinde eğitim almış iken, özürlü olmayanların %17,6’sının (n=26) yüksekokul ve
üzerinde eğitim aldığı saptanmıştır (p=0,001). Araştırma kapsamındaki özürlüler ve özürlü
olmayanların fiziksel (FSD) ve mental (MSD) sağlık durumu özet değerlerinin ortalamaları
değerlendirildiğinde, özürlülerin FSD ortalaması 47,2 iken, özürlü olmayanlarda 50,9 dur (p=0,001).
Özürlülerin MSD ortalaması 49,6 iken, özürlü olmayanlarda 48,2’dir (p=0,141).
Anahtar Sözcükler: Kamu Çalışanı, Özürlü, Yaşam Kalitesi, Algılanan Sağlık, SF36
16
ÖZET
Hülya Kulakçı, Huzurevinde Yaşayan Yaşlılarda Sağlık Algılaması. Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2004.
Doğumla başlayan yaşam, bebeklik, çocukluk, ergenlik, genç yetişkinlik, yetişkinlik ve yaşlılıkla
devam eder. İnsan sağlığı kişinin bireysel yapısı ve çevresi arasındaki etkileşim ürünüdür. Yapılan
tüm toplum sağlığı araştırmalarında ve epidemiyolojik değerlendirmelerde yaş en önemli
değişkenlerden birisidir.
Dünya Sağlık Günü çalışmalarında, doğuşta yaşam beklentisindeki artışta, yaşama yılların
eklenmesinden daha önemlisinin yıllara yaşam katmak olduğu görüşünden hareketle sağlık ve sosyal
hizmetlerin esas ilgisinin yaşam kalitesi olması gerektiği, kısaca yaşam kalitesinin yaşanan süreden
daha önemli olduğu vurgulanmaktadır. Türkiye’de yaşlı nüfusun diğer ülkelerinin ortalamalarının
altında olmasına rağmen, gelecekte yaşlı nüfusunun artacağı kesindir. Bu nedenle, yaşlıların yaşam
kalitesinin arttırılmasına yönelik önlemler alınmalıdır. Bu çalışma Zonguldak ilinde huzurevi ve
huzurevi dışında yaşayan yaşlıların sağlık algılamalarını değerlendirmek ve karşılaştırmak amacıyla
planlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Örneklem grubunu araştırmaya katılmayı kabul eden ve %50.0’ı
(n=76) huzurevinde yaşayan 152 kişi oluşturmuştur. Huzurevindeki yaşlıların %84.2’si (n=64) 60-89
yaş grubu, %43.4’ü kadın (n=33), %64.5’i (n=49) eşini kaybetmiş, %35.5’i (n=27) okur yazar değil,
%9.2’si (n=7) hiçbir gelire sahip değil, %30.3’ü (n=23) sosyal güvenceden yoksun ve %26.3’ü (n=20)
çocuk sahibi değildir. İki grup arasında sosyal güvence durumu (p=0.001) ve çocuk sahibi olma
durumu (p=0.001) açısından anlamlı fark bulunmuştur. Araştırmada yer alan huzurevindeki yaşlıların
%73.7’sinin (n=56) düzenli kullandığı bir ilacı ve %80.2’sinin (n=61) kronik bir hastalığı olduğu
belirlenmiştir. İki grup FSD (p=0.198) ve MSD (p=0.746) ortalamaları yönünden karşılaştırıldığında
gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Huzurevindeki yaşlıların FSD ortalamaları arasında cinsiyet
grupları (p1=0.016), eğitim durumları (p1=0.005) ve aylık gelir durumları (p1=0.040), MSD
ortalamaları arasında da cinsiyet grupları (p2=0.011) ve aylık gelir durumları (p2=0.015) açısından
fark bulunmuştur.
Anahtar Sözcükler: Yaşlı, Huzurevi, Yaşam Kalitesi, Algılanan Sağlık, SF 36
17
ÖZET
Nurhan Gürel, Total Diz Artroplasti Operasyonu Geçiren Hastalarda Kuadriseps Kasına
Elektrik Stimülasyonun Rehabilitasyona Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2004.
Amaç: Total diz artroplasti operasyonu geçiren hastalarda postoperatif kuadriseps femoris kasına
uygulanan elektrik stimülasyonunun erken dönem rehabilitasyon sonuçları üzerine etkisini
değerlendirmek.
Gereç ve yöntem:Araştırmaya total diz artroplasti operasyonu yapılan 30 kadın hasta dahil edildi.
Hastalar 2 gruba ayrıldı. 1. gruba (15 kişi ) postoperatif standart total diz artroplasti rehabilitasyonu,
2. gruba (15 kişi ) ise standart rehabilitasyon programı ile birlikte kuadriseps kasına elektrik
stimülasyonu uygulandı. Hastaların manuel kas testi, eklem hareket açıklığı ölçümleri (EHA), çevre
ölçümleri, 10 mm Visüel Analog Skala (VAS) ile ağrı değerlendirmesi, Lequesne indexi ile
fonksiyonel değerlendirmeleri preoperatif (0), postoperatif 1. (1), 2. (2) ve 6. (6) hafta sonunda
yapıldı.
Bulgular: Her iki grupta VAS 2.hafta ve 6.hafta sonunda istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldı.
Lequesne indeksinde postoperatif 1, 2 ve 6. haftalarda preoperatif değerlere göre 2 grupta da anlamlı
düzeyde azalma saptandı. Her iki grupta postoperatif 1.hafta EHA ölçümlerinde preoperatif değerlere
göre azalma saptandı. Diz ekstansiyonu 6 hafta sonunda 1.grupta başlangıç değerlerine göre farklılık
göstermezken; 2.grupta hem diz ekstansiyonu hem de fleksiyonunda istatistiksel olarak anlamlı
düzelme kaydedildi.İki grup karşılaştırıldığında ölçülen parametrelerde sadece diz ekstansiyonunda
fark saptandı.
Sonuç: Total diz artroplastisi sonrasında rehabilitasyon programına dahil edilen tüm hastalarda
ağrıda belirgin azalma, fonksiyonel ölçümlerde düzelme saptansa da elektrik stimülasyonu ile diz
ekstansiyonundaki düzelme daha belirgin olmuştur. Operasyon öncesinde kuadriseps kasında zayıflık
ve ekstansiyon kısıtlılığı olması nedeniyle total diz artroplasti operasyon sonrası kuadriseps femoris
kasına elektrik stimülasyonu uygulanması rehabilitasyon sonuçlarını olumlu yönde etkilemektedir.
Anahtar Sözcükler: Total diz artroplastisi, Lequesne indeksi, terapötik elektrik stimülasyonu.
18
ÖZET
Nurdan Yalçın, Zonguldak İlinde Yataklı Tedavi Hizmeti Veren Hastanelerde Çalışan
Hemşirelerin Klinik Nütrisyon Bilgi Düzeyi Ve Eğitim Gereksinimlerinin Belirlenmesi.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel Cerrahi Anabilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2004.
Nütrisyon desteği tedavisini uygulayan sağlık personelinin bu konuda yeterli bilgiye sahip olmasının,
tedavi başarısını arttıracağı ve komplikasyonları azaltacağı literatürde birçok çalışmayla
gösterilmiştir.
Bu araştırma da nütrisyon desteği uygulanan hastalara bakım veren hemşirelerin klinik nütrisyon bilgi
düzeylerinin ve ülkemizde bu alanda aldıkları eğitimi saptamak amacıyla yapılmıştır.
Araştırmanın örneklemini Nisan – Temmuz 2004 tarihleri arasında Zonguldak İlinde mevcut SSK,
Sağlık Bakanlığı ve ZKÜ Uygulama ve Araştırma Hastanelerinde çalışan 302 hemşire
oluşturmaktadır.
Araştırmanın verileri, oluşturulan anket formu kullanılarak görüşme tekniği ile toplanmıştır.
Ülkemizde hemşire yetiştiren programların müfredatları incelenmiştir. Verilerin
değerlendirilmesinde aritmetik ortalama, tek yönlü varyans analizi, korelasyon Pearson testi, Stutend-
t testi kullanılmıştır ve analiz sonuçları %95 güven aralığında değerlendirilmiştir.
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre hemşirelerin Klinik Nütrisyon’a ilişkin bilgilerinin istenilen
düzeyde olmadığı ve ülkemizde klinik nütrisyonla ilgili bilgilerin diğer derslerin içerisine
sıkıştırılarak kısıtlı bir şekilde verildiği belirlenmiştir. Hemşirelerden Lisans mezunu olanların diğer
gruplara göre daha yüksek bilgi puanına sahip olduğu; mesleki deneyimin bilgi puanlarını
etkilemediği; nütrisyon bilgisi ile nütrisyonel değerlendirme uygulamalarının yakından ilişkili olduğu
saptanmıştır.
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre ülkemizde hemşire eğitimi veren kurumların müfredatları
klinik nütrisyon açısından yeniden gözden geçirmesi ve mezun olup sahada çalışanlar için de düzenli
eğitim çalışmaları yapılması önerilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Klinik Nütrisyon Bilgisi, Hemşire, Eğitim
19
ÖZET
Banu Saltık, 2003 Yılında Zonguldak İlinde Yaşam Beklentisi. Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2005.
Birey ve toplumların sağlık gereksinimlerinin belirlenmesi, sağlık hizmetlerinin
değerlendirilebilmesi ve farklı toplumların karşılaştırılabilmesine yönelik gereksinimler sağlık ve
sağlıksızlık halini belirlemeyi amaçlayan pek çok sağlık ölçütü geliştirilmesine yol açmıştır. Bireysel
ve toplumsal düzeyde sağlık ve sağlıksızlığın değerlendirilmesini amaçlayan sağlık ölçütlerinden sık
kullanılanlardan birisi de beklenen yaşam süresidir.
Tanımlayıcı tipte planlanan çalışmada Sümbüloğlu tarafından aktarılan yaşam tablosu yöntemi
kullanılmış; veriler İl Merkezi, Karadeniz Ereğlisi, Devrek, Çaycuma, Gökçebey, Alaplı ve il geneli
olarak 7 ana grupta incelenmiş; her grupta kadınlar, erkekler ve toplam nüfus için geliştirilen model
yaşam tabloları aracılığıyla doğumda, 1 yaşında, 5 yaşında ve 65 yaşında beklenen yaşam süreleri
hesaplanmıştır. Çalışmada, Zonguldak il genelinde kadınlarda beklenen yaşam süreleri doğumda
76.3 iken, 1 yaşına ulaşanlarda 76.7, 5 yaşına ulaşanlarda 77.3, 65 yaşına ulaşanlarda ise 81.1’dir
ve 65 yaşına ulaşması beklenen nüfus oranı % 92.1’dir.
Zonguldak il genelinde erkeklerde beklenen yaşam süreleri doğumda 71.7 iken, 1 yaşına ulaşanlarda
72.3, 5 yaşına ulaşanlarda 72.9, 65 yaşına ulaşanlarda ise 79.3’dür ve 65 yaşına ulaşması beklenen
nüfus oranı % 86.8’dir. Zonguldak il genelinde kadınlarda ve erkeklerde beklenen yaşam süreleri
doğumda 73.7 iken, 1 yaşına ulaşanlarda 74.2, 5 yaşına ulaşanlarda 74.9, 65 yaşına ulaşanlarda ise
80.2’dir ve 65 yaşına ulaşması beklenen nüfus oranı % 89.6’dır.
Anahtar Sözcükler: Beklenen yaşam süresi, model yaşam tablosu, sağlık ölçütü
20
ÖZET
Kurtuluş Çetin, Formaldehid İle Oluşturulan Frontal Korteks, Hipokampus ve Serebellum
Hücresel Hasarına Karşı Melatoninin Koruyucu Etkileri. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2005.
Endüstri ve tıpta yaygın kullanılan formaldehid, oldukça toksik ve reaktif bir bileşik olup, proteinler
ve nükleik asitlerle reaksiyona girer. Formaldehid, solunum ve sindirim yollarında, deride ve merkezi
sinir sisteminde hücresel hasara sebep olmaktadır. Pineal bezin en önemli endokrin ürünü olan
melatoninin, potansiyel serbest radikal temizleyici, antioksidan ve nöroprotektif özelliğe sahip olduğu
ileri sürülmektedir. Bu çalışmada, sıçanlarda formaldehid ile oluşturulan frontal korteks, hipokampus
ve serebellum hücresel hasarına karşı ekzojenik melatonin uygulamasının muhtemel koruyucu
etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Deneyde kullanılan 210-250 gr. ağırlığında erkek Wistar albino sıçanlar, her grupta 8 denek olacak
şekilde rastgele üç gruba ayrıldı. Kontrol grubuna, yalnızca intraperitoneal (i.p.) distile su verildi.
Formaldehid uygulanan ve formaldehid + melatonin uygulanan gruplara 10 mg/kg dozunda i.p.
formaldehid verildi. formaldehid + melatonin grubuna ayrıca 15 mg/kg i.p. melatonin verildi. Tüm
enjeksiyonlar 30 gün sürdü. 31. gün, deneklerin frontal korteks, hipokampus ve serebellum dokuları
histolojik ve biyokimyasal incelemeler için alındı. İstatistiksel analizler; SPSS 11.0 bilgisayar
programı kullanılarak yapıldı.
Grupların parametreleri arasındaki farklar Kruskal-Wallis Testi ile analiz edildi.
Gruplar arasındaki dual karşılaştırmaların önemlilik değerleri Mann-Whitney U- Testi ile
değerlendirildi. p< 0.05’ i sağlayan sonuçlar anlamlı olarak ifade edildi. formaldehidin, kontrol
grubuna kıyasla anlamlı olarak doku malondialdehid (MDA) seviyelerini arttırdığını ve süperoksit
dismutaz enzim (SOD) aktivitelerini azalttığı görüldü. Melatonin uygulaması MDA seviyesini
düşürdü, bunun yanında SOD enzim aktivasyonunu arttırdı. Kontrol grubunda, nöronların yapıları
normaldi. Formaldehid grubu dokularında sitoplazmaları küçülmüş, koyu piknotik nükleuslu
nöronlar görüldü. Formaldehid + melatonin grubunda ise nöronlardaki bu dejeneratif değişikliklerin
şiddeti, formaldehid grubundakilere kıyasla azalmıştı. Bunun yanında, formaldehid grubu nöronları
sayısının kontrol ve formaldehid + melatonin gruplarına göre anlamlı olarak azaldığı görüldü.
Bu çalışmada, 30 günlük formaldehid uygulamasının frontal korteks, hipokampus ve serebellum
dokularında biyokimyasal ve nörodejeneratif değişikliklere sebep olduğu görülmüştür. Melatonin
uygulaması bu dokularda formaldehid intoksikasyonuna karşı antioksidan ve nöroprotektif etki
göstermiştir.
Anahtar Sözcükler: Formaldehid, melatonin, nörotoksikasyon, antioksidan, frontal
21
ÖZET
Betül Kaybolmaz, Sıçanlarda Etanol İle Oluşturulan Akut Gastrik Mukoza Hasarına Karşı
Ebselen’in Koruyucu Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
Gastrik mukozanın etanol gibi hasara uğratan ajanlara maruz kalması sonucunda organizmada yapısal
ve fonksiyonal değişiklikler olmaktadır: inflamatuar süreç, hemorajik erozyonlar, hatta akut ülserler.
Midenin epitelyal hücreleri devamlı olarak mukozal hasara neden olabilen toksik ajanlara maruz
kalmaktadır. Alkol kullanımı, modern toplumun en önemli problemlerinden biridir. Alkol, oral yolla
alındığında gastrointestinal sistemin mide epitelinden kolayca emilmektedir.
Absolu alkol ile oluşturulan oksidatif stres, gastrik hasarın patogenezinde çok önemli rol
oynamaktadır. Bu değişikliklerin temeli, koruyucu mekanizmaların bozulması ve sonuç olarak gastrik
mukozal bariyerin yıkılmasıdır. Sıçanlarda antioksidan enzim aktivitelerinin bozulması ile gastrik
mukozadaki değişiklikler reaktif oksijen türlerinin (ROT) üretilmesini ve lipid peroksidasyonunun
artışını içermektedir. Bu çalışmada selenoorganik bileşik olan glutatyon peroksidaza (GPx) benzer
aktivitesi, antioksidatif ve antiinflamatuar özellikleri ile bilinen ebselenin, 1 ml %100 etanol ile
gastrik mukoza hasarı oluşturulması üzerine koruyucu etkisi araştırılmıştır. Ebselenin 30 mg/kg
dozda önceden verilmesi gastrik hasarı ve lipid peroksidasyonunu belirgin derecede indirgemiştir.
Mide ve duodenum ülserlerinde sıklıkla kullanılan H2 reseptör antagonisti olan famotidin, ebselenin
yararlılığını karşılaştırmak amacıyla referans ilaç olarak kullanılmıştır.
Ebselen, etanol verilmesi ile oluşan kanama alanı ve ödem ile birlikte gelişen gastrik mukozal nekrozu
indirgemiştir. Bunun yanında ebselenin önceden verilmesi, MDA seviyesini indirgemiş ve
antioksidan enzim aktivitelerinin inhibisyonunu önlemiştir. Bu çalışmanın sonuçlarına göre,
sıçanlarda etanol verilmeden önce ebselenin verilmesinin, akut gastrik mukoza hasarının oluşumuna
karşı koruyucu etki gösterdiği belirlenmiştir. Ebselenin bu koruyucu etkisilerinin de onun GPx’a
benzer aktivitesi sayesinde, antioksidan ve antiinflamatuar niteliklerine bağlı olarak geliştiği
düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Ebselen, etanol, gastrik mukozal hasar, oksidatif stres, glutatyon peroksidaz,
lipid peroksidasyonu.
22
ÖZET
Halime Pulat, Nütrisyonel Durum Değerlendirme Yöntemlerinin Etkinliğinin Araştırılması.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel Cerrahi Anabilim Dalı,
Klinik Nütrisyon Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
AMAÇ: Malnütrisyon hala hastanelerde fark edilmeyen büyük bir problemdir.
Malnütrisyonun tespit edilmesinde altın standart sayılacak bir yöntemin bulunmayışı ve
klinisyenlerin konunun üzerinde durmaması, beslenme desteğinin ihmal edilmesinde birçok hatanın
temel sebebidir. Bu çalışmanın amacı hastanede yatan hastalarda beslenme durumunun
değerlendirilmesinde kullanılan farklı yöntemlerin karşılaştırılması ile seçicilik ve duyarlılık
değerlerinin tespit edilmesidir.
GEREÇ ve YÖNTEM: Araştırma grubunu Ocak- Eylül 2004 tarihleri arasında Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesine yatan, 18 yaş üstü, gebe ve emzikli
olmayan, çalışma amacı dışında laboratuvar testleri çalışılmış ve ilk 48 saatte SGD, NRS-2002, NRİ
ve İNA yöntemlerinin dördü birden uygulanabilmiş 300 hasta oluşturmaktadır. Araştırmanın klinik
verileri hastalarla görüşülerek ve laboratuvar verileri hasta dosyalarından alınarak toplanmıştır. SGD,
NRS-2002, NRİ ve INA yöntem sonuçları iyi beslenmiş ve malnütrisyon riskinde olmak üzere iki
guruba ayrılmıştır. Daha sonra dört testin en az üçünde iyi beslenmiş hastalar iyi beslenmiş, diğerleri
ise malnütrisyonda veya malnütrisyon riskinde olmak üzere iki guruplu kombine indeks
oluşturulmuştur.
BULGULAR: Kombine İndeks ile çalışma sonucunda hastaların % 47.6’sı malnütrisyon yönünden
risk altında bulunmuştur. Malnütrisyon riskinde olan hastaların tespit edilmesinde kullanılan
yöntemler karşılaştırıldığında SGD ve INA yöntemlerinin % 82, NRİ yönteminin % 8 1, NRS-2002
yönteminin % 8 0 duyarlılığa, SGD yönteminin % 9 7, NRİ yönteminin % 9 6, NRS-2002 yönteminin
% 9 0, İNA yönteminin % 8 3 seçiciliğe sahip olduğu tespit edilmiştir.
SONUÇ: Oluşturulan kombine indekse göre sonuçlara toplu olarak baktığımızda SGD en yüksek
duyarlılık ve seçicilik oranına sahip görülmektedir. SGD uygulaması bu konuda deneyimli kişiler
tarafından yapıldığında güvenilirliği artmaktadır ancak deneyimsiz kişilerin testi yapması
zorlaşmaktadır. Dolayısı ile yatan her hastanın deneyimli kişi tarafından görülmesi ve yorumlanması
zorunluluğu doğmaktadır.
NRS 2002 testi hiçbir laboratuvar parametresi kullanılmadan SGD’den daha düşük yüzdelere sahip
olarak karşımıza çıkmıştır.
NRİ testi SGD gibi yüksek doğruluğa sahip olarak görülmüştür. Ancak laboratuvar parametresi
gerektirmesi tarama testi olarak kullanılmasını zorlaştırmaktadır. Klinikte yatan ve laboratuvar
parametresi başka sebeple çalışılmış olan hastada malnütrisyon değerlendirmesi için kullanılabilir.
23
INA testinde ise kombine indekse ve diğer testlere göre daha düşük değerler elde edilmiştir. Burada
sadece laboratuvar parametrelerinin kullanılması temel soruın olarak gözükmektedir.
En yüksek seçiciliğe sahip SGA rutinde kullanılabileceği gibi, basitliği ve çabuk yapılabilmesi
yönünden NRS-2002 yöntemi de malnütrisyon tarama testi olarak rutinde rahatlıkla kullanılabilecek
bir yöntemdir.
Anahtar Sözcükler: malnütrisyon, beslenme durum değerlendirmesi
24
ÖZET
Pınar Demirel, El Antropometrik Ölçümleri ve El Kavrama Kuvvetinin Farklı Spor
Branşlarında Karşılaştırılması. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Anatomi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
Bireyin sahip olduğu genler ve genetik yapı elin şekillenerek gelişmesinde ve faklılaşmasında rol
almaktadır. Gelişim sürecinde elin karşılaştığı dış etkenler ve uğraşılan iş, el yapısını etkilemektedir.
Farklı spor branşlarında amaca uygun yapılan antrenmanlarla el yapısında değişmelerin meydana
gelerek, ellerin şekillenmesine katkıda bulunacağı düşünülmektedir.
Bu çalışma, elin yoğun olarak kullanıldığı basketbol, voleybol ve hentbol branşlarında mücadele eden
sporcuların kavrama kuvvetleri ile el antropometrik özelliklerinin saptanması amacı ile planlanmıştır.
Çalışma, araştırmaya gönüllü olarak katılan toplam 374 sporcu (236 erkek 138 kadın) üzerinde
yapılmıştır. Sporcular küçükler, yıldızlar ve gençler olmak üzere üç farklı yaş grubunda incelenmiştir.
Araştırma için sporcuların her iki ellerinden sekiz farklı antropometrik ölçüm yapılmış ve kavrama
kuvveti ölçülmüştür.
Cinsiyet ve yaş farklılığını göz ardı ederek basketbol, voleybol ve hentbol branşlarını birbiriyle
karşılaştırdığımızda, sağ ve sol el parametrelerinin çoğunda hentbol branşının voleybol ve basketbola
göre daha yüksek değerler içerdiği tespit edilmiştir. Özellikle sağ ve sol el genişliği ile sağ ve sol el
avuç uzunluğu parametrelerinde hentbolun en yüksek değerlere sahipken basketbolun en düşük
değere sahip olduğu bulunmuştur.
El yapılarına bakıldığında, hentbol branşını yapan sporcuların hem sağ hem de sol ellerinin kaba, kare
şeklinde geniş ve güçlü bir el yapısına sahip olduğu, basketbol branşını yapan sporcuların ise, hem
sağ hem de sol elde narin, dikdörgen şeklinde dar ve uzun parmaklı bir el yapısına sahip olduğu
bulunmuştur. Basketbol, voleybol ve hentbol branşlarında sol elin sağ ele göre daha dar bir yapıya
sahip olduğu tespit edilmiştir.
Cinsiyet ve yaş farklılığını göz ardı ederek basketbol, voleybol ve hentbol branşlarını el kavrama
kuvveti değerleri açısından karşılaştırdığımızda, sağ ve sol el kavrama kuvveti değerlerinde hentbol
branşının voleybol ve basketbol branşlarına göre daha yüksek değerlere sahip olduğu tespit edilmiştir.
El kullanımının önemli olduğu spor branşlarında el antropometrik ölçümlerinin ve kavrama kuvveti
değerlerinin sporcunun yönlendirilmesinde önemli olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: El, Antropometri, Kavrama kuvveti, Spor.
25
ÖZET
Emine Fidan, Kronik Yaralı Hastalarda Sosyoekonomik Durumun Yara Oluşumu ve Tedavi
Süreci Üzerine Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Plastik
ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
Tıp, cerrahi hemşirelik bakımı ve kendine bakım eğitimindeki gelişmelere rağmen, kronik yaralar
önemli bir morbidite ve mortalite kaynağı olmaya devam etmektedir. Ülserlerin birçoğu kronik ve
tekrarlayıcıdır. Bu kronik ve tekrarlayıcı ülserler ve bunlara eşlik eden komplikasyonlar işgücü
kaybının en büyük nedenlerindendir. Bu hastaların bakımı hastadan hastaya farklılık arz etmekle
birlikte sağlık sistemine ve topluma büyük yük getirmekte, hastaların işini kaybetmesine ve sosyal
izolasyona neden olmaktadır. Bu yaraların etiyoloji ve evrelendirilmesinin doğru tespiti, uygun tedavi
yönteminin seçilmesinde kolaylık sağlayacaktır. Ancak cerrahi ve medikal tedavi masrafları bilhassa
gelişmekte olan bir ülkenin ekonomisine oldukça ağır bir yük getirmektedir. Tüm dünyada ideal
multidisipliner yaklaşım henüz şekillenmediği için en azından hastayla ilgilenen doktor, hemşire ve
sağlık personelinin riskli grupları saptayıp çok basit yöntemlerle bu sorunu başlamadan bitirmeleri
en ideal çözüm olacaktır. Çalışma, kronik yaralı hastalarda sosyoekonomik durumun yara oluşumu
ve tedavi süreci üzerine etkilerini araştırmak amacıyla klinik araştırma olarak planlanmış ve
gerçekleştirilmiştir. Örneklem grubunu ZKÜ Uygulama ve Araştırma Hastanesi kliniklerine
başvuran ve araştırmaya katılmayı kabul eden kronik yaralı 80 kişi oluşturmuştur. Çalışma kapsamına
alınan hasta ve yakınlarıyla görüşülerek hastayı ve kronik yarayı tanımlayıcı özelliklerin yer aldığı
anket formumuz doldurulmuştur. Çalışmamızın sonucunda araştırmada yer alan kronik yaralı
hastaların %38,8’inin (n=31), tanısının diabetes mellitus, %22,5’inin (n=18) altta yatan hastalığının
diabetes mellitus, %55,0’ının (n=44) yara lokalizasyonunun alt extremitede olduğu, %55=0’ının
(n=44) orta derecede yara ciddiyeti ve %28.8’inin (n=23) orta dereceli hayat konforuna sahip
oldukları belirlenmiştir.
Hastaların beden kitle indeksi ile kronik yaranın lokalizasyonu arasında; medeni durumu bekar
olanlar ile kronik yara süresi ve tedavi süresi arasında; altta yatan hastalıkları ile yaranın
lokalizasyonu, tedavi süresi ve hayat konforu arasında anlamlı fark saptanmıştır. Hastaların tanısı ile
yaranın lokalizasyonu, yaranın ciddiyeti ve hayat konforu arasında anlamlı ilişki saptanmıştır.
Hastaların yara lokalizasyonu ile hayat konforu arasında; kronik yaranın süresiyle, yaranın ciddiyeti
ve tedavi süresi arasında, hastaların yaşı ile hayat konforu ve zararlı alışkanlıkları ile altta yatan
hastalıkları arasında anlamlı fark saptanmıştır.
Bir yaranın iyileşmesinde hastaya ve yaraya bir bütün olarak yaklaşmak gerekir. Hastanın fiziksel,
sosyal, kültürel ihtiyaçları ve duygusal yapısı göz önüne alınmalıdır. Her türlü hastalık için, ortaya
çıkmasını engelleyecek tedbirleri almak, sonradan tedavi etmekten çok daha ucuz ve moral vericidir.
26
Hastayla ilgilenen sağlık çalışanları tarafından riskli hastaların erken saptanması, hasta ve hasta
yakınlarına gerekli eğitimin verilmesi ile bu sorundan daha kolay ve ucuz bir şekilde kurtulmak
mümkündür.
Anahtar Sözcükler: Yara, kronik yara, sosyoekonomik faktörler, yara tedavisi
27
ÖZET
Yurdagül Demiroğlu, Kronik Yaralarda İzole Edilen Mikroorganizmalar. Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim
Dalı, Kronik Yaralar Yüksek Lisans Tezi, 2005.
Bu araştırma, tanımlayıcı araştırma niteliğinde olup, kronik yaralardan izole edilen
mikroorganizmaları belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinde kronik yara nedeniyle tedavi gören
100 hasta oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından literatür bilgileri dikkate
alınarak hazırlanan veri toplama formu kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 11.0
paket programı kullanılarak; yüzdelik sayılar ve Ki Kare testleri uygulanmıştır. 100 kronik yaradan
149 izolasyon kültürü değerlendirilmiştir. Kronik yaralarda 15 tür mikroorganizma saptanmıştır;
saptanan mikroorganizmaların % 34.9’unu Stafilakok (%18.1’i Koagülaz (+) Stafilakoklar % 16.8’i
Koagülaz (-) Stafilakoklar), % 22,9’unu Pseudomonas, % 7,4’ünü Asinetobakter, E. Coli, %6,7’sini
Klebsiella, %5,4’ünü Enterokok, %4,7’sini Enterobakter, % 3,3’ünü Proteus, %2,7’sini Streptokok,
%2,0’sini Difteroid, %2,0’sini Candida, %0,6’sını Stenetrophomonas oluşturmaktadır.
İzole edilen mikroorganizmalar ile yara lokalizasyonu, yara oluşum sebepleri arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir fark saptanmadı( P>0.05).
Yoğun bakımlarda yatan hastalarda MRSA daha sık izole edildi (p< 0.05).
Anahtar Sözcükler: Kronik yara, mikroorganizma,
28
ÖZET
Özlem Öztürk, İstanbul H Tipi Cezaevinde Kalan Ergenlerde Suçluluk- Utanç Duygusunun
Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
Toplumun en önemli unsuru olan insan, gelişimini çocukluk, ergenlik, erişkinlik ve yaşlılık gibi belli
dönemler içinde sürdürmektedir. Bireyde kimlik duygusunun kazanılması ergenlik döneminde
olmaktadır. Ergenlik döneminde ergen, kendisine temelde içinde yetiştiği aile ve toplumdan
kaynaklanan ancak kendi deneyimleri ve özellikleriyle farklılaşmış yeni değerler sistemi edinir.
Bazen ergen ait olduğu ailenin ve toplumun kültür ya da ahlak değerlerinin kabul etmediği hırsızlık,
gasp gibi yasadışı işlere yönelebilir. Bu durumda ergen ailesinin ya da toplumun kabul etmediği
davranış uygulaması sonucu ait olamama ve kabul edilememenin verdiği sıkıntıyla suçluluk-utanç
duygusu yaşayabilir. Suç işleme oranının arttığı günümüzde suçlu ergenlerin sayısı da bu oranda
artmaktadır. Suçlu ergenlerin topluma yeniden kazandırılması, toplumların gelişmişlik düzeylerini
olumlu yönde etkilemektedir. Bu nedenle, cezaevinde kalan ergenlerin topluma yeniden
kazandırılmalarına yönelik önlemler alınmalıdır. Bu çalışma İstanbul H Tipi Cezaevinde kalan
ergenlerde suçluluk-utanç duygusunu değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Araştırma, cezaevinde
bulunan 416 ergenden, araştırmaya katılmayı kabul eden 380’inin katılımı ile gerçekleştirilmiştir.
Cezaevindeki ergenlerin %90.0’ının (n=342) 15-17 yaş grubunda olduğu saptanmıştır. Ergenlerin SP
(Suçluluk Puanları) ve UP (Utanç Puanları) ortalamaları incelendiğinde, cezaevine girme sayılarına
(p1=0.001, p2=0.001), topluma nitelikli birey olarak katılacaklarına inanma durumlarına (p1=0.001,
p2=0.001), cezaevinden ayrıldıktan sonra ne yapmak istediklerine (p1=0.008, p2=0.020) göre SP ve
UP ortalamaları yönünden anlamlı fark bulunmuştur. Ayrıca, babalarının eğitimlerine (p1=0.041),
maddi durumlarına (p1=0.036), ailelerinde bağımlılık yapıcı madde kullanım durumlarına
(p1=0.002), cezaevi personelinin davranışlarına (p1=0.014) ve kendilerini değerli hissetme
durumlarına (p1=0.015) göre SP ortalamaları yönünden anlamlı fark bulunmuştur. Araştırmaya
katılan ergenlerde işlemiş oldukları suç davranışına yönelik düşüncelerine (p2=0.012) göre de UP
ortalamaları yönünden anlamlı fark bulunmuştur.
Anahtar Sözcükler: Ergen, Cezaevi, Hemşire, Suçluluk-Utanç Duygusu
29
ÖZET
Tülay Ayyıldız, Zonguldak İl Merkezinde 0-6 Yaş Çocuğu Olan Annelerin Çocuk Yetiştirme
Tutumları. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
Çocuk yetiştirme tutumları, toplumsallaşma sürecindeki çocukların, sağlıklı bir kişilik yapısı
geliştirebilmeleri, kendileriyle ve toplumla barışık yaşayabilmeleri, gelecekte kendileri ve toplum için
yararlı bireyler olabilmeleri açısından önemlidir. Bu çalışma, Zonguldak il merkezinde 0-6 yaş grubu
çocuğu olan annelerin çocuk yetiştirme tutumlarının belirlenmesi ve çocuk yetiştirme tutumları
üzerinde etkili olan etkenlerin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Örneklem grubunu Zonguldak
İl Merkezinde yaşayan 0-6 yaş grubu çocuğu olan 382 anne oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak
kişisel bilgi formu ve beş alt boyuttan oluşan aile yaşamı ve çocuk yetiştirme tutumu ölçeği
kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde Student t Testi, Tek Yönlü Varyans Analizi, Post Hoc
Tukey Testi ve Kruskall-Wallis Varyans Analizi kullanılmıştır.
Annelerin %64.1’inin 25-34 yaş grubu, %8.6’sı hiç okula gitmemiş, %83.9’unun herhangi bir işte
çalışmamakta olduğu ve % 41.6’sının 2 çocuğu olduğu saptanmıştır.
Çalışmanın sonucunda, annelerin ortalama koruyucu tutum puanlarının; annenin yaşı (p=0.012),
eğitimi (p=0.001), çalışma durumu (p=0.001), en uzun yaşadığı yerleşim birimi (p=0.025), çocuk
sayısı (p=0.001), çocuk yetiştirme konusunda bilgi alma (p=0.001), çocuğunu isteyerek dünyaya
getirme (p=0.004), çocuğun sürekli sağlık sorunu olması (p=0.002), eşinden yardım alma (p=0.004),
babanın eğitimi (p=0.001) ve çalışma durumuna (p=0.044) göre anlamlı fark gösterdiği tespit
edilmiştir. Demokratik tutum puanlarının ise; annenin eğitimi (p=0.004), yetiştikleri anne tutumu
(p=0.020), babanın eğitimi (p=0.005) ve çalışma durumuna (p=0.001) göre anlamlı fark gösterdiği
saptanmıştır. Ev kadınlığını reddedici tutum puanlarının da; annenin yaşı (p=0.013), eğitimi
(p=0.001), çalışma durumu (p=0.001), yetiştikleri anne tutumu p=0.001), daha önce çocuk yetiştirme
ile ilgili bilgi alma (p=0.008), kendilerini çocuk yetiştirme konusunda yeterli bulma (p=0.007),
babanın eğitimi (p=0.001) ve çocuk sayısına (p=0.009) göre anlamlı fark gösterdiği belirlenmiştir.
Eşle çatışma tutum puanlarının; annenin eğitimi (p=0.001), çalışma durumu (0.001), çocuğunu
isteyerek dünyaya getirme (p=0.012), babanın eğitimi (p=0.001) ve eşinden yardım alma durumuna
(p=0.001) göre anlamlı fark gösterdiği tespit edilmiştir. Otoriter tutum puanlarının da; annenin yaşı
(p=0.007), eğitimi (p=0.001), çalışma durumu (p=0.001), en uzun yaşadığı yerleşim birimi (p=0.001),
işlerinden kalan zamanda çocuklarıyla istedikleri gibi ilgilenebilme (p=0.021), çocuk yetiştirme
konusunda bilgi alma (p=0.001), çocuğunu isteyerek dünyaya getirme (p=0.019), çocuğun sürekli
sağlık sorunu olması (p=0.011), eşinden yardım alma durumu (p=0.001), çocuk sayısı (p=0.001),
babanın eğitimi (p=0.001) ve çalışma durumu (p=0.010) göre anlamlı fark gösterdiği saptanmıştır.
30
ÖZET
Aysel Köse, Zonguldak İl Merkezinde 15-17 Yaş Grubu Genel Lise Öğrencilerinde Öğün Dışı
Yeme Alışkanlığının İncelenmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2005.
Bireylerin en yakınında olan ve ulaşılabilir sağlık hizmetleri olarak tanımlanan birinci basamak sağlık
hizmetlerinin önemli bir bölümü sağlığı korumayı ve geliştirmeyi içerir.
Sağlığı koruma ve geliştirme sorumluluğunu üstlenen okul hemşirelerinin, koruyucu sağlık
hizmetlerinin geliştirilmesinde ve sürdürülmesinde rolü büyüktür. Yetersiz ve dengesiz beslenme
özellikle lise dönemindeki ergenlerde birincil sağlık sorunu haline gelmiştir. Bu nedenle, okul
hemşireleri tarafından ergenlere dengeli beslenme konusunda eğitim programları düzenlenmelidir.
Bu araştırma, orta ergenlik dönemindeki lise öğrencilerinin, öğün dışı yeme alışkanlığını saptamak
ve öğün dışı yeme alışkanlıkları ile ilgili olabilecek özellikleri incelemek amacıyla yapılmıştır.
Araştırmaya katılan ergenlerin, %39.1’inin (n=190) 17 yaşında, %56.4’ünün (n=274) kız,
%26.2’sinin (n=127) 50. persentil dilimi içerisinde olduğu, %59.7’sinin (n=290) öğün dışı yeme
alışkanlığının olduğunu, %90.3’ünün (n=262) arkadaşları ile beraberken bu tip yiyecekleri tükettiği,
öğün aralarında en fazla tüketilen yiyeceğin %33.1 (n=161) ile çikolata-gofret olduğu saptanmıştır.
Gruplar arası karşılaştırmalarda, cinsiyete (p=0.001) ve ailenin maddi durumuna (p=0.036) göre öğün
dışı yeme alışkanlığı incelendiğinde, gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlendi.
Yerleşim yeri, anne ve babanın çalışma durumu, anne ve babanın eğitim durumu, aile tutumu ve
harçlık alma durumu öğün dışı yeme alışkanlığı ile karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark gözlenmedi.
Anahtar Sözcükler: Ergen, Öğün Dışı Yeme Alışkanlığı, Okul, Okul Hemşiresi
31
ÖZET
Habibe Karaoğlu, Farklı Beslenme Disiplini Uygulanan Hastalarda Beslenme
Komplikasyonların İncelenmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
Amaç: Çalışma, farklı beslenme disiplini alan hastalarda beslenme komplikasyonların incelenmesi
amacıyla yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nde Ekim
2003 - Mart 2004 tarihleri arasında, hastaların sorumlu klinikleri veya beslenme ünitesi tarafından
hastaların ihtiyacına ve klinisyenlerin önerilerine göre yapılan beslenme destek tedavileri
protokollerine karışılmaksızın sonuçlar irdelenmiştir. Araştırma enteral, parenteral ve ikisinin birlikte
uygulandığı 20’şer hastadan oluşan 60 hasta ile sınırlandırılmıştır.
Bulgular: Hastaların 24’ü bayan (%40), 36’sı erkek (%60) dir. Hastaların yaş ortalamaları 62.8 (20-
92) ±17 olarak tespit edilmiştir. Toplamda ortalama APACHE II skorları 16.8 (3.0-33.0) ±7.5 olup
beklenen mortalite oranı %30.7 olarak tespit edilmiştir. Hastalarda görülen beslenme
komplikasyonları APACHE II’si 11-20 arası skorlarda daha fazla görüldüğü saptanmıştır ancak
istatistiksel anlama sahip bir fark görülememiştir (p>0.05). Toplam 35 hastada görülen beslenme
komplikasyonlarının 19’u hastalığa bağlı ek komplikasyonu olan hastalarda görülürken hastalığa
bağlı herhangi bir komplikasyonu olmayan 20 hastanın 16’sında beslenmeye bağlı komplikasyon
görülmüştür.
Sonuç: Çalışmamız dahilinde ele alınan 60 hasta, beslenme destek ekibi ve klinisyenler tarafından
bire bir takip ve tedavi edilmiş hastalar olarak görülmektedir.
Görülen komplikasyonlar sadece GIS komplikasyonları olup, parenteral gurupta hastaların GIS
yolunun kullanılmamasına bağlı olduğu düşünülmüştür. Enteral gurupta görülen nadir
komplikasyonların ise primer hastalığa bağlı olup beslenme ile artabilen komplikasyonlar olduğu
düşünülmüş ve beslenme modifikasyonu ile gerilediği görülmüştür.
Anahtar Sözcükler: Beslenme desteği, komplikasyon, APACHE II.
32
ÖZET
Mustafa Önder Şekeroğlu, Yıldız Milli Erkek Basketbol Takımı Sporcularının Antropometrik
Profillerinin Belirlenmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Anatomi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
İnsan vücudunun fiziksel özelliklerini belirli ölçme yöntemleri kullanarak saptayan antropometri
insanın günlük hayata uyum sağlamasına yardımcı olur. Antropometrik verileri kullanarak saptanan
vücut kompozisyonu büyüme gelişmenin ve beslenme durumunun değerlendirilmesinde, bazı
hastalıkların izlenmesinde ve fizik aktivitede performansın değerlendirilmesinde de kullanılmaktadır.
Vücut kompozisyonunun farklı spor branşlarında başarıyı etkilediği düşünülmektedir.
Bu çalışma Yıldız Milli Erkek Basketbol Takımının antropometrik özellikleri ve vücut
kompozisyonunun belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışmaya 2003-2004 sezonunda Milli Takım
kampına çağırılan 16 sporcu katılmıştır. Çalışmaya katılan sporcuların boy uzunluğu, vücut ağırlığı,
deri kıvrımı kalınlıkları, uzunluk, çevre ve çap ölçümleri yapılmıştır. Heath-Carter formülü
kullanılarak sporcuların somototipleri belirlenmiştir. Yapılan ölçüm sonucu bütün grup gözönüne
alındığında endomorfi 2,06±0,92, mezomorfi 3,12±1,54, ektomorfi 4,68±1,57 olarak hesaplanmıştır.
Yıldız Milli Erkek Basketbol Takımının mezomorfik ektomorf olduğu saptanmıştır. Yani sporcular
uzun boylu, zayıf, düşük yağ yüzdeli, ince narin vücut yapısına sahiptir. Bu çalışmada bu kategorideki
elit sporcuların antropometrik özellikleri ve vücut kompozisyonu ortaya konmuştur.
Sporcuların belirli bir branşa yönlendirilmesinde sporcuların bu branşa olan yatkınlıklarının yanı sıra
somototip özelliklerinin elit sporcularla karşılaştırılarak branşa uygunluğunun tespitinin önemli
olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Basketbol, Antropometri, Somatotip
33
ÖZET
Çağla Özyılmaz, Kronik Yaralı Hastalarda İşgücü Kaybı Ve Hastane Maliyeti. Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
Kronik Yaralar, bütün toplumlarda, bütün yaş gruplarında görülen, uzun süren hastalık hali ve
komplikasyonlarla seyreden, iyi tedavi edilmediğinde yaşam kalitesini büyük ölçüde azaltabilen,
işgücü kayıplarına neden olan, maliyetin yüksek olduğu bir hastalıktır. Hastalık boyunca görülen
işgücü kayıplarının saptanması, hastada meydana gelen maddi ve manevi açıdan yıpranmalara neden
olmasının tespiti açısından önemlidir. Kronik yaraların maliyetlerinin ve bunu oluşturan faktörlerin
belirlenmesi toplum sağlığı yönünden önemlidir. Bunları bilmek, maliyeti azaltmaya yönelik
gayretlerin başlatılması için ilk unsurdur.
Böylece hastalığın düşük maliyette ve etkili tedavisi ile toplum sağlığına ve ülke ekonomisine olumlu
katkılarda bulunmak mümkün olacaktır.
Bu doğrultuda Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinde tedavi gören
kronik yaralı hastalarda işgücü kayıplarını ve hastane maliyetini değerlendirmek amacıyla çalışma
planlanmıştır. Araştırma, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinde
tedavisi yapılmış veya yapılmakta olan, araştırmaya katılmayı kabul eden 116 hastanın katılımı ile
gerçekleştirildi. Hastaların % 31’inin 58-49 yaşları arasında olduğu, % 84’ünün erkek olduğu , %
41’inin lise mezunu olduğu, % 34’ünün serbest mesleğe sahip olduğu , % 60’ının aylık gelirinin 500
YTL - 700 YTL arası olduğu, % 57’sinin sosyal güvencesinin Emekli Sandığı olduğu tespit
edilmiştir. Kronik yaralı hastalarda günlük faaliyetlerini fazla ve çok fazla derecede aksatmalarına
(p1=0.064), mesleklerini hiç yapamamaları ve aksatmalarına (p1=0.008, p2=0.090 ) göre Ortalama
Yatış Süreleri ( O.Y.S. ) ve Ortalama Maliyet ( O.M. ) ortalamaları yönünden gruplar arasında
anlamlı ilişki bulunmuştur. Hastalarda hastanedeki tedavi sürecinde başkasına bağımlı olmalarına
(p1=0.011) , kronik yara ortaya çıktıktan sonra mesleklerini eski güçle yapamamalarına (p1=0.039) ,
şuan kronik yaraları olmalarına (p1=0.025) , çok kötü ve kötü derecede hayat konforuna sahip
olmalarına göre (p2=0.018) göre O.Y.S. ortalamaları yönünden anlamlı doğru orantılı bir ilişki
bulunmuştur. Hastalarda yeşil karta sahip olmalarına (p2=0.021) göre O.M. yönünden anlamlı doğru
orantılı bir ilişki bulunmuştur.
Sonuç olarak kronik yaralar, hastalarda gerek günlük faaliyetlerin düzenli ve sağlıklı bir biçimde
yerine getirilmemesine gerekse meslek hayatlarında verimliliğin düşmesine sebep olur. Aynı
zamanda tedavi ve bakım süresinin uzun olması ve yaraların tekrarlayıcı olması nedeniyle tedavi
maliyetinin de çok yüksek olduğu bir hastalıktır.
Anahtar Sözcükler: Kronik Yaralar, İşgücü Kaybı, Tedavi Maliyeti
34
ÖZET
Fatma Bola, Diyaliz Tedavisindeki Kronik Böbrek Hastalarının Malnutrisyon Açısından
Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel
Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
Kronik böbrek yetmezliği (KBY) olan diyaliz hastalarında malnutrisyon oldukça sık karşılaşılan bir
problemdir. KBY seyrinde çeşitli metabolik ve nütrisyonel anomaliler gelişebilir. Yapılan
çalışmalarda, diyalize başlandığı sırada var olan veya diyaliz tedavisi altında gelişen protein-enerji
malnutrisyonunun kötü prognostik bir gösterge olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle; kronik diyaliz
hastalarında diyaliz yeterliliğinin ve beslenme durumunun değerlendirilmesi prognoz bakımından son
derece önemlidir. Bu araştırma da kronik böbrek yetmezliği olan ve haftada üç kez hemodiyalize
giren hastaların hemodiyaliz süreleri ile malnutrisyon şiddeti arasındaki ilişkisi ve nütrisyonel
değerlendirme yöntemlerinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.
Araştırmanın örneklemini, Kasım 2003 tarihinde Ankara Üniversitesi ibn-i sina Hastanesi Nefroloji
Anabilim Dalma bağlı Hemodiyaliz ünitesindeki haftada üç gün hemodiyaliz tedavisi alan 72 hasta
oluşturmaktadır.
Araştırmanın verileri, oluşturulan anket formu kullanılarak görüşme tekniği ile toplanmıştır. Veriler
‘SPSS for Windows’ ortamında değerlendirilerek, tek yönlü varyans analizi, Bonforroni testi,
Kruskall-Wallis varyans analizi ve Ki-kare testi kullanılmıştır.
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, hastaların yapılan diyaliz yeterliliği değerlendirilmesinde
tümünün yeterli diyaliz olduğu görülmüştür. Hemodiyaliz süresinin uzamasıyla CRP düzeyinde
düşme ve transferrin düzeyinin normalleştiği bulunmuştur. Sübjektif Global Değerlendirme (SGD)
skorları hemodiyaliz süresine göre incelendiğinde anlamlı fark olmadığı, ancak triseps deri kıvrım
kalınlığı (TDKK) oranlarının azaldığı görülmüştür.
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, kronik hemodiyaliz hastaları hem hastalığın kendisi, hem
de diyalizin etkisi sebebiyle malnutrisyon riski altında olduğundan dolayı yakından takip edilmelidir.
Kronik böbrek hastalarına uygun diyet verilmesi ve hemodiyalizin etkin yapılması ile yıllar içinde
malnutrisyona girmelerinin engellendiği fakat antropometrik ölçümler açısından TDKK azaldığı
görülmüştür.
Anahtar Sözcükler: Kronik Böbrek Yetmezliği, Hemodiyaliz, Nütrisyonel değerlendirme
35
ÖZET
Mustafa Gümüş, Geleneksel Yağlı Güreş Yapan Sporcuların Antropometrik Profillerinin
Belirlenmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Anatomi Anabilim
Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
Antropometrik özellikler sporcuları başarıya götüren ve performansı etkileyen önemli faktörler
arasında yer almaktadır. Bu özellikler yağlı güreş sporunda da önemli bir yer teşkil etmektedir. Bu
çalışma geleneksel yağlı güreş yapan sporcuların antropometrik özellikleri ile vücut
kompozisyonlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışmaya 2004 yılında yapılan 643. Tarihi
Kırkpınar Yağlı Güreşlerine katılan 4 değişik kategoride güreşen 52 sporcu katılmıştır. Çalışmaya
katılan sporcuların boy uzunluğu, vücut ağırlığı, deri kıvrımı kalınlıkları, uzunluk, çevre ve çap
ölçümleri yapılmıştır. Heath-Carter formülü kullanılarak sporcuların somatotipleri belirlenmiştir.
Araştırmanın değerlendirilmesi Microsoft Excel programında; ortalama, standart sapma ve formül
hesapları kullanılarak yapılmıştır. Çalışamaya katılan bütün sporcuların antropometrik verileri
incelendiğinde; boy 178±0,05 cm, vücut ağırlığı 92,25±9,68 kg. olarak ölçülmüştür. Triseps deri
kıvrım kalınlığı 11,47±3,56 mm, subskapula deri kıvrım kalınlığı 13,80±3,23 mm, suprailiak deri
kıvrım kalınlığı 8,26±2,45 mm, baldır deri kıvrım kalınlığı 9,23±2,48 mm olarak saptanmıştır. Omuz
dirsek uzunluğu 34,4±3,4 cm, ön kol uzunluğu 27,96±1,68 cm, kol boyu uzunluğu 79,84±3,81 cm,
uyluk uzunluğu 50,50±4,37 cm, baldır uzunluğu 50,52±2,86 cm, tüm bacak uzunluğu 101,88±5,40
cm olarak ölçülmüştür. Baş çevresi 58,34±2,06 cm, omuz çevresi 133,30±6,95 cm, göğüs çevresi
105,08±6,25 cm, biseps çevresi 35,51±2,49 cm, fleksiyonda biseps çevresi 39,95±2,60 cm, ön kol
çevresi 30,46±1,34 cm, ayak bileği çevresi 27,30±13,2 cm, baldır çevresi 39,98±2,56 cm, uyluk
çevresi 58,02±3,82 cm, kalça çevresi 106,09±4,98 cm, karın çevresi 94,05±5,71 cm, el bileği çevresi
19.0±0,69 cm olarak saptanmıştır. El bileği çapı 62,24±2,10 mm, humerus bikondiler çapı 74,90±3,88
mm, femur bikondiler çapı 103,69±9,85 mm, göğüs çapı 33,98±1,31 cm, göğüs derinliği çapı
26,64±2,84 cm, biakromial çap 45,96±3,10 cm, biiliak çap 32,73±5,05 cm, bitrokanterik çap
34,28±1,79 cm olarak tespit edilmiştir. Tüm çalışma grubunun somatotipleri incelendiğinde;
endomorfi 3,65±0,58, mesomorfi 7,45±0,45, ektomorfi 1,17±0,09 olduğu, genel değerlendirme
olarak endomorfik mesomorf oldukları saptanmıştır. Yani sporcular orta boylu, az da olsa yuvarlak
hatlı ve ileri derecede kaslı vücut yapısına sahip olduğu tespit edilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Yağlı Güreş, Antropometri,Somatotip
36
ÖZET
Emel Yiğen, Zonguldak İl Merkezinde Yuvaya Giden 3-6 Yaş Grubu Çocuklarda
Kardeş Kıskançlığının Değerlendirilmesi. Zonguldak Kararelmas Üniversitesi, Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans
Tezi, Zonguldak, 2005.
Kişiliğin temellerinin atıldığı ilk beş altı yıl, çocuğun sosyalleşme dönemidir. İlk çocukluktaki
kıskançlık anne ve babayı kapsar. Çocuk, anne ve babadan sevgi ve ilgi istediği için, sürekli kendini
kardeşiyle karşılaştırma içinde bulur. 3-6 yaş arası çocuklarda kıskançlık, eve yeni bir kardeşin
gelmesiyle başlar. Tanımlayıcı nitelikteki bu çalışma, Zonguldak il merkezinde Milli Eğitim
Bakanlığı’na, Sosyal Hizmetler Kurumu’na ve Devlet Hastanelerine bağlı bulunan yuvalarda 3-6 yaş
grubu kardeşi olan çocuklarda kardeş kıskançlığını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
Araştırmanın evreni, anasınıfları, kreş ve gündüz bakım evlerine giden 3-6 yaş grubu kardeşi olan
toplam 210 çocuğun annelerinin kardeş kıskançlığı ile ilgili çocuklarını değerlendirmelerini
içermektedir. Örneklem yapılmadan 210 çocuğun annelerine ulaşılması hedeflenmiştir. Araştırmayı
katılmayı kabul eden 140 anneye (%66.6) ulaşılmıştır. Araştırmada, 3 uzmanın görüşü alınarak kardeş
kıskançlığının belirtilerine yönelik hazırlanan anket uygulanmıştır. Toplanan veriler ‘‘SPSS for
Windows 11.0’’ paket programına aktarılmıştır. Annelerin %41.4’ünün (n=58) üniversite mezunu
olduğu, çocukların %43.6’sının (n=61) ailenin ilk çocuğu, %55.0’i (n=77) ikinci çocuğu,
%65.7’sinde (n=92) kardeşine ait herhangi bir şeyi kullanmak isteme, %60.7’sinde (n=85) kardeşine
farklı davranıldığını söyleme, %56.4’ünde (n=79) anne ve babaya sürekli sevilip sevilmediğini
sorma, %52.9’unda (n=74) kardeşi ile oyuncaklarını paylaşmama, %51.4’ünde (n=72) sinirlilik gibi
kıskançlık lehine değerlendirilebilecek davranışların olduğu saptanmıştır. Araştırmaya katılan
annelerin sorgulanan çocukları ile kardeşleri arasındaki ortalama yaş farkı 3’dür. Araştırma
kapsamındaki çocukların şu anki kıskançlık davranışları, kardeşi olacağını öğrendikten sonraki
kıskançlık davranışlarından anlamlı düzeyde yüksek olduğu ve bu süreç içerisinde kıskançlık
davranışlarının geliştiği saptanmıştır. (p=0.00).
Anahtar Sözcükler: Yuva Çocuğu, 3-6 Yaş Grubu Çocuklar, Kardeş Kıskançlığı
37
ÖZET
Atınç Kayınova, Bir Boru Ve Profil Fabrikası Çalışanlarında İş Doyumu Düzeyinin
Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2005.
İş sisteminde iş güçlüğüne neden olan ve sağlığı etkileyen değişkenlerin belirlenmesi sorunun
çözümü için önemlidir. Bir işyerindeki kişiler arası ilişkiler, işçilerin birbirleri ile olan ilişkileri,
yöneticilerle ilişkileri, işyerinin yönetim şekli, ücret politikası gibi konular çalışanın işe bağlılığını ve
işten aldığı doyumu etkiler. İş doyumu düzeyi, kişinin hem fiziksel hem de ruhsal sağlığı üzerinde
etkilidir. Bu nedenle ağır sanayi çalışanlarında iş doyumu düzeyinin ve bunu etkileyen etmenlerin
belirlenmesi yararlı olacaktır.
Kesitsel tipte planlanan çalışmada Hackman ve Oldham tarafından geliştirilen ve Gödelek ve Güler
tarafından Türkçe’ye uyarlanan “îş doyumu ölçeği” kullanılmıştır. Sosyodemografik anket
formundan kişisel özelliklere ve çalışma yaşamı bilgilerine ulaşılarak iş doyumu puanları
incelenmiştir.
Çalışmada, bir boru ve profil fabrikasındaki 130 çalışandan 109’u iş doyumu ölçeği ve
sosyodemografik anket formunu yanıtladı. Katılımcıların hepsi erkekti. Katılımcıların %61,5’i üretim
grubunda çalışmaktaydı, yaş ortalaması 33,0±5,7 yıldı, %93,6’sı evli, %89,4’ü çocuk sahibiydi,
%46,2’si ilkokul mezunuydu. Katılımcıların ortalama iş deneyimi 8,9±6,2 yıldı, %38,5’i daha önce
iş kazası geçirmişti.
İşyerindeki ortalama iş doyumu puanı 43,5± 11,7, ortanca iş doyumu puanı 43,0’dı. iş yerindeki görev
alanı, meslek yaşamı süresi, iş kazası geçirip geçirmeme, yaş, medeni durum, çocuk sahipliği,
öğrenim düzeyinin iş doyumu puanı ile anlamlı bir ilişkisi gösterilemedi.
Sonuç olarak, boru ve profil fabrikası çalışanlarında iş doyumu düzeylerinin kişisel faktörlerle ya da
işe bağlı faktörlerle değiştiğini saptayan anlamlı bir fark bulunmamıştır. Ağır sanayi çalışanlarının
çalışma koşullarının iyileştirilmesine doğrudan katılımlarını ve bu konuda söz ve karar sahibi
olmalarım sağlayacak bir işletme politikası ve eylem planı geliştirilmeli ve uygulanmalı, uygulamada
sürekliliği sağlayacak bir kurumsal örgütlenme gerçekleştirilmelidir.
Anahtar Sözcükler: İş sağlığı, iş doyumu, ağır sanayi
38
ÖZET
Hülya Kabalak, Rem Uyku Yoksunluğunun Kornea Kalınlığı Üzerine Etkileri. Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Fizyoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans
Tezi, Zonguldak, 2005
Bu çalışmada, farelerde REM uyku yoksunluğunun kornea kalınlığı üzerine muhtemel etkilerinin
araştırılması amaçlanmıştır. Araştırma için, sağlıklı 24 adet Swiss albino fare (25-30 gr.) her grupta
8 denek olacak şekilde rastgele üç gruba ayrıldı. REM uyku yoksunluğu oluşturulan gruba (RUY)
“flower pot” tekniği ile 7 gün süresince REM uyku yoksunluğu oluşturuldu. REM kontrol grubu (RK)
REM uyku yoksunluğu oluşturulmayacak şekilde aynı koşullara maruz burakıldı. Kontrol grubuna
(KK) herhangi bir uygulama yapılmadı. 7. günün sonunda, tüm hayvanlar feda edildi. Kornea ve kan
dokuları histolojik ve biyokimyasal analizler için alındı. Rutin histolojik doku takibinden sonra
kornea kalınlıkları ışık mikroskobu altında bilgisayarlı görüntü analiz programı kullanılarak ölçüldü.
Bunun yanında plazma NOx seviyeleri biyokimyasal olarak ölçüldü. Bu çalışmanın tüm verileri
aritmetik ortalama ± S.E.M. olarak ifade edildi. İstatistiksel yargı “tek yönlü varyans” analizi
(ANOVA) ile yapıldı. p < 0.05' i sağlayan sonuçlar anlamlı olarak kabul edildi.
Sonuçlar değerlendirildiğinde, grupların merkezi ve stromal kornea kalınlıkları arasında anlamlı bir
fark yoktu. Bunun yanında REM uyku yoksunluğuna bağlı olarak kornea dokusunda herhangi bir
histopatolojik bulgu görülmedi. Biyokimyasal analizler sonunda gruplar arası NOx değerlerinde
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı.
Sonuç olarak, farelerde 7 günlük REM uyku yoksunluğunun kornea kalınlığı üzerine bir etkisi
olmadığı kanısındayız.
Anahtar Kelimeler: REM uyku yoksunluğu, kornea kalınlığı, ‘flower pot' tekniği, nitrik oksit, fare.
39
ÖZET
Dilek Konuk, Zonguldak İl Merkezinde 7-11 Yaş Grubu İşitme Engeli Olan Ve Olmayan
Çocukların Psiko-Sosyal Gelişimlerinin Karşılaştırılması. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi,
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek
Lisans Tezi, Zonguldak, 2006.
İşitme duyusu, bir çocuğun iletişim ve davranışsal becerilerini, eğitim yaşantısını ve diğer insanlarla
olan ilişkilerini etkileyebilir. İşitme engelli çocuklarda bu konularda oluşabilecek olan sorunlar,
onların psiko-sosyal gelişimlerini bozabilir. Çalışma, 7-11 yaş grubu işitme engelli çocuklar ile,
işitme engeli olmayan çocukların psiko-sosyal gelişimlerini karşılaştırmak amacı ile yapılmıştır.
Bu çalışmada konuşma dönemi öncesi işitme yitimi meydana gelen 7-11 yaş grubu 30 işitme engelli
çocuk ile normal işiten 67 çocuğun psiko-sosyal gelişimleri karşılaştırmalı olarak değerlendirildi.
Çocukların psiko-sosyal gelişim düzeylerini ölçmek için Yavuzer tarafından Türk çocuklarına
uyarlanan, 135 maddeden oluşan psiko-sosyal gelişim ölçeği kullanıldı. Ölçek, her çocuk için
çocuğun anne, baba ya da yakın çevresinden alınan bilgiler doğrultusunda dolduruldu ve ölçeğin
puanlama sistemine göre değerlendirildi. 7-11 yaş grubu normal işiten ve işitme yitimi bulunan
çocukların psiko-sosyal gelişim puanları karşılaştırıldığında 7 yaş normal işiten çocukların 69.1,
işitme engellilerin 53.6; 11 yaş normal işiten çocukların 103.8, işitme engellilerin 71.1 puan aldıkları
saptandı ve ortalamalar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Psiko- Sosyal Gelişim
Ölçeğinin alt bölümleri olan; Maddi Özerklik, Kişisel Özgürlük, Yer Değiştirme, Boş Zaman
Faaliyetleri, Para, Okuma ve Kitap İlgileri, Sosyal Yaşama Ait İlgiler, Anne-Baba ile İlişkiler,
Yaşıtları İle İlişkiler bölümleri gruplar arası karşılaştırılarak değerlendirildi. Değerlendirme
sonucunda 7-11 yaş işitme engelli çocukların normal işiten yaşıtlarından daha düşük psiko-sosyal
gelişime sahip oldukları bulundu.
Yaş ile psiko-sosyal gelişim arasındaki ilişkiyi belirlemek açısından değerlendirme yapıldığında, yaş
arttıkça psiko-sosyal gelişimin güçlendiği saptandı. Her iki grupta, araştırmaya katılan erkek
çocukların puan ortalamasının kızların ortalamasından daha yüksek olduğu bulundu. Ayrıca her iki
grupta da orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların puanının, düşük sosyo-ekonomik düzeydeki
çocuklardan daha yüksek olduğu belirlendi.
Anahtar Sözcükler: İşitme engelli çocuk, işitme yitimi, psiko-sosyal gelişim, çocuk sağlığı
hemşireliği, çocuk gelişimi.
40
ÖZET
Nihal Kalıncı, Zonguldak İl Merkezi İlköğretim 5. Sınıf Öğrencilerinin El Hijyenine Yönelik
Davranışlarının Belirlenmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak,
2006.
İlköğretim döneminde çocuklar daha kolay öğrenmekte ve sağlık ile ilgili davranışlar
geliştirebilmekte ve geliştirdikleri davranışları ileriki yaşamlarına yansıtmaktadır. Günlük yaşamda
birçok işi yaparken kullanılan eller sık kirlenmekte ve bulaşıcı hastalık etkeni haline gelmektedir.
Çocuklardan başlayarak topluma kolay ve ekonomik olan el hijyeni davranışlarının kazandırılması
ile bulaşıcı hastalıkların yayılımı ve görülme sıklığı azaltılacak ve toplumun sağlık düzeyini
yükseltecektir.
Araştırma, Zonguldak İli Merkez Mahallelerinde bulunan ilköğretim 5. sınıf öğrencilerinin el
hijyenine yönelik davranışlarını belirleme ve etki eden olası değişkenlerin incelenmesi amacı ile
yapılmıştır. Zonguldak İli Merkez Mahallelerinde bulunan 27 ilköğretim okulunda 5. sınıfta öğrenim
gören 585 öğrencinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir.
Araştırma sonucunda elde edilen bulgular, ilköğretim 5. sınıftaki öğrencilerin %85.5’i (N=500) 11
yaşındadır, % 3.0’ı (N=14) el hijyeni ile ilgili bilgiyi sağlık personelinden aldığını ifade etmiştir.
Öğrencilerin el hijyeni ile ilgili bilgi almalarına (p=0.001), okul öncesi eğitim durumlarına
(p=0.001), elleri ile ilgili sağlık sorunu yaşama durumlarına (p=0.001) göre el hijyeni davranış puanı
anlamlı farklılık göstermektedir. Ayrıca, cinsiyete (p=0.001), babanın eğitimine (p=0.001), annenin
eğitimine (p=0.001), doğum sırasına (p=0.025), algılanan aile gelir düzeyine (p=0.001) göre el hijyeni
puanları yönünden anlamlı fark belirlenmiştir. Öğrencilerin, evlerinde banyo varlığına (p=0.002) ve
evlerinin önünde çeşme varlığına (p=0.015) göre el hijyeni puanları yönünden gruplar arası anlamlı
fark saptanmıştır.
Elde edilen sonuçlar doğrultusunda, ilköğretim öğrencilerine el hijyenine yönelik doğru davranış
kazandırmada, ekonomik durumları göz önüne alınarak el hijyeni ile ilgili sağlık eğitimi verilmelidir.
El hijyeni davranışlarını gerçekleştirebilecekleri uygun ortam sağlanmalıdır. Eğitimin ailede
başlaması nedeniyle ailelerin konu hakkında eğitilmeleri de önemlidir. Okullarda okul sağlığı
hemşireliği hizmetlerinin etkin hale getirilmesinin, öğrencilere verilecek eğitim ile el hijyeni
davranışı kazandırmada ve toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesinde etkili olabileceği
düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Hijyen, el hijyeni, ilköğretim öğrencisi, okul sağlığı hemşireliği
41
ÖZET
Şükrü Bozkurt, Homosistein’in Vasküler Düz Kas Fonksiyonları Üzerine Etkileri. Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Farmakoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans
Tezi, Zonguldak, 2006.
Yüksek plazma homosistein konsantrasyonları, koroner, serebrovasküler ve periferik damar
hastalıkları ve trombozis riskinin artışıyla ilişkilidir. Epidemiyolojik ve deneysel çalışmalar,
homosisteinin vasküler lezyonları uyardığını göstermektedir. Orta düzeydeki homosisteinemi,
vasküler hastalıklar açısından bağımsız bir risk faktörü olmaktadır.
Yüksek homosistein düzeyi vasküler hastalıklar açısından bağımsız bir risk faktörü olarak
belirtilmesine rağmen, homosistein patogenezinin mekanizmaları büyük oranda bilinmemektedir.
Vasküler hastalıklar açısından risk artışı, homosistein aracılı endotel hücre disfonksiyonuna
bağlanmaktadır. Ayrıca, homosistein, endotel hücresinin fenotipini değiştirmektedir. Bu değişikliği,
koagülasyon, trombosit agregasyonu ve fibrinolizisde rol alan mediyatörleri (adezyon molekülleri
gibi) hasarlayarak ve vazoaktif mediyatörlerin üretimini veya biyoyararlanımını azaltarak
gerçekleştirmektedir.
Bu çalışmanın amacı, homosisteinin vasküler yanıtlar üzerine olan etkilerini incelemektir. Çalışmada,
rat aort dokusunda, kısa süreli homosistein maruziyetinin, vasküler kasıcı ve gevşetici yanıtlara olan
etkisi araştırılmak istenmiştir.
Deneyler, her iki cinsiyetten, sıçan torasik aort ringlerinde yapılmıştır. İzole sıçan torasik aort
preparatları, izole organ banyosuna asılmış ve gevşeme ve kasılma yanıtları, polygraph sisteminde,
gerim alıcıları aracılığıyla kayıt edilmiştir.
Deneyin ilk grubunda, asetilkolin (10-9-10-5 M) ve sodyum nitroprussit (10-9-10-5 M) aracılı
gevşeme yanıtları kaydedilmiştir. Daha sonra ortama 30 dakika süresince homosistein (10-3– 3x10-
3 M) ilave edilmiş ve dokular homosistein ile inkübe edilmiştir. 30 dakikanın sonunda, asetilkolin ve
sodyum nitroprussit aracılı vasküler gevşeme yanıtları tekrar edilmiştir.
Deneyin diğer grubunda ise, fenilefrin (10-9-10-4 M), angiotensin II (10-9-10-6 M) ve noradrenalinle
(10-9-10-5 M) vasküler kasılma yanıtları elde edilmiştir. Daha sonra yine ortama 30 dakika süresince
homosistein ilave edilmiş ve dokular homosistein ile inkübe edilmiştir. 30 dakikanın sonunda,
fenilefrin, angiotensin II ve noradrenalin aracılı vasküler kasılma yanıtları tekrar edilmiştir.
Çalışmamızın sonucunda, asetilkolin aracılı endotel bağımlı vasküler gevşemelerin, homosistein
varlığında azaldığı, sodyum nitroprussit aracılı direkt düz kas gevşemesinin ise değişmediği
saptanmıştır. Bu sonuç bize, homosisteinin asetilkolin aracılı, endotelden nitrik oksit salınımını
42
azalttığını gösterirken, sodyum nitroprussit aracılı direkt düz kas kasılmasını etkilemediğini
göstermektedir.
Çalışmamızın diğer bölümünde ise, vasküler düz kasın, angiotensin II ve noradrenaline karşı verdiği
kasılma yanıtlarının, homosistein varlığında azaldığını saptadık. Fenilefrin yanıtlarında ise, düz
kasların fenilefrin dozlarına verilen vasküler kasılma yanıtlarının azaldığını (10-9-10-7 M), yüksek
fenilefrin dozlarında ise kasılmaların arttığını saptadık (10-5-10-4 M).
Bu sonuçlar, homosisteinin endotelden nitrik oksit salınım sürecini bozduğunu göstermektedir.
Ayrıca, homosisteinin vasküler düz kas kasılma özellikleri üzerinde, erken dönemde fark edilebilir
bir inhibisyon yaptığını göstermektedir. Fenilefrinin yüksek dozlarında ise kasılma mekanizmasında,
artırıcı yönde etkisi gözlenmiştir.
Bu çalışma, homosisteinin in vitro koşullarda, vasküler cevapları değiştirebildiğini göstermektedir ki
bu değişiklikler, hasar oluşumunda ve devamındaki ateroskleroz ve hipertansiyon gibi vasküler
hastalıklarda önemli bir rol oynayabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Sözcükler: Homosistein, Endotel, damar hasarı
43
ÖZET
Memnune Kahveci, Gebelerde Demir Suplemantasyonunun Annenin Hematolojik
Parametreleri İle Yenidoğanın Antropometrik Ölçümleri Üzerine Etkisi. Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek
Lisans Tezi, Zonguldak, 2006.
Anemi saptanmayan gebelerde demir tedavisi tartışmalıdır. Demir kullanmayan gebelerde ise
gebelik sonunda demir depolarındaki azalmanın yenidoğan gelişimi üzerine etkileri tam olarak
tanımlanamamıştır. Çalışmamızın amacı demir desteği alan ve almayan gebelerde, gebe
hematolojik parametreleri ile yenidoğan antropometrik ölçümleri arasındaki ilişkinin
araştırılmasıdır.
Bu çalışmada, gebelik döneminde demir kullanan ve kullanmayan gebelerin; Hb, Htc, serum
demir, serum demir bağlama kapasitesi ve serum ferritin düzeyleri hemen doğum öncesi
belirlendi. Gebelerin bu parametrelerinin, yenidoğanların doğum tartısı, boy ve baş çevresi ile
olan ilişkisi ve demir kullanımının buna olası etkisi analiz edildi.
Çalışmamızın ana bulgusu, demir kullanmayan gebelerde hematolojik parametrelerin hepsinin
olumsuz etkilenerek, hafif derecede anemi saptanmış olmasıdır. Demir kullanan gebelerle, demir
kullanmayan gebelerin yaş, gravida, parite ve gebelik esnasında aldığı kilolar bakımından
karşılaştırıldığında demir kullanmayan grupta gebelik sayısı anlamlı yüksek bulundu. Her iki
grubun yenidoğanlarının doğum tartısı, boy ve baş çevreleri arasında istatistiksel olarak fark
bulunamadı.
Bu çalışmadan elde edilen sonuç, serum ferritinin, gebenin demir depolarının tükenme göstergesi
olan 12 ng/mL’nin altında olmadığı ve Hb 7 gr/dL’nin altında olmadığı sürece yenidoğanın
doğum ağırlığının normal sınırlar içinde geliştiğini düşündürmektedir. Gebelik ve sonrasında
karşılaşabileceği olası komplikasyonlar nedeni ile gebelikte demir desteği alınması gerekli gibi
görünmektedir.
Anahtar Sözcükler: Demir suplementasyonu, hematolojik parametreler, antropometrik
ölçümler, demir eksikliği anemisi, gebelik
44
ÖZET
Nilüfer Tatoğlu, Zonguldak İl Merkezinde Yaş Grubu Genel Lise Öğrencilerinde Benlik
Saygısının Akademik Başarı Üzerine Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans
Tezi, Zonguldak, 2006
Hemen her toplumda, bireylerin zor yaşam koşullarının altından kalkarak, toplum içindeki değişim
ve gelişmelere uyum sağlamaları ve toplum içinde bir yer bulmaları istenir. Bu uyumun kolay olması
için bireylerin yeterli bilgi ve beceri ile donatılması gerekmektedir. Uyum sorununu en çok yaşayan
genç nüfustur. Ergen birey, bu yaş dönemine özel krizi atlatamazsa toplum tarafından onaylanmayan,
yasal olmayan düşünce ve davranışlara yönelir. Bu olumsuzlukları önlemek için ergenlik
dönemindeki ergen bireylere verilen rehberlik ve danışmanlık hizmeti önem kazanmaktadır. Temel
sağlık hizmetleri kapsamında yer alan koruyucu sağlık hizmetlerinin çalışma alanında okul sağlığı
hizmetleri önemli yer tutar. Okul sağlığı kavramı; öğrencilerin ve okul çalışanlarının, sağlık
durumlarının saptanması, geliştirilmesi ve tedavisinin planlanmasıdır.
Araştırma okul sağlığı çerçevesinde ergenlerin benlik saygılarının, okul başarısı üzerine olan etkisini
incelemek amacıyla, Zonguldak il merkezinde altı genel lisede 15-17 yaş grubu öğrenciler üzerinde
yapılmıştır. Araştırma grubu 5694 kişiyi temsil eden 457 ergenden oluşmaktadır. Araştırmamıza
katılan öğrencilerin % 41.8’i 15 yaşındadır, % 58.0’i kız, % 42.0’si erkek öğrencidir. Öğrencilerin
% 75.1’i orta gelir düzeyindedir, % 92.6’sının annesi, % 3.9’unun babası çalışmamaktadır. Benlik
saygısı puanı ve okul başarısı notu arasındaki tek yönlü varyans analizinin sonucuna göre, yüksek,
orta ve düşük benlik saygısı puanına sahip gruplar arasında okul başarısı notu yönünden istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunmuştur (p=0.001).
Anahtar Sözcükler: Ergen, benlik Saygısı, okul başarısı, okul sağlığı
45
ÖZET
Neriman Özcan Şahin, Thymoquınon’un Deneysel Astım Modelinde Antiastmatik Etkisinin
Araştırılması. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Farmakoloji
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2006.
Nigella sativa (NS) tohumları ve bu tohumlardan elde edilen yağ geleneksel olarak halk arasında
yıllardır astım ve bazı inflamatuvar hastalıkların tedavisinde kullanıla gelmiştir. Thymoquinon (TQ)
bu tohumların uçucu yağından elde edilen en büyük ve en etkin kimyasal yapıdır. Bu çalışmada,
Ovalbumin (OVA) ile duyarlı hale getirilmiş ratlara OVA ile provake edilmeden 48, 24 ve 0.5 saat
önce TQ (3, 10, 30 mg/kg, i.p.) uygulanmıştır. TQ’un 10 mg/kg dozdaki bulgularında, BAL
sıvısındaki total beyaz hücre sayısı istatistiksel olarak Grup 2 ile karşılaştırılmıştır. Grup 2 de BAL
sıvısındaki total beyaz hücre (1700 129) ve Eozinofil (298 21 ) değerleri bulunmuşken, TQ 10
mg / kg dozda BAL daki total hücre sayısı (775 179) ve Eozinofil (55 22)değerlerinde
kaydedeğer bir farklılık bulunmuştur. TQ’un 30 mg/kg dozunda BAL sıvısındaki total beyaz hücre
(517 104 ), eozinofil (43 8) değerleri bulunmuş ve akciğerlerdeki BAL sıvısında total beyaz
hücre sayısını önemli ölçüde azalttığı, ancak 3 mg/kg dozun BAL sıvısındaki total beyaz hücre (1375
201), eozinofil (166 30) değerleri ile önemli bir değişiklik meydana getirmediği bulunmuştur.
TQ ile bulunan sonuçlar, bir lökotrien reseptör antagonisti olan Montelukast’ın 6.6 mg/kg doz ile
bulunan sonuçlara yaklaşık değerler bulunmuştur. Bu bulgular, astım semptomlarının oluşmasında
rolü olan lökotrienlere karşı TQ’ nun baskılayıcı bir etkisi olabileceğini düşündürmektedir. Belki TQ,
araşidonik asitten lökotrienlerin oluşmasına giden yolda 5-OH lipooksijenaz enzimini inhibe ediyor
olabilir. Bütün bu antiastmatik etkiyi, en önemli özelliği olan antioksidan ve antihistaminik etkileriyle
de destekliyor olabilir.
Anahtar Sözcükler: Thymoquinon (TQ), Deneysel Astım Modeli, Ovalbumin (OVA),
Bronkoalveolar Lavaj Sıvısı( BAL), Rat
46
ÖZET
Ecehan Yenici, 2001-2004 Yılları Arasında Zonguldak Kızılay Kan Merkezi’ne Başvuran
Gönüllü Kan Donörlerinde Hepatit B ve Hepatit C Seroprevalansı. Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2006.
Bu çalışmada, Ocak-2001 ile Aralık-2004 tarihleri arasında Zonguldak Kızılay Kan Merkezi’ne
müracat eden, kimlik bilgilerinden herhangi birine ulaşılabilen 6261 gönüllü kan donöründe,
HBsAg ve Anti-HCV seropozitifliğinin yaş grubu, cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu,
ikamet ettikleri adreslere ve yıllara göre dağılımı araştırıldı. Donörlerin 392’si (%6.3) kadın,
5865’i (%93.7) erkek olup, yaşları 18-65 arasında değişmektedir. Donörlerin %68.8’inin evli,
%31.1’inin bekar, %0.1’inin dul olduğu; %33.7’sinin ilkokul, %18.7’sinin ortaokul, %31.6’sının
lise, %16.0’ının ise üniversite mezunu olduğu saptanmıştır. Kan donörlerinin %4.1’inin il
dışında, %70.2’sinin Zonguldak il merkezinde, %25.7’sinin ise ilçeler de ikamet ettikleri
gözlenmiştir. Çalışmamızda 6261 gönüllü kan donöründe, HBsAg seropozitifliği %2.0 (123
kişide), Anti-HCV seropozitifliği %0.6 (38 kişide) bulunmuştur. 6204 olguda, HBsAg
sıklığının erkeklerde %2.0, kadınlarda %1.5; Anti-HCV sıklığının ise erkeklerde %0.5,
kadınlarda %1.8 (p=0.008) olduğu saptanmıştır. HBsAg seropozitifliğinde 50 yaş grubu ve
sonrasında bir azalma olduğu; Anti-HCV seropozitifliğinin ise 60 yaş üzerinde arttığı
saptanmıştır. HBsAg seropozitifliği evlilerde %1.9, bekarlarda %2.2; Anti-HCV seropozitifliği
ise evlilerde %0.7, bekarlarda %0.7 olarak saptanmıştır. Dul olan 7 donörde seropozitiflik
saptanmamıştır. HBsAg seropozitifliği ilkokul mezunlarında %3.0, ortaokul mezunlarında %1.2,
lise mezunlarında %1.7 ve üniversite mezunlarında %1.6 olarak saptanmış olup (p=0.004); Anti-
HCV seropozitifliği ise sırasıyla %0.9, %0.4, %0.6 ve %0.7 olarak saptanmıştır. HBsAg
seropozitifliği 2001-2004 yılları arasında sırasıyla %2.9, %1.1, %2.1, %1.7; Anti-HCV
seropozitifliği ise sırasıyla %0.6, %0.1, %1.0, %0.4 oranında gözlenmiştir.
Sonuç olarak; eğitim düzeyinin HBsAg seropozitifliğinde, cinsiyetin ise Anti- HCV
seropozitifliğinde anlamlı fark oluşturduğu tespit edilmiştir. Donörlerin üçte birinin kimlik
bilgilerinde eksiklik dikkat çekicidir. Kayıtların eksiksiz olması benzer çalışmalara ışık
tutacaktır.
Anahtar Sözcükler: Gönüllü kan donörü, HbsAg, Anti-HCV, Seropozitiflik
47
ÖZET
Rahşan Kalafatoğlu, Zonguldak Merkez Çocuk Yuvasında Bakım Altında Bulunan Çocukların
Fiziksel Gelişimleri İle Ailesinin Yanında Yaşayan Çocukların Fiziksel Gelişimlerinin
Karşılaştırılması. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2006
Araştırma, Zonguldak Merkez Çocuk Yuvası’nda yaşayan çocuklar ile onlarla aynı bölgede yaşayan
aynı yaş grubundaki çocukların fiziksel gelişimlerinin değerlendirilmesi ve fiziksel gelişime etki eden
bazı değişkenlerin incelenmesi amacıyla, Zonguldak Merkez Çocuk Yuvasından 88 ve Zonguldak İl
Sağlık Müdürlüğü Merkez 4 No’lu Sağlık Ocağı bölgesinden 176 olmak üzere toplam 264 çocuğun
katılımı ile gerçekleştirilmiştir.
Çalışmaya katılan çocuklardan, her iki grubun %22.7’ si kız, % 77.3’ ü erkek çocuklardan
oluşmaktadır. Araştırmaya katılan çocukların yaş aralığına bakıldığında en küçüğü 7, en büyüğü 15
yaşındaydı. Yuvada yaşayan ve ailesinin yanında yaşayan çocuklarda yaşa göre boy uzunluğunun
değerlendirilmesi (p=0.003) ve yaşa göre ağırlığın değerlendirilmesinde, (p=0.001) gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu, yuvada yaşayanların aile yanında yaşayan çocuklara göre
gelişimlerinin daha geride olduğu, iki grubun BKİ ortalaması (p=0.007), boy persentil ortalaması
(p=0.007), vücut ağırlığı persentil ortalaması (p=0.001) arasındaki farklarına bakıldığın da yine
gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı. Gruplar arasında öğün sayısı
(p=0541), uyku süresi (p=0.489) ve öğün arasında yemek yeme (p=0.954) durumları arasında fark
saptanmadı. Çocukların kahvaltı yapma (p=0.009), süt içme (p=0.001), spor yapma (p=0.002) ve
yatarak tedavi görme (p=0.001) durumları arasındaki fark, istatistiksel olarak anlamlı bulundu.
Kurumda yaşayan ve ailesiyle yaşayan çocukların beslenme durumlarının ve günlük aktivitelerinin
benzer olmasına karşın, kurumda yaşayanların gelişimlerinin daha geride olması dikkat çekiciydi.
Kurumda yaşayan çocukların bakım özellikleri ve alışkanlıkları farklı olmadığı halde gelişimlerinin
daha geri olmasını açıklayan, psikososyal özelliklerin de değerlendirildiği çalışmalar yapılmalıdır.
Anahtar Sözcükler: Çocuk yuvası, aile, persentil, beden kitle indeksi
48
ÖZET
Funda Veren, Zonguldak İl Merkezinde Yaşayan 15-49 Yaş Ev Kadınlarının Ev Kazası
Geçirme Sıklığının Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2006
Kazalar, insan sağlığı, işgücü ve yaşam kalitesi üzerindeki olumsuz etkileri, maddi yük ve
‘korunabilir’ olma özellikleri nedeniyle halk sağlığının öncelikli konuları arasındadır. Ev içinde veya
avlusunda, bahçesinde, garajında vb eve bağlı kısımlarda meydana gelen herhangi bir türdeki kaza
‘ev kazası’ olarak ifade edilmektedir. İnsan hayatının büyük bir kısmının evde geçtiği düşünülürse
evlerde oluşan kazalar bakımından insanlar risk altındadır. Bu çalışma, Zonguldak İl Merkezi’nde
yaşayan 15-49 yaş ev kadınlarının ev kazası geçirme sıklığını belirlemek ve geçirilen ev kazaları
özelliklerini değerlendirmek amacıyla planlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Örneklem grubunu
Zonguldak İl Merkezi’nde yaşayan 15-49 yaş 380 ev kadını oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında
anket formu kullanılarak yüz yüze görüşülmüştür.Verilerin değerlendirilmesinde ortalama değer,
oran ve ki-kare testi kullanılmıştır. Çalışmanın sonucunda ev kadınlarının son bir yıl içinde ev kazası
geçirme sıklığı %54.2 olarak bulunmuştur. Ev kadınlarının ortalama ev kazası geçirme sayısı 2.6±2.6
olarak tespit edilmiştir. Çalışmaya katılan ev kadınlarının %28.7’sinin (n=105) kesici- delici aletle
yaralanma, %20.0’ının (n=72) yanma, %19.8’inin (n=71) düşme, %10.8’inin (n=37) böcek sokması
ya da ısırması, %10.0’ının (n=34) elektrik çarpması, %6.4’ünün (n=20) zehirlenme, %4.3’ünün
(n=12) ise yabancı cisim aspirasyonu geçirdiği bulunmuştur. Çalışmaya katılan ev kadınlarının son
bir yıl içinde geçirmiş oldukları ev kazalarına yönelik yaptıkları uygulamalar ise ev kadınlarının
%23.9’u (n=49) sağlık kurumuna başvurduğunu, %34.2’si (n=70) evde ilkyardım yaptığını, %18.5’i
(n=38) uygun olmayan müdahalede bulunduğunu, %23.4’ü (n=48) hiçbir şey yapmadığını
belirtmiştir. Sonuç olarak çalışmaya katılan ev kadınlarının çoğunluğunun ev kazası geçirdiği tespit
edilmiştir. Bu konuda Halk Sağlığı alanında çalışan hemşireler, ev kazalarından korunmak için
hizmet verdiği toplumda gerekli önlemlerin alınmasını sağlamalı ve ev kazaları konusunda halkı
eğitmelidir.
Anahtar Sözcükler: Kazalar, Ev Kazaları, Halk Sağlığı, Halk Sağlığı Hemşireliği
49
ÖZET
Güliz Akın, Sibutraminin Sıçan Davranışlarına Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi,
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Farmakoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak,
2007.
Çalışmamızda 50 adet dişi sıçan kullanarak, değişik nöromedyatörlerin geri alımını inhibe eden
antidepresanlar ile sibutraminin sıçanda davranış üzerine etkilerini karşılaştırdık. Bu araştırmayı
davranış ile ilgili açık alan (open field), zorlandırılmış yüzme testi ve rota rot gibi üç değişik
yöntem kullanarak gerçekleştirdik.
Antidepresanların amfetaminin oluşturduğu stereotipik etkileri artırdığından hareketle
amfetamin benzeri bir madde olan Feniletilamin (FEA) kullanarak test modeli oluşturduk. Bu
model üzerinde antidepresanların ve olası antidepresan etki beklediğimiz sibutramin’in etkilerini
araştırarak sibutramin’in şişmanlık tedavisindeki etki mekanizmasında antidepresan etkisinin
rolü olabileceği öngörüsünü inceledik.
Çalışmamızda feniletilamin(100mg/kg) ile akut stereotipi oluşturarak bu model üzerinde farklı
medyatörleri etkileyen fluoksetin(20mg/kg); milnasipran (50mg/kg) ve mirtazapin(15mg/kg)
gibi antidepresanların etkisi ile sibutramin (10mg/kg) ‘in etkilerini karşılaştırdık.
Sibutramin gerek tek başına, gerekse FEA ile birlikte uygulandığında lokomotor aktiviteyi ve
stereotipik davranışları artırmamış tersine azaltmıştır. Kullanılan üç antidepresan tek başlarına
uygulandıklarında hareketliliği az da olsa artırmışlardır. Fluoksetin FEA’nın etkisini
potansiyalize edip çok önemli düzeyde stereotipik davranış artışı oluştururken, mirtazapin ve
milnasipran FEA’nın etkisini artırmamış tam tersine azaltmışlardır. Bu azalma milnasipran ile
çok önemli derecede olmuştur. Sibutraminin FEA’nın oluşturduğu davranış modeli üzerine
etkileri de antidepresanlardan farklı olmuştur. Mirtazapin’e benzer şekilde ama ona oranla çok
az bir azalma yapmıştır.
FEA rotarotta kalış süresini önemli derecede azaltmış, her 3 antidepresan da bu derece önemli
olmasa bile aynı şekilde azalma yapmışlardır. Sibutramin ilk periyotta süreyi, kontrole oranla
artırmış, ama ikinci peryotta antidepresanlar derecesinde azaltmıştır. Gerek antidepresanlar
gerekse sibutramin beceri isteyen hareketleri bozmaktadır.
FEA yüzme testinde hareketsiz kalış süresini önemli ölçüde azaltmıştır. Mirtazapin FEA ile
beraber uygulandığında hareketsiz kalış süresini FEA’nden daha da azaltmıştır. Diğer
antidepresanlar hareketsiz kalış süresini azaltmışlarsa da istatistiksel olarak önemli
bulunmamıştır. Sibutramin hareketsiz kalış süresini antidepresanlardan daha fazla azaltmış,
yüzme süresini önemli ölçüde artırmıştır. Bu sonuç sibutraminin antidepresan etkili olduğunu
göstermektedir.
50
Anahtar Sözcükler: Sibutramin, Açık alan testi, Rotarod, Porsolt yüzme testi, fluoksetin,
mirtazapin, milnasipran
51
ÖZET
Şükrü Madenoğlu, Koroner Bypass Ameliyatı Geçiren Hastalara Preoperatif ve Postoperatif
Erken Dönemde Uygulanan Göğüs Fizyoterapisi Yöntemlerinin Arteryel Kan Gazı ve Solunum
Fonksiyon Testi Üzerine Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2007.
Kalp Damar Cerrahisi Kliniğine koroner bypass ameliyatı olmak için başvuran hastalar randomize
edilerek 20’si çalışma, 20’si kontrol grubu olarak alınmıştır. Araştırmaya alınan çalışma grubu
hastalarına; preoperatif dönemde solunum egzersizleri öğretilmiş ve postoperatif dönemde göğüs
fizyoterapisi uygulanmıştır. Kontrol grubu olarak alınan hastalara; preoperatif dönemde solunum
egzersizleri öğretilmemiş, postoperatif dönemde sadece göğüs fizyoterapisi uygulanmıştır. Çalışma
kapsamına alınan tüm hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemde, SFT ve arteryel kan
gazı değerleri ölçülmüştür. Hasta grupları arasında preoperatif ve postoperatif dönemdeki SFT
değerleri arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Preoperatif dönemde ölçülen arteryel kan gazı
değerlerinde anlamlı fark bulunmazken, postoperatif dönemde 4.seans göğüs fizyoterapi tedavisinden
sonra ölçülen arteryel kan gazı (PaO2, PaCO2 ve SaO2) değerlerinde çalışma grubu lehine
istatistiksel yönden anlamlı farklar saptanmıştır.
Çalışmamızda, çalışma grubuna preoperatif dönemde uygulanan solunum egzersizleri eğitimi ve
uygulamalarının arteryel kan gazı üzerine olumlu etkileri olduğu saptanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Koroner bypass ameliyatı, solunum fonksiyon testi, göğüs fizyoterapisi.
52
ÖZET
Kamil Güney, Zonguldak İl Merkezini Temsil Eden Bir Örneklemde Ev Halkı Tespit
Fişlerilerinin Yenilenmesi ve Sağlık Ocağı Ev Halkı Tespit Fişleriyle Karşılaştırılması.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2008.
Sağlık sistemimizin temelini oluşturan sağlık ocaklarında yürürlükte olan 224 Sayılı Sağlık
Hizmetlerinin Sosyalleştirmesi hakkındaki yasaya göre “dar bölgede çok amaçlı sağlık hizmeti”
verilmektedir. Sağlık ocaklarında verilen sağlık hizmetinin planlanması, yürütülmesi ve
değerlendirilmesinde kayıt tutulması önemlidir. Sağlık ocaklarında tutulan kayıtların temelini de Ev
Halkı Tespit Fişleri oluşturur. Temel sağlık hizmetlerinin planlaması ve yürütülmesinde diğer
formlara kaynak olması yönü dikkate alındığında ETF formlarının doğru ve eksiksiz bir şekilde
doldurulması belirleyicidir. Bu çalışma, düzenli olarak güncellenmesi gereken ETF formlarının ve
içerdiği kayıtların uygulamadaki durumunun değerlendirilmesi ve hizmete yönelik açılım getirmek
üzere aksaklıkların tanımlanması yaklaşımıyla yapıldı.
Kesitsel tipte planlanan bu çalışmada, Zonguldak il merkezinde hizmet veren sekiz sağlık ocağı
bölgesinde Türkiye İstatistik Kurumundan alınan 363 hanenin ETF’si Sağlık Bakanlığı Form 001’e
ait klavuza göre doldurularak aynı haneye ait sağlık ocağında doldurulan ETF’lerle karşılaştırıldı.
Hanelerin %32.8’inin ETF kaydı sağlık ocağı kayıtlarında bulunamadı. Sağlık ocaklarında kaydı
bulunan hanelerdeki kişilerin %4.8’inin kaydı kartlarda bulunmamaktaydı. Değerlendirmede kişilere
ait bilgilerinden en çok hatalı ya da güncel olmayan bölümler, öğrenim durumu ve sosyal güvence ile
ilgili bölüm idi.
Uygulamadaki hata ve eksikliklere rağmen ETF, kişileri yaşadığı yer ve aile ile birlikte
değerlendirebilme olanağı sağlaması, bölgeye ait sosyodemografik özelliklerin belirleyicisi olması
nedeni ile sağlık hizmetlerinin planlanması ve yürütülmesinde vazgeçilemez formdur. Bu forma
dayalı yapılandırılması planlanan temel sağlık hizmetleri için ETF, sağlık sisteminin koruyucu ve
önleyici yaklaşımlarla gerektiği gibi işletilmesine olanak tanıyacak en uygulanabilir ve denetlenebilir
kayıt olanağı sunmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Sağlık Ocağı, Ev Halkı Tespit Fişi, Temel Sağlık Hizmetleri
53
ÖZET
Özgür Sekreter, Zonguldak İli Merkez İlçesinde Bağışıklama Hizmeti Veren 1. Basamak
Sağlık Kurumlarında Soğuk Zincirin Değerlendirilmesi Ve Sağlık Personelinin Bilgi Durumu.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2008.
Halk sağlığı temel konularından olan bulaşıcı hastalıkların gerek eradikasyonu gerekse
eliminasyonu için uygulanan bağışıklama hizmetleri kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri
içerisinde önemli bir yere sahiptir. Aşılama hizmetleri ile aşıyla korunabilen hastalıklardan
kaynaklanan sakatlık ve ölümler engellenmekte ve hatta bazı hastalıkların eradikasyonu
sağlanabilmektedir. Etkin bir bağışıklamanın oluşabilmesi için, soğuk zincir kurallarına uyulması
aşılamada başarılı olmanın temelini oluşturur. Soğuk zincir insan ve malzemeden oluşan bir
sistemdir. Soğuk zincirin sürekli devamının sağlanabilmesi, aşının imal edildiği andan
kullanıldığı ana kadar etkinliğini korumasıyla mümkündür.
Kesitsel tipte planlanan çalışma, Zonguldak ili merkez ilçe Sağlık Grup Başkanlığına bağlı 22
sağlık ocağı değerlendirme listesi ile, çalışan 125 sağlık personelinden soru kağıdı yardımıyla
toplanarak değerlendirildi.
Tüm sağlık ocaklarında buzdolabı ısısı +2°C - +8°C arasındaydı. Sağlık ocaklarının tamamında
kızamık ve OPV aşıları doğru yerleştirilmişti. Sağlık ocaklarının tamamında buzdolaplarında
derece vardı. Tüm sağlık ocaklarında ev tipi buzdolabı vardı. 20 sağlık ocağının buzdolabının
üzerinde resim bulunmaktaydı. 19 sağlık ocağında buzdolabı ısı izlemi düzenli kayıt altına
alınmaktadır. Sağlık ocaklarının tümünde bir soğuk zincir sorumlusu ve soğuk zincir sorumlu
yardımcısı vardı.
Personel hizmet içi eğitim alma aralığı kısaldıkça soğuk zincir konusundaki bilgi puanı
artmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Soğuk Zincir, Aşı, Sağlık Ocağı Bilim
54
ÖZET
Ayşe Bezir, Bazik Fibroblast Büyüme Faktörünün Plasenta Ve Umblikal Korddaki
Lokalizasyonu. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2008.
Plasenta gebelik süresince anne ile fetus arasında bağlantıyı sağlayarak fizyolojik değişimler yapan
geçici bir organdır. Plasenta ile fetus arasındaki ilişki umblikal kord ile sağlanır. Fibroblast büyüme
faktör ailesinin bir üyesi olan bazik fibroblast büyüme faktörü (bFGF) güçlü bir anjiyogenik molekül
olup, farklı doku ve organ sistemleri üzerinde etki gösterir. Yapılan bazı çalışmalarda bFGF’nin
plasentanın farklı dönemlerindeki ekspresyonu ve umblikal korddaki lokalizasyonu farklı
yöntemlerle gösterilmiştir. Bu çalışmada, diğer çalışmalardan farklı olarak gelişimini tamamlamış
plasenta ve umblikal kordun farklı iki bölgesinde bFGF’nin lokalizasyonunun immünohistokimyasal
olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Uygulama ve
Araştırma Hastanesi Kadın Doğum Kliniği ve Zonguldak Devlet Hastanesi Kadın Doğum Servisinde
Ocak-Şubat 2006 tarihleri arasında normal vajinal yol veya sezeryanla doğum yapmış 18-37 yaş arası
kadınların 34-41. gebelik haftasındaki 13 adet normal plasenta ve umblikal kordu bu çalışmaya dahil
edildi. Plasentadan; umblikal kord çıkış bölgesi (P0) ve buraya 5 cm uzaklıktaki bir noktadan (P5)
ve umblikal korddan; plasentadan çıkış bölgesi (U0) ve buraya 10 cm uzaklıktaki başka bir
noktadan (U10) olmak üzere iki örnekleme yapıldı. Kesitler, Hematoksilen&Eozin ile boyanarak
histomorfolojik olarak değerlendirildi. Belirli bölgelerdeki bFGF immün reaksiyonuna göre
immünohistokimyasal değerlendirilmesi mikroskopik düzeyde yapıldı. Sonuç olarak çalışmamızda
plasentanın farklı bölgeleri arasında farklı bFGF immün reaksiyonu saptandı. P5 noktasında P0’a
göre anlamlı bir bFGF immün reaksiyon azalması gözlendi. Bu durum, plasentanın villöz
gelişimindeki anjiyogenezde bFGF’nin etkisini desteklediği yönünde değerlendirildi. Umblikal
kordun iki örnekleme bölgesi arasında bFGF immün reaksiyonunda bir farklılık görülmedi. Bu
durum, umblikal kord vaskülarizasyonunun ve kord yapısının umblikal kord boyunca değişmediğini
destekleyen bir kanıt olarak yorumlandı.
Anahtar Sözcükler: Plasenta, umblikal kord, bFGF, immünohistokimya
55
ÖZET
Nezahat Öztürk, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama Ve Araştırma Hastanesi Kalp
Hastalıkları Polikliniğine Başvuran Yüksek Kan Basıncı Hastalarının Şişmanlık Durumunun
Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel
Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2008.
Şişmanlık (obezite), sıklığı hızla artan bir halk sağlığı sorunudur ve yüksek kan basıncı, insüline
direnç, kan lipid bozukluğu ve kalp-damar hastalığı gibi önemli sorunlara yol açmakta olduğu
bilinmektedir. Şişmanlık değerlendirme yöntemlerinden olan beden kütle indeksi (BKİ) arttıkça
yüksek tansiyon görülme olasılığı da artmaktadır. Yüksek tansiyon ve şişmanlığın saptanması kolay
olmasına karşın erken tespit edilememesine bağlı olarak bunların yol açabildiği sorunlar ortaya
çıkmaktadır. Bu çalışma, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi kalp
hastalıkları polikliniğine başvuran yüksek tansiyon hastalarında şişmanlık sıklığını saptamak ve BKİ
ile açlık kan şekeri, kan basıncı ve lipid düzeyleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmek amacıyla
yapılmıştır.
Tanımlayıcı ve kesitsel olan bu çalışmanın örneklemini 1 ocak-1 mart 2007 tarihleri arasında
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi kalp hastalıkları polikliniğine başvuran sistol kan basıncı
≥140 mmHg, diyastol kan basıncı ≥ 90 mmHg değerlerinde olan 226 hasta oluşturmaktadır.
Araştırmanın verileri hasta dosyalarının taranması ve görüşme tekniğiyle toplanmıştır.
İncelenen biyokimya testleri açlık kan şekeri, kolesterol, HDL (yüksek yoğunluklu lipoprotein), LDL
(düşük yoğunluklu lipoprotein), trigliserid düzeyleridir. Şişmanlığın değerlendirilmesinde ve
izlenmesinde yaygın bir yöntem olan beden kütle ölçütü (BKİ) çalışmamızda kullanılmıştır. BKİ
değerleri Dünya Sağlık Örgütü'nün önerisi doğrultusunda <18.5 zayıf, 18.5-24.9 normal, 25-29.9
kilolu, 30-34.9 şişman, 35-39.9 şiddetli şişman , >40 hastalık derecesinde şişman olarak
gruplandırılmıştır. Bu çalışmada, BKİ'si 30 ve üzeri olanlar şişman olarak değerlendirilmiştir. Kalp
hastalıkları polikliniğinde fizik muayene esnasında her bir olgunun kan basıncı ölçümü hasta en az
beş dakika dinlenmiş iken oturur pozisyonda sol koldan yapılmıştır. Standart ölçüm aletleri
kullanılarak boy, kilo ölçümleri yapılıp beden kütle indeksi [BKİ=Ağırlık (kg) / Boy (m)²]
hesaplanmıştır. Araştırmada yer alan veriler bilgisayar ortamında SPSS Windows 11.0 (Statistical
Packet for Social Sciences for Windows) programına aktarılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde
Ki- kare testi, Studend-t testi, Korelasyon analizi, Tek yönlü varyans analizi kullanıldı. Değerler
ortalama ± SD olarak verilmiştir. İstatistiksel olarak P<0.05 anlamlı kabul edilmiştir.
Araştırma kapsamındaki % 44.24’i erkek, % 55.75’i kadın olan 226 bireyin yaş ortalaması
59.80±10.94 (min.30-max.87) idi. Şişmanlık sıklığı (BKİ ≥30) % 38.5 olarak bulundu. BKİ
derecelendirmesine göre ise olguların % 14.6’sı normal, % 46.9’u fazla tartılı, % 29.2’si şişman
56
(1.derece), % 7.5 şiddetli şişman (2. derece), % 1.8’i hastalık derecesinde şişman (3. derece) olarak
değerlendirildi. BKİ ile AKŞ, DM, yüksek kan lipidi arasında düz bir bağıntı saptandı. BKİ≥30’a
göre gruplandırılmış şişman ve şişman olmayan grup karşılaştırılmasında ise diyabet, yüksek kan
lipidi ve trigliserid değerlerinde (150 mg/dl sınır alındığında) anlamlı düz bir bağıntı saptandı. Bu
çalışmada Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma hastanesi kalp hastalıkları
polikliniğine başvuran yüksek tansiyonlu hastaların yaklaşık yarısına yakının (% 46.9) fazla kilolu,
beş hastadan ikisinin (% 38.5) şişman sınıflandırmasına girmesi nedeniyle, yüksek tansiyon tanısı
konulan hastaların şişmanlık yönünden de değerlendirilmesinin, takip ve tedaviye alınmasının
hastalık, ölüm ve ikincil sorunların önlenmesi açısından önemli olabileceği düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şişmanlık
57
ÖZET
Songül Demirok, Yoğun Bakım Ünitesinde Tedavi Gören Hastaların Kalori Gereksinimleri Ve
Alınan Kalori Miktarlarının Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2008
Bu araştırma yoğun bakım ünitesinde tedavi gören hastaların kalori gereksinimlerinin ve alınan kalori
miktarının değerlendirilmesi amacıyla retrospektif olarak yapılmıştır.
Araştırmanın örneklemini Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi
Yoğun Bakımlar ünitesinde 01.10.2006 ve 31.02.2007 tarihleri arasında 7 gün süreyle tedavi görmüş
99 hasta oluşturmuştur. Veriler hastaların bilgisayar kayıtları ve arşiv dosyalarından veri toplama
formu kullanılarak toplanmıştır. Her hastanın 7 gün boyunca günlük kalori ihtiyacı Schofild
denklemine göre hesaplanmış ve hastaya günlük istem edilen enteral, parenteral (tpn veya ppn) ve
diğer intravenöz glukoz solüsyonları ile oral alabilen hastaların aldıkları rejim içeriğine göre verilen
kalori miktarı hesaplanarak hastaların günlük kalori gereksinimleri değerlendirilmiştir.
Hastaların alması gereken enerji miktarı ile verilen enerji miktarı günlere göre değerlendirilmiştir,
her bir günde hastalara alması gereken enerji miktarından anlamlı düzeyde düşük enerji verilmiş
olduğu bulunmuştur. Toplam verilen kalori miktarı ile gerçek kalori gereksinimi arasındaki farkın
anlamlı olup olmadığı ve her bir gündeki farklar üzerine yaş, cinsiyet ile hastaların yattıkları
bölümlerin etkisi incelenmiştir. Yaşa göre değerlendirildiğinde, yaş arttıkça enerji gereksinimi azalsa
da bu anlamlı bir azalma olmamıştır. Bayan hastaların alması gereken enerji miktarı erkek hastalara
göre anlamlı düzeyde daha az bulunmuştur. Tedavi gördükleri bölüme göre değerlendirilmede
anlamlı düzeyde bir fark bulunmamıştır.
Hastaların yedi gün süresince almış olduğu kalori miktarının, alması gereken kalori miktarından
düşük olduğu saptamıştır. Her bir gün için yapılan istatistiksel değerlendirmede fark anlamlı
bulunmuştur. Yoğun Bakım Ünitesinde tedavi gören hastaların kalori gereksinimlerinin belirlenmesi
ve bu gereksinimlerinin karşılanmasında uygun izlem yöntemlerinin kullanılması, hastaların
gereksinim duyduğu kalori miktarını almasının sağlanması amacıyla uygun kurum politikalarının
geliştirilmesi gerekmektedir.
Anahtar Sözcükler: Yoğun bakım ünitesi, beslenme, kalori alımı
58
ÖZET
Dilek Düzgün, Koroner Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Ve Uzun Süreli Kardiyak İlaç
Kullanımı Olan Hastalarda Eser Element Eksikliğinin Değerlendirilmesi. Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek
Lisans Tezi, Zonguldak, 2008.
Beslenme; toplum sağlığının korunması, geliştirilmesi ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi için temel
gereksinimlerden biridir. Bireylerin yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenmesi, doğru beslenme
alışkanlıkları kazanması; toplumda beslenme bozuklukları, hipertansiyon ve kalp-damar
hastalıklarının görülme riskinin azalması, protein- enerji malnütrisyonu, vitamin-mineral
yetersizliklerinin önlenmesi, beslenme ile ilgili sağlık sorunlarının en aza indirilmesinde koruyucu
etmenler arasında yer almaktadır. Besin maddelerinin yetersiz veya fazla alınması durumunda ortaya
çıkan tablo malnütrisyon olarak tanımlanır. Özellikle yoğun bakım hastaları malnütrisyona girmeye
oldukça yatkın hasta grubudur ve bu durum yoğun bakım hastalarında; nozokominal enfeksiyonlara
yatkınlığı, morbidite ve mortaliteyi artırırken yara iyileşmesinde gecikmeye yol açmakta, yoğun
bakımda kalış süresini de uzatmaktadır.
Malnütrisyon oluşumunda eser elementlerin rolü gün geçtikçe önem kazanmakta yapılan çalışmalarla
eser elementlerin esansiyellikleri, hastalıklarla ilişkileri ve ilaç etkileşimleri ortaya konulmaktadır.
Eser element eksiklikleri ile hipertansiyon ve koroner arter hastalıkları arasında ilişki olduğunu ileri
süren çalışmalar mevcuttur.
Bu çalışmada Zonguldak ili ve çevresindeki koroner yoğun bakım gerektiren hastalardaki eser
element durumunu ve ilaç kullanımı ile ilişkisini değerlendirmek amacıyla serum demir, bakır, çinko,
vanadyum ve kobalt düzeyleri bakılmış ve uzun süreli ilaç kullanımı olan ve olmayan hastalar
malnutrisyon durumuna göre karşılaştırılmıştır.
Sonuçların değerlendirilmesinde uzun süreli ilaç kullanımının malnutrisyon varlığı ile ilişkili
olmadığı görülmüştür. Uzun süreli ilaç kullanımı olan hastalarda malnutrisyon durumundan bağımsız
olarak serum demir düzeyleri sınırda düşük, serum bakır düzeyleri anlamlı olarak yüksektir. Serum
çinko düzeyleri yaş arttıkça azalmakta, kobalt düzeyleri ise malnütrisyonlu hastalarda anlamlı şekilde
az bulunmaktadır. Serum vanadyum düzeylerinde ise fark tespit edilmemiştir.
Anahtar Sözcükler: Eser Element, Antihipertansif, Malnütrisyon Bilim
59
ÖZET
Burçin Demirel, Genel Cerrahi ve Ortopedik Cerrahi Olgularında Malnutrisyonun
Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel
Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2009.
Bu çalışmanın amacı elektif Ortopedi ve Genel Cerrahi girişimi planlanan olguların Subjektif
Global Değerlendirme ile nutrisyon durumlarını değerlendirmek ve belirlenen malnutrisyonu
kliniklere ve eşlik eden hastalıklara göre karşılaştırmaktır. Genel cerrahi ve Ortopedi kliniklerine
elektif operasyon geçirmek üzere başvuran
150 erişkin olgunun Subjektif Global Değerlendirme skorları ve antropometrik ölçümleri
preoperatif değerlendirme ve taburculuk sırasında yapıldı ve kaydedilen değerler karşılaştırıldı.
Olguların yaş ortalaması 54.25 ± 18.19 yıl olup 76 (%50.7)’sı bayan, 74 (%49.3)’ü
erkekti. SGA dağılımları değerlendirildiğinde 113 (%75.3) olgu A, 30 (%20.0) olgu B, 7 (%4.7)
olgu ise C grubundaydı. SGA’ya göre olguların 37 (%24.7)’sinde malnütrisyon olduğu
belirlendi.
Genel cerrahi olgularında kanser nedeniyle daha fazla malnutrisyon tespit edildi. Ancak
ekstremite kırıklarının, malnutrisyon oranlarında anlamlı farklılık yaratmadığı saptandı.
Preoperatif yatış süresince özellikle genel cerrahi hastalarının nutrisyon açısından değerlendirilip
desteklenmesi gerektiği sonucuna varıldı.
Anahtar Sözcükler: Nutrisyon değerlendirmesi, Subjektif Global Değerlendirme, Malnutrisyon,
BKI, TSF, MACM
60
ÖZET
Ayse Serbest, Total Parenteral Nütrisyon Uygulanan Çocuk Hastalarda Soya Yagı Bazlı Lipid
Solüsyonu ve Zeytinyagı Bazlı Lipid Solüsyonu Kullanımının Trombosit Sayısına Etkisinin
Karsılastırılması. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Saglık Bilimleri Enstitüsü, Genel
Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2009.
Bu arastırma; total parenteral nürtisyon (TPN) alan çocuk hastalarda kullanılan soya yagı ve
zeytinyagı bazlı lipid solüsyonlarının trombosit sayısına etkisinin araştırıldığı retrospektif bir
çalısmadır. Çalısmada, 01.01.2004- 31.12.2007 tarihleri arasında Zonguldak Karaelmas Üniversitesi
Uygulama ve Arastırma Hastanesi yenidogan ve çocuk cerrahisi birimlerinde yatan ve TPN destegi
verilen toplam 65 çocuk hasta degerlendirilmistir. Bu hastaların 24’üne soya yaglı, 41’ine zeytinyagı
bazlı lipid solüsyonu kullanılmıstır. Hastaların bu solüsyonları almadan önceki trombosit degerleri,
infüzyona ilk baslandıgı haftadaki degerleri ve infüzyon sonrasında birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü,
besinci ve altıncı haftalardaki trombosit değerlerine bakılmıstır. Hastaların hastaneden çıkıslarındaki
trombosit degerleri de çalışmaya alınmıstır. Çalısmanın sonuçlarını etkilememesi amacıyla,
idiyopatik trombositopenik purpura (ITP), karaciger hastalıgı, trombositopeni tanısı ve trombosit
süspansiyonu almıs toplam 20 hasta çalısma dısında bırakılmıstır. Çalısma dısında bırakılan
hastaların 8’i soya yagı, 12’si zeytinyagı bazlı lipid solüsyonu kullanan hastalardır. Veriler hastanenin
bilgisayar kayıtlarından ve hastaların arşiv dosyalarından yararlanılarak toplanmıstır. Çalısma
sonunda soya yagı ve zeytinyağı bazlı lipid solüsyonu alan hastalar arasında trombosit sayısı
bakımından anlamlı bir fark saptanmamıstır.
Anahtar Sözcükler: Total parenteral nütrisyon, zeytinyagı, soya yagı, intravenöz yag solüsyonu,
trombosit
61
ÖZET
Sanem Yıldırım, Kemoterapi Alan Hastalarda Kemoterapiye Bağlı Yan Etkilerin Beslenme
Eğitimi Öncesi Ve Sonrası Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2009
Çağdaş tıbbın ve insanın en önemli ve güncel sorunlarından biri olan kanser, tedavisindeki önemli
gelişmelere karşın tüm hastalıklar arasında en korkulan hastalık olmayı sürdürmektedir. Kanser
hastalarının izlenmesi ve tedavisi sırasında gerek hastalığın kendisi, gerekse uygulanan tedavi şekleri
ve kullanılan ilaçlar, başta GİS (gastrointestinal sistem) olmak üzere çeşitli yan etkilerin ve değişik
sorunların yaşanmasına yol açar. Bu çalışma kemoterapi sonrası hastalarda görülen yan etkilerin
belirlenmesi, yan etkilere yönelik hastalara verilecek eğitimin ve modelinin saptanması ve hastalara
verilen eğitimin çeşitli semptomlar üzerine etkisinin değerlendirilmesi amacıyla planlanmıştır.
Araştırma, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Klinik Onkoloji
Kliniği’nde ayaktan yada yatarak kemoterapi gören hastalardan, araştırmaya katılmayı kabul eden 50
katılımcı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya katılan hastaların %42.0’ının kadın, % 58.0’ının erkek,
%36.0 gibi büyük bir oranını 50-59 yaş grubu, %34.0’ını 60-69 yaş grubu, %18.0’ını 40-49 yaş
grubunun oluşturduğu saptanmıştır. En sık karşılaşılan kanserler arasında ilk sırada akciğer (%38)
kanserinin geldiği ve bunu sırası ile GİS (%26) tümörleri, meme kanseri (%20) ve GÜS (genitoüriner
sistem) kanserlerinin (%10) izlediği saptanmıştır. Eğitim öncesi ve sonrası hastalar yan etki
düzeylerine göre karşılaştırıldığında; iştahsızlık (p=0.000), tat almada değişiklik (p=0.000), halsizlik
yorgunluk (p=0.000), bulantı (p=0.000), kabızlık (p=0.031), ağız kuruluğunda (p=0.012) anlamlı fark
bulunmuş, kusmada (p=0.063) anlamlı fark bulunamamıştır.
Anahtar Sözcükler: Kanser, kemoterapi, yan etkiler, kaşeksi, beslenme.
62
ÖZET
Asuman Uğurlu Yıldız, Kronik Böbrek Yetmezliği Hastalarında Yaşam Tarzı Değişikliği
Müdahalesinin, Yaşam Kalitesine Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi. Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Kronik böbrek yetmezliği tedavisi, hastaların günlük yaşamlarında anlamlı değişikliklere neden olur
ve algıladıkları yaşam kalitelerini etkiler.
Bu çalışmanın amacı kronik böbrek yetmezliği hastalarında yaşam tarzı değişikliği konusunda verilen
eğitiminin, yaşam kalitesine etkisini saptamak amacıyla yapılmıştır.
Araştırmanın örneklemini Zonguldak Karaelmas Üniversitesi (ZKÜ) Uygulama ve Araştırma
Hastanesi periton diyaliz ve hemodiyaliz ünitelerine başvuran, rutin diyaliz tedavisi gören, 45’i
periton ve 39’u hemodiyaliz olmak üzere toplam 84 diyaliz hastası oluşturmuştur. Diyaliz hastalarına
önce ‘Hasta Bilgi Formu’, ‘SF – 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği’ uygulanmış, verilen Eğitimden (Diyet,
Egzersiz, Sigara ve Alkolün )iki ay sonra hastalara tekrar ‘Hasta Bilgi Formu’, ‘SF – 36 Yaşam
Kalitesi Ölçeği’ uygulanmıştır.
Elde edilen verileri değerlendirmede kullanılan istatistiksel testler; SPSS 11.5 programı ile
ortalamalar, standart sapmalar hesaplanmış, veriler ki kare, tekrarlayan ölçümlerde t testi yardımıyla
değerlendirilmiştir. İstatistiksel değerlendirmelerde anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 kabul edilmiştir.
Bu çalışmada, egzersiz, sigaranın bırakılması, diyete uyum konuları ve alkol kullanımının azaltılması
ile ilgili verilen eğitim, sonrasında yaşam kalitesinin tüm boyutlarında düzelme sağlanmıştır.
Verilen eğitim ile ayrıca egzersiz süre ortalaması, diyete uyum oranları, Kt/V serum albümin değerleri
artmış, serum üre, kreatinin ve sistolik arter basıncı ortalamaları düşmüştür. Ancak verilen eğitim
sonrası hastaların sigara ve alkol tüketimi ve diastaolik arter basıncı ortalamaları anlamlı düzeyde
değişmemiştir.
Anahtar Sözcükler: Yaşam Kalitesi, Kronik Böbrek Yetmezliği Hastaları, Yaşam Tarzı Değişikliği,
SF-36, Eğitim
63
ÖZET
Neslihan Yılmaz, Sigara İçen Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Sigara İçme Davranışının ve
Bırakma İsteğinin Belirleyicileri. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Sigara kullanımı Üniversite öğrencileri arasında son yıllarda artış göstermiştir. Sigara içen üniversite
öğrencilerinin sigara içme özelliklerinin daha iyi anlaşılmasının bu topluluğun ihtiyaçlarına özel
müdahaleler geliştirilmesini olanaklı kılacaktır.
Bu çalışmanın amacı; ZKÜ Ereğli Eğitim Fakültesi öğrencilerinin sigara içme sıklığı, sigara içen
öğrencilerin sosyodemografik özellikleri, sigara içme ve bırakmaya yönelik özelliklerinin
saptanması, sigarayı bırakma niyetlerini araştırmaktır.
Bu amaçla Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Ereğli Eğitim Fakültesi’ndeki 1078 öğrenciden sigara
içen öğrencilerin tamamı olan 209 öğrenciye gözlem altında anket uygulanmıştır.
Elde edilen verileri değerlendirmede kullanılan istatistiksel testler; SPSS 11.5 programı ile
ortalamalar, standart sapmalar hesaplanmış, veriler ki kare, ANOVA ve lojistik regresyon testi
yardımıyla değerlendirilmiştir. İstatistiksel değerlendirmelerde anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 kabul
edilmiştir.
Öğrencilerin sigara içme sıklığı % 19.4’tür. Ortalama fagerstrom nikotin bağımlılık puanı 3.1
±2.62’dir. Öğrencilerin %46.9’u önümüzdeki altı ay içinde sigarayı bırakmayı düşünmektedir ve
sigarayı bırakmak için %19.1’i uzman desteği istemektedir.
Sigarayı bırakmayı düşünme durumlarını etkileyen faktörleri incelediğimizde ailesi ya da arkadaşları
sigaraya karşı olanlar, ara sıra sigara içenler, sigarayı 5 yıldan daha az süredir kullananlar, yurtta ve
evde arkadaşlarıyla kalanlar, düşük derecede nikotin bağımlısı olanlar , sigarayı geç yaşta deneyen
ve başlayan öğrencilerin daha yüksek sıklıkta sigarayı bırakmayı düşündükleri belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Sigara içme, sigarayı bırakma isteği, sigara içme davranışının belirleyicileri,
üniversite öğrencisi, eğitim fakültesi
64
ÖZET
Aydan Özbay, Koroner Arter Hastalığı Tanısı Konmuş Kişilerde Yaşam Tarzı Değişikliği
Müdahalesinin, Yaşam Kalitesine Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Günümüzde koroner arter hastalığının prevelansının giderek artması ve diğer yandan beklenen yaşam
süresinin uzaması koroner arter hastalarında yaşam kalitesi kavramını ön plana çıkarmıştır.
Bu çalışma koroner arter hastalığı tanısı konmuş hastaların, yaşam tarzı değişikliği konusunda beş
parametrede eğitim verilerek, eğitimin yaşam kalitesine etkisini saptamak amacıyla yapılmıştır.
Araştırmanın örneklemini Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi
Kardiyoloji ve Kalp Damar Cerrahisi bölümlerine başvuran KAH tanısı almış 82 hasta oluşturmuştur.
Hastalara ‘Hasta Bilgi Formu’ , ‘SF – 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği’ uygulanmış ve sağlıklı beslenme,
fiziksel aktivite, sağlıklı vücut ağırlığının korunması, sigara ve alkolün bırakılması konularında
eğitim verilmiştir. Bir ay sonra hastalara tekrar ‘Hasta Bilgi Formu’, ‘SF – 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği’
uygulanmıştır. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi SPSS 11,5 programı ile değerlendirilmiştir.
İstatistiksel değerlendirmelerde anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 kabul edilmiştir. Gruplandırılmış
değişkenler ki kare önemlilik testi ile, sürekli değişkenler tekrarlayan ölçümler için t testi ve tek yönlü
varyans analizi (ANOVA) ile analiz edilmiştir.
Hastalara verilen eğitim ve danışmanlık sonrasında, SF-36yaşam kalitesi alan puanlarını
yükseltmiştir. Ancak eğitim ve danışmanlıktan sonra günlük içilen sigara sayısı ve alınan alkol kadeh
miktarı anlamlı düzeyde değişmemiştir. Beslenme, VKİ, fiziksel aktivite konularındaki eğitimlerin,
biyokimyadaki parametrelere ve kan basıncına olan etkisi, eğitimin yaşam kalitesine etkinliğini
göstermiştir. Kronik hastalarda yeterli eğitim ile yaşam tarzı değişikliklerine daha iyi uyum
sağlayarak, yaşam kalitelerinin arttığı bulunmuştur.
Anahtar Sözcükler: Yaşam Kalitesi, Sf-36, Koroner Arter Hastalığı Olan Hastalar, Yaşam Tarzı
Değişikliği, Eğitim ve Danışmanlık,
65
ÖZET
Türkan Akyol Güner, Çalışma Yaşamında Vardiya Çalışması ve Uyku ile İlgili Özelliklerin
Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Çalışma yaşamında vardiyalı çalışma yaygın olarak sürdürülmekte olup, vardiyalı çalışanların ve
vardiyalı çalışmaların sayısı giderek artmaktadır. Vardiyalı çalışma düzeniyle ilgili çalışanlarda
biyoritm değişiklikleri oluşmakta, bu da uyku ve ilgili sağlık sorunlarını artırmaktadır.
Kesitsel olan bu araştırma vardiyalı çalışmayı, çalışma yaşamı özellikleri açısından değerlendirmekte
ve vardiyalı çalışmanın çalışanların uykululuk durumları üzerindeki etkilerini incelenmektedir. B u
özellikler ile sabit gündüz, ikili vardiya ve üçlü vardiya sisteminde çalışanlar karşılaştırılmıştır.
Araştırmanın verileri, sosyo- demografik özellikler ile çalışma yaşamı özelliklerini sorgulayan anket
formu ve vardiyalı çalışmanın uykululuk özellikleri açısından değerlendirilmesi amaçlı Epworth
Uykululuk Ölçeği ile toplanmıştır.
Araştırmanın yapıldığı işyerinde toplam 431 kişi çalışmaktadır, çalışanlardan 354’üne (%81.7)
ulaşılmıştır. Ulaşılanların %13.3’ü ikili vardiya, % 42.1’i üçlü vardiya ve %44.6’sı sabit gündüz
vardiyasında çalışmaktadır. Araştırmaya katılan çalışanların %98.3’ü erkektir. Çalışanların yaş
ortalaması 44.8±6.0 yıldır. Araştırma kapsamındaki tüm çalışanların ortalama çalıştıkları yıl 21.68±6.31,
halen çalıştıkları işyerinde ortalama çalıştıkları yıl ise 20.0±6.96 dır. Gündüz vardiyasında çalışanların
%19.0’ı, ikili vardiya sisteminde çalışanların %11.0’ının ve üçlü vardiya sisteminde çalışanların
%70’inin Epworth Uykululuk Ölçeği skoru 10 ve üzerindedir.
Anahtar Sözcükler: Çalışma yaşamı, Vardiyalı çalışma, Uyku, İş sağlığı, Epworth Uykululuk
Ölçeği
66
ÖZET
Vildan Kalkan Akyüz, Gebelerin Beslenme Durumlarının Değerlendirilmesi Ve Bebek Doğum
Ağırlığı Üzerine Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel
Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Bu araştırma gebe polikliniğine başvuran gebelerin beslenme durumunun değerlendirilmesi ve bebek
doğum ağırlığına etkisini araştırmak amacıyla retrospektif olarak yapılmıştır. Araştırmanın
örneklemini Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi kadın hastalıkları
ve doğum ünitesinde 01.05.2009 ve 31.09.2009 tarihleri arasında başvuran 100 gebe oluşturmuştur.
Veriler, oluşturulan anket formunun hastalara uygulanması ve doğum sonrası bebek antropometrik
ölçümlerinin hastane kayıtlarının analizi yoluyla toplanmıştır. Anket formu; gebelerin kendileri ve
aileleri hakkında genel bilgileri, genel sağlık durumları, beslenme alışkanlıkları, beslenme bilgileri,
besin tüketim sıklıkları ve günlük besin tüketim durumları bölümlerini kapsamaktadır. Yenidoğan
bebeklerde antropometrik ölçüm olarak, vücut ağırlığı, boy uzunluğu, baş çevresi ve göğüs çevresi
ölçümleri alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 13 paket programı kullanılmıştır.
Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 27.6±4.8, boy ortalaması 161.0±5.6, kilo ortalaması
75.1±14.2’dir. Bebeklerin ponderal indeks ortalaması 2.33±0.46 olarak tespit edilmiştir. Veri
analizleri sonuçlarına göre: Annenin eğitim durumu ile bebeğin doğum ağırlığı arasında anlamlı fark
bulunmuştur (p=0.022). İkili karşılaştırmalar sonucunda okuryazar olmayan eğitim düzeyinin gruplar
arası farklılığı yarattığı tespit edilmiştir. Annenin çalışıyor olmasının bebek doğum ağırlığı arasında
anlamlı fark yaratmadığı tespit edilmiştir (p=0.955). Evlilik süresi ile bebek doğum ağırlığı arasında
anlamlı fark bulunmuştur (p=0.041). İkili karşılaştırmalar sonucunda 1 yıldan az ile 6-10 yıl arasında
olan ve evliliği 1 yıldan az ile 11 yıldan fazla olanlar arasında evlilik süresinin gruplar arasında
anlamlı fark yarattığı tespit edilmiştir. Babanın eğitim durumunun bebek doğum ağırlığı arasında
anlamlı fark yaratmadığı tespit edilmiştir(p=0.633). Gelir durumunun bebek doğum ağırlığı arasında
anlamlı fark yaratmadığı tespit edilmiştir (p=0.987). Bulantı-kusma durumunun bebek doğum ağırlığı
arasında anlamlı fark
yaratmadığı tespit edilmiştir (p=0.178). Protein tüketimi, sebze-meyve tüketimi, süt ve ürünleri
tüketimi durumlarının bebek doğum ağırlığı açısından anlamlı fark yaratmadıkları
tespit edilmiştir (p=0.255, p=0.396, p=0.180 sırasıyla). Hamilelik döneminde anne sağlığının
korunması ve fetal gelişimin sağlanabilmesi için anne adayının düzenli kilo alması ve yeterli kalori,
protein, vitamin, mineral alımı üzerinde durulmalıdır. Ayrıca gebelik öncesinde ve süresince, anne
adayının fetüsü tehlikeye atabilecek nütrisyonel riskler taşıyıp taşımadığı da araştırılmalıdır.
Anahtar Sözcükler: Gebelik, Beslenme, Yenidoğan
67
ÖZET
Funda Kasapoğlu, Hemodiyaliz Hastalarında Akut Faz Cevabın ve Malnutrisyonun
Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel
Cerrahi Anabilim Dalında, Yüksel Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Diyaliz tedavisinde son gelişmelere rağmen, Kronik Böbrek Yetmezliğinde (KBY) mortalite oranı
çok yüksek seyretmektedir. Malnutrisyon bu hastalarda mortalite ve morbidite için önemli bir risk
faktörüdür. Bu çalışma Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Uygulama ve Araştırma hastanesi
hemodiyaliz servisinde haftada 3 seans diyalize giren 20 hastada, inflamasyon ve malnutrisyon
parametrelerinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmış, tanımlayıcı bir çalışmadır.
Hastaların diyalize girişteki rutin biyokimyasal tetkiklerine ilave olarak malnutrisyon ile inflamasyon
arasındaki ilişkiyi değerlendirmede, prokalsitonin (PCT) düzeylerine de bakıldı. Ayrıca
antropometrik [ triseps deri kıvrım kalınlığı (TDKK), Beden Kitle İndeksi (BKİ)] ölçümleri ve
Subjekif Global Değerlendirmeleri (SGD) yapıldı.
Hastaların yaş ortalamaları 54.7±16.4 yıl, ilk tanıyı aldıktan sonra geçirilen süreleri 6±5.2 yıl, diyalize
başlama süreleri 44±43.1 ay olarak hesaplandı. Hastaların SGD’ye göre; %55’i (n:11) iyi beslenmiş,
%45’in (n:9) orta ve/veya ciddi derecede malnutrisyonlu olduğu saptanmıştır. Malnutrisyon ile
inflamasyon parametrelerinden prealbumin ile PCT arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı iken
(p=0,050), PCT’nin SGD gruplarıyla arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı
(p=0,566). Paratiroit hormon (PTH) düzeyinin SGD gruplarına göre dağılımı istatistiksel olarak
anlamlı bulundu (p=0.026). Hastalardan biri, paratiroit bezi çıkarıldığı için analiz dışı bırakılmıştır
ve n:19 olarak alınmıştır. Diyet bilgi düzeyi ile SGD grupları arasındaki ilişki anlamlı değildi
(p=1.000). Çalışmanın sonunda malnutrisyon saptanan hastalara detaylı diyet eğitimi verilmiştir.
Sonuç olarak; KBY hastalarında bu çalışmada incelenen parametreler ile malnutrisyon arasında
anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Bu veri kronik hastalıklarda malnutrisyonun incelenmesinde tek
bir altın standart tetkik veya değerlendirme yönteminin olmadığı şeklinde yorumlanabilir. Ancak,
daha geniş vaka sayısına sahip ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Sözcükler: malnutrisyon, hemodiyaliz, prokalsitonin, subjekif global değerlendirme
68
ÖZET
Selda Yıldız, Yoğun Bakım Ünitelerinde Yatan Santral Venöz Katater Takılı Hastalarda, Total
Parenteral Nütrisyonun Kan Dolaşımı İnfeksiyona Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi,
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Total parenteral nütrisyon (TPN) desteği, yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) tedavinin önemli bir
parçasıdır. TPN tedavisi çoğunlukla santral venöz kateterden (SVK) uygulanmaktadır. TPN’nin
infeksiyöz komplikasyonu kan dolaşımı infeksiyonudur (KDİ). YBÜ’lere yatan hastalarda en sık
görülen hastane infeksiyonlarından biri KDİ’dir. YBÜ'ye yatan hastalarda yatış süresinin uzaması,
tedavi maliyetinde artış ve yüksek mortalite oranlarından sorumludur. Bu retrospektif çalışmaya
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi (ZKÜ) Uygulama ve Araştırma Hastanesi YBÜ’lerimizde yatan
ve SVK takılı olan 16 yaşın üzerindeki erişkin hastalardan, 48 saatten uzun süre kalan, YBÜ’de yattığı
sırada KDİ gelişen, diyaliz ve kan transfüzyonu uygulanmamış olan 64 hasta alındı. TPN uygulanma
durumuna göre, TPN uygulanmış olan KDİ’li 34 hastalı grup ve TPN uygulanmamış olan KDİ’li 30
hastalı grup olarak iki grup oluşturulmuştur. Her iki grup yaş, cinsiyet, yatış süresi, yattıkları YBÜ,
yatışta KDİ dışında bir infeksiyon varlığı, eşlik eden hastalıklar, invaziv girişimler ve aletler, izole
edilen mikroorganizmalar ve antibiyotik dirençleri bakımından mukayese edilerek, TPN
uygulamasının KDİ gelişimi üzerine etkilerinin tanımlanması amaçlanmıştır. Hastaların 21'i kadın,
43’ü erkek, yaş ortalaması 65 ± 15.92'di. TPN uygulanması altında gelişen KDİ’lerde; malignite
(p<0.05), enteral beslenme (p<0.05), nazogastrik sonda (p<0.05) gram pozitif mikroorganizmalar
(p<0.05), candida spp. (p<0.05) ve ampisilin/sulbaktam direnci (p<0.05) istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuştur. Bu bulgular bize TPN uygulanan ve TPN uygulanmayan hastalardaki kan dolaşım
infeksiyonlarını karşılaştırarak TPN uygulanmasının kan dolaşımı infeksiyonlarını nasıl ve ne yönde
etkilediğini göstermektedir.
Anahtar Sözcükler: Total parenteral nütrisyon, kan dolaşımı infeksiyonu, Yoğun Bakım Ünitesi.
69
ÖZET
Mehmet Kıvanç Erdem, ANTU (Alfa-Naftiltiyoüre) İle Oluşturulan Deneysel Pulmoner Ödem
Modelinde Anestezik Maddelerin Etkileri. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Farmakoloji Anabilim Dalı, Yüksel Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Bu çalışma, ketamin, midazolam ve ksilazinin, α-naftiltiyoüre (ANTU) ile oluşturulan akut akciğer
hasarındaki etkilerini araştırmak amacıyla planlanmıştır. ANTU sıçanlara i.p. olarak 10 mg/kg
dozunda verilmiş ve 4 saat içinde maksimum düzeye ulaşan, plevral efüzyon (PE) ve akciğer
ağırlığı/vücut ağırlığı oranındaki (AA/VA) artışla karakterize akut akciğer hasarı modeli
geliştirilmiştir. Sıçanlara, ANTU’dan 30 dakika önce olmak üzere, ketamin (7.5, 15, and 50 mg/kg,
i.p.), midazolam (2 and 4 mg/kg, i.p.) ve ketamin/ksilazin (50/10 mg/kg, i.p.) uygulanmış ve akut
akciğer hasarı üzerine olan etkileri incelenmiştir. ANTU’dan 4 saat sonra göğüs kafesi açılmış,
plevral efüzyon mayi toplanmış, akciğer ağırlığı ölçülmüş ve akciğer dokusunun histopatolojik
incelemesi yapılmıştır.
Ketamin, midazolam ve ketamin/ksilazin kombinasyonu, AA/VA oranlarında anlamlı bir değişiklik
oluşturmamış ve akciğer ödemi üzerinde bir koruyuculuk sağlamamıştır. Kullanılan anestezik
maddelerin hepsi tüm dozlarında, efüzyon gelişimini (PE/VA) istatistiksel anlamlı düzeyde azaltmış
ve efüzyon gelişimine karşı koruyuculuk sağlamıştır.
Ketamin, midazolam ve ketamin/ksilazin, α-naftiltiyoüre ile oluşturulan efüzyon gelişiminde
koruyucu etkinlik göstermiştir. Bu sonuçlar anestezik maddelerin, akciğer hasarında önemli rol
oynayan patofizyolojik mekanizmaları etkileyebileceğini göstermektedir. Bundan dolayı, klinik ve
deneysel kullanım alanlarında uygulanan anestezik maddelerin biyolojik sistemleri etkileyebileceği
ve hasta verilerini ve deney parametrelerini değiştirebileceği unutulmamalıdır.
Anahtar Sözcükler: α-naftiltiyoüre, ketamin, midazolam, ksilazin, akut akciğer hasarı, plevral
efüzyon
70
ÖZET
Kadriye Çalışkan, Malignite Nedeniyle Alt ve/veya Üst Gastrointestinal Sistem Cerrahisi
Geçirecek Hastaların Nütrisyonel Durumlarının ve Yaşam Kalitelerinin Değerlendirilmesi.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Genel Cerrahi Anabilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Bu çalışmada malignite nedeniyle alt ve/veya üst gastrointestinal sistem cerrahisi geçirecek hastaların
beslenme durumlarını değerlendirmek ve hayat kaliteleri ölçümlerini yapmak amaçlanmıştır. Bu
çalışma Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastenesi Genel Cerrahi
Kliniği’nde tedavi gören hastalar üzerinde gerçekleştirildi. Çalışmaya 21/03/2008-20/10/2009
tarihleri arasında 43’ü alt gastorintestinal sistem, 44’ü üst gastorintestinal sistem kanserli, 17’si
kolelitiazis, 17’si herni, 3’ü interval apendektomi, 4’ü guatr, 7’si memede kitle ve 5’i diğer (kanser
dışı nedenlerle ameliyat edilecek) olmak üzere toplam 140 hasta dahil edildi. Hastaların preoperatif
dönemdeki antropometrik ölçümleri (ağırlık, boy), albumin düzeyleri ve yaşam kaliteleri kontrol
grubuyla karşılaştırıldı. Beslenme durumunu değerlendirmede SGA (Subjektif Global
Değerlendirme) formu kullanıldı. Hastaların SGA değerlendirilmeleri sonucunda; kanserli hastaların
17’si iyi beslenmiş-normal, 40’ı orta derecede malnütre, 30’ u ciddi malnütre iken; kontrol grubunun
47’si iyi beslenmiş-normal, 5’i orta derecede malnütre, 1’i ciddi derecede malnütre olarak bulundu.
Biyokimyasal değerlere bakıldığında kanser hastalarında albümin değeri kontrol grubuna göre daha
düşük görülmekte idi.
Kanser ve beslenme durumu yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen nedenler arasındadır.
Çalışmada preoperatif dönemdeki gastrointestinal sistem kanserli hastalarda beslenme düzeyinin
düşük seviyelerde olduğu görülmektedir. Bu da preoperatif dönemde beslenme değerlendirmesinin
önemini ortaya koymaktadır.
Anahtar Sözcükler : Yaşam kalitesi, Kanser, Nütrisyon, SF-36, SGA
71
ÖZET
Berhude Baba, Ereğli Demir Çelik Fabrikasının Yüksek Fırın, Haddehane ve Çelikhane
Ünitelerinde 2006-2007 Yıllarında Oluşan İş Kazalarının Değerlendirilmesi. Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksel Lisans
Tezi, Zonguldak, 2010.
İş sağlığı, sağlık bilimlerinin önemli ve öncelikli ilgi alanlarından biridir. İş kazaları sadece önemli
bir morbidite ve mortalite nedeni olmayıp, aynı zamanda önemli bir ekonomik kayıp nedenidir.
Demir-çelik üretimi iyi bilinen tehlikeli çalışma alanlarından biridir. Bu çalışmanın amacı bir demir-
çelik fabrikasının yüksek fırın, haddehane ve çelikhane ünitelerinde 2006-2007 yıllarında oluşan iş
kazalarının değerlendirilmesidir. Çalışma bu birimlerde oluşan 85 kazanın tümünü içermektedir ve
tanımlayıcı araştırma olarak planlanmıştır. İş kazalarına ait tanımlayıcı özellikler işyeri sağlık birimi
kayıtlarından elde edilmiştir. Ortalama değerler standart sapma değerleri ile birlikte gösterilmiştir.
Kazazedelerin ortalama yaşı 35.8±6.2 (ortanca 36, en az 23, en çok 55) idi. En sık gözlenen yaş grubu
35-39 yaş grubuydu. Kazalar en sık %27 ile pazartesi günü oluşmuştu. Ortalama işgünü kaybı
9.5±2.1 (ortanca 2, en az 0, en çok 151) olarak saptandı. En sık gözlenen kaza nedenleri %22.4 ile
cisim kesmesi ve %22.4 ile cisim arasına sıkışma, en çok kazalanan vücut bölgesi %43.5 ile üst
eksterimite idi. Đş kazaları en çok 14:00-14:59 saatleri arasında yaşanmıştı. Kazaların
vardiyalara göre dağılımlarında en çok iş kazası %47.05 ile 2. vardiyada gerçekleşmişti ve kazaların
en sık gözlendiği vardiya çeyreği %29.4 ile 3. çeyrek idi.
Anahtar Sözcükler: Halk sağlığı, iş sağlığı, iş kazası, epidemiyoloji, demir-çelik üretimi.
72
ÖZET
Ahmet Burak Türkili, Sıçan Testis İskemi Reperfüzyon Hasarında Anjiotensin ve Endotelinin
Rolü. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Farmakoloji Anabilim
Dalı, Yüksel Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Bu çalışma testiküler iskemi/reperfüzyon (İR) hasarında anjiyotensin ve endotelinlerin rolü olup
olmadığını belirlemek için planlandı. Sıçanlar tiyopental sodyum (50 mg/kg) ile intraperitoneal (i.p.)
olarak anestezi edildi. Sıçanların sol testiküler arter ve veni 1 saat süreyle klemple oklüze edildi,
bilateral orşiektomi yapılmadan önce organ 3 ya da 24 saat reperfüze edildi. Anjiyotensin
dönüştürücü enzim (ADE) inhibitörü enalapril (20 mg/kg), anjiyotensin reseptör (AT1) antagonisti
losartan (30 mg/kg), endotelin A ve B reseptör (ETA/B) antagonisti bosentan (10 mg/kg) ya da
çözücü (salin) reperfüzyondan yarım saat önce tek doz i.p. olarak uygulandı. Malondialdehid (MDA)
düzeyi ve myeloperoksidaz (MPO) aktivitesi reperfüzyondan 3 saat sonra testiküler dokularda
ölçüldü. Histolojik muayene reperfüzyondan 24 saat sonra yapıldı. İR ipsilateral testislerin MPO
aktivitesini değiştirmeksizin MDA düzeyinde anlamlı bir artışa sebep oldu. Enalapril, losartan ve
bosentan tedavileri MPO aktivitesinde herhangi bir değişiklik yapmaksızın MDA düzeyini azalttı.
Yanlızca bosentan tedavisi İR ile oluşan histopatolojik değişiklikleri iyileştirdi. Bu sonuçlar testiküler
İR hasarı patogenezinde endotelinlerin anjiyotensinlere göre daha önemli bir rol oynayabileceğini
göstermiştir
Anahtar Sözcükler: Enalapril, losartan, bosentan, iskemi, reperfüzyon, malondialdehid, testis,
sıçanlar
73
ÖZET
Meryem Aydın, Düzce İl’i Merkez İlköğretim Okulları İkinci Kademe Kız Öğrencilerine
Verilen Menstruasyon Fizyolojisi ve Hijyeni Eğitiminin Etkililiği. Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2010.
Kadın hayatının yarısı menstruasyon süreci ve bu sürece yönelik fiziksel, davranışsal ve duygusal
değişikliklerle seyreden sorunlarla geçmektedir.
Bu çalışmanın amacı düzce ili merkez ilköğretim okulları ikinci kademe kız öğrencilerine verilen
menstruasyon fizyolojisi ve hijyeni eğitiminin etkililiğini değerlendirmektir.
Araştırmanın evrenini Düzce il merkezindeki 3392 kız öğrencinin öğrenim gördüğü 34 ilköğretim
okulu oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini ise 34 okuldan küme örnekleme yöntemi ile
seçilmiş, 6 okulda öğrenim gören 340 kız öğrenci oluşturmaktadır. Yazılı veli onayı alınan ve
çalışmaya katılmayı kabul eden 304(%89.4) öğrenci çalışmaya dahil edilmiştir. 304 öğrencinin 152’si
müdahale, 152’si kontrol grubunu oluşturmaktadır. Müdahale grubundaki öğrencilere ön test
uygulanmış, verilen menstruasyon fizyolojisi ve hijyeni eğitiminden 2 ay sonra son test
uygulanmıştır. Kontrol grubuna ise ön test ve 2 ay sonra da son test uygulanmıştır.
Elde edilen verileri değerlendirmede kullanılan istatistiksel testler; SPSS 16 programı ile ortalamalar,
standart sapmalar, yüzdeler hesaplanmış, kategorik değişkenler ki- kare, sürekli değişkenler ise
tekrarlı ölçümlerde t testi yardımıyla değerlendirilmiştir. Đstatistiksel değerlendirmelerde anlamlılık
düzeyi olarak p< 0.05 kabul edilmiştir. Bu çalışmada, müdahale grubunun bilgi puanlarında anlamlı
düzeyde artış olurken (p=0.0001), kontrol grubunda değişiklik olmadığı saptanmıştır(p=0.543).
Müdahale grubunun menstrual hijyen davranışlarının olumlu yönde anlamlı değişim gösterdiği
saptanmıştır.
Verilen planlı eğitim ile öğrencilerin menstruasyon konusundaki bilgi düzeyi yükselmiş, menstrual
hijyen davranışları da olumlu yönde etkilenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Menstruasyon, Menstrual hijyen, Sağlık eğitimi, Adolesan.
74
ÖZET
Emel Ertuğrul, Üniversite Uygulama ve Araştırma Hastanesinde Çalışan Hemşire, Ebe, Sağlık
Memuru ve Acil Tıp Teknisyenlerinin Tükenmişlik ve Depresyon Düzeyinin Değerlendirilmesi.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Tükenmişlik ve depresyon sağlık çalışanlarda gözlenen yaygın ve önemli sağlık sorunlarıdır.
Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu çalışmanın amacı bir üniversite hastanesinde çalışan hemşire, ebe,
sağlık memuru ve acil tıp teknisyenlerinde tükenmişlik ve depresyon sıklığının değerlendirilmesidir.
Katılımcı sayısı 270 olan çalışmada veriler anket formu ile toplanmış ve SPSS programı ile
değerlendirilmiştir. Đstatistiksel analizlerde Bonferroni düzeltmeli Anova varyans analizi, Kruskal-
Wallis varyans analizi, bağımsız gruplarda t testi, Mann-Whitney U testi ve korelasyon analizi
kullanılmış, analiz sonuçları %95 güven aralığında değerlendirilmiş ve ortalama değerler “aritmetik
ortalama±standart sapma olarak gösterilmiştir. Katılımcıların tükenmişlik ve depresyon durumları
Maslach Tükenmişlik Ölçeği ve Beck Depresyon Envanteri ile değerlendirilmiştir. Sık sık/her zaman
depresyon hissedenlerde, psikiyatrik yardıma ihtiyaç duyan ancak almamış, iş yaşamından memnun
olmayan, üstleri tarafından takdir edilmediğini ve mesleğinin kendisine uygun olmadığını
düşünenlerde dört puanlama da olumsuz yönde farklıydı. Duygusal tükenme puanı kadınlarda, lisans
ve üzeri eğitimlilerde uyku sorunu yaşayanlarda, 6–10 yıl mesleki deneyimi olanlarda, çalıştığı bölüm
idare tarafından belirlenmiş olanlarda, sürekli gece çalışanlarda, çalışma süresi >50 saat/hafta
olanlarda, sosyal etkinliklere katılımı yetersiz olanlarda, mesleğini istemeyerek seçmiş, ayrılıp başka
işte çalışmak isteyenlerde, duyarsızlaşma puanı mesleği bırakıp çalışmak istemeyenlerde ve dernek
vb kuruluşlara üye olmayanlarda, depresyon puanı lise mezunlarında, kira ödeyenlerde, sık sık uyku
sorunu yaşayanlarda sosyal etkinlik katılımı yetersiz olanlarda, mesleğini bırakıp çalışmak
istemeyenlerde, sigara kullananlarda ve meslektaşları tarafından desteklenmediğini düşünenlerde
daha yüksekti. Kişisel başarı puanı kadınlarda, sosyal etkinliklere yetersiz katılanlarda, mesleğini
bırakıp çalışmak istemeyenlerde ve işe toplu taşıt aracı ile gidenlerde daha düşüktü. Depresyon ve
tükenmişlik sağlık çalışanları arasında varlığını sürdüren bir sağlık sorunudur, çalışma koşullarının
iyileştirilmesi ve çalışanlara tükenmişlik ve depresyon ile baş etmeye yönelik eğitimler verilmesi bu
sağlık sorunlarından korunulmasına katkı sağlayacaktır.
Anahtar Sözcükler:Tükenmişlik Sendromu, Maslach Tükenmişlik Ölçeği, Depresyon, Beck
Depresyon Envanteri, Đş sağlığı, Sağlık çalışanları.
75
ÖZET
Özge Bilge Atay, Sigara İçmeyen Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Sigaraya Karşı Tutumları
Ve Etkileyen Faktörler. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek
Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Üniversite öğrencilerinin sigara içmemesi ve sigara ile mücadele etmesi kendilerinden sonraki
öğrencilere de örnek teşkil etmesi açısından önemlidir ve mücadelenin yaygınlaştırılmasını olanaklı
kılacaktır.
Bu çalışmada, sigara içmeyen Ereğli Eğitim Fakültesi öğrencilerinin, sigara içmeme nedenleri, sigara
içmeme davranışını sürdürmeye etki eden faktörleri ve sigara içmeye karşı tutumlarını tespit etmek
amaçlandı. Kesitsel olarak planlanan bu çalışmada 1 Nisan 2009- 1 Mayıs 2009 öğretim döneminde,
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Ereğli Eğitim Fakültesi’nde öğrenim gören 1078 öğrenciden
sigara içmeyen 869 öğrenci araştırmamızın örneklemini (%80.6) oluşturmaktadır. Sigara içmeyen
öğrencilerden 656 ‘sı (% 75.4) çalışmaya katılmıştır.
Elde edilen verileri değerlendirmede kullanılan istatistiksel testler; SPSS 11.5 programı ile
ortalamalar, standart sapmalar hesaplanmış, kategorik veriler ki kare, t testi sürekli değişkenler
ANOVA ve lojistik regresyon testi yardımıyla değerlendirilmiştir. Đstatistiksel değerlendirmelerde
anlamlılık düzeyi p<0.05 kabul edilmiştir.
Öğrencilerin % 80.6’sı sigara içmemektedir. Sigara içmeyi denemede erkek cinsiyet önemli faktör
olarak bulunmuştur.
Sigarayı hiç denemeyen öğrenciler arasında aile desteği, eş, sevgili nişanlıdan alınan destek, güçlü
irade, sağlığı korumadaki kararlılık, sigarayı deneyen öğrencilere göre anlamlı düzeyde yüksek
bulunmuştur (p<00.5)
Sigarayı hiç denemeyen öğrencilerin sigara karşıt olma tutum puanları, sigara içmeyi deneyen
öğrencilere göre anlamlı düzeyde yüksektir. Sigara içmeyi deneyen öğrencilerin ise sigaranın
kendisine karşıt olma ve sigara mücadelesine katılma tutum puanları sigarayı hiç denemeyen
öğrencilere göre yüksektir.
Anahtar Sözcükler: Sigara içmeme davranışı, sigara içmemeyi sürdürme, üniversite öğrencisi,
eğitim fakültesi
76
ÖZET
Çiğdem Samancı Tekin, Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinde Sigara Bırakmada
Motivasyonun Rolü. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk
Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksel Lisans Tezi, Zonguldak, 2010.
Sigara kullanımı üniversite öğrencileri arasında son yıllarda artış göstermiştir. Sigara içen üniversite
öğrencilerinin sigara içme özelliklerinin daha iyi anlaşılmasının bu topluluğun ihtiyaçlarına özel
müdahaleler geliştirmesini olanaklı kılacaktır.
Bu çalışmanın amacı; Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin sigara içme
sıklığı, sigara içen öğrencilerin sosyodemografik özellikleri, sigara içme ve bırakmaya yönelik
özelliklerinin saptanması, sigara bırakmada motivasyonlarının rolünü araştırmaktır.
Bu amaçla Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesindeki 352 öğrenciden 300’üne gözlem
altında sosyodemografik özelliklerini, sigara içme durumlarını ve sigara bırakmaya yönelik
motivasyonlarını belirlemeye yönelik anket uygulanmıştır. Elde edilen verileri değerlendirmede
kullanılan istatistiksel testler; SPSS 13.0 Programı ile ortalamalar, standart sapmalar hesaplanmış,
veriler ki kare, ANOVA ve lojistik regresyon testi yardımıyla değerlendirilmiştir. İstatistiksel
değerlendirmelerde anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 kabul edilmiştir.
Öğrencilerinin düzenli sigara içme sıklığı % 28.6’dır. Öğrencilerin % 33.3’ü önümüzdeki altı ay
içinde, %22.5’i önümüzdeki 1 ay içinde sigarayı bırakmayı düşünmektedir. Öğrencilerin %24.4’ü
sigarayı son bir ay veya daha kısa süredir bırakmayı denemekte olan öğrencilerdir.
Öğrencilerin sigara bırakmada motivasyonun rolü değerlendirildiğinde, öz etkililik ve kendini güçlü
hissetme arzusunun sigara bırakmayı deneme durumu ve sigara bırakma süresini etkilediği
saptanmıştır. Öğrencilerin kaldıkları yer, okudukları bölümlerin sigara bırakmada motivasyonlarını
etkilediği saptanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Sigara İçme, Sigarayı Bırakma isteği, Sigara içme Davranışının Belirleyicileri,
Motivasyon, Üniversite Öğrencisi, Sağlık Bilimleri Fakültesi.
77
ÖZET
Gülcan Kaynar, Akut Akciğer Hasarında Periferik Benzodiazepin Reseptörlerinin Rolü.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Tıbbi Farmakoloji Anabilim
Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2011.
Bu çalışma, selektif periferik benzodiazepin reseptör agonisti, 4’-klorodiazepamın (Ro 5-4864), α-
naftiltiyoüre (ANTU) ile oluşturulan akut akciğer hasarındaki etkilerini araştırmak amacıyla
planlanmıştır. ANTU sıçanlara i.p olarak 10 mg/kg dozunda verilmiş ve 4 saat içinde maksimum
düzeye ulaşan, plevral efüzyon (PE) ve akciğer ağırlığı /vücut ağırlığı oranındaki (AA/VA) artışla
karakterize akut akciğer hasarı modeli geliştirilmiştir. Sıçanlara, ANTU’dan 30 dakika önce, 4’-
klorodiazepam (0.1, 0.5, 2 ve 4 mg/kg, i.p) uygulanmış ve akut akciğer hasarı üzerine olan etkisi
incelenmiştir. ANTU uygulamasından 4 saat sonra göğüs kafesi açılmış, plevral efüzyon mayi
toplanmış, akciğer ağırlığı ölçülmüş ve akciğer dokusunun histopatalojik incelemesi yapılmıştır.
4’klorodiazepam, 2 ve 4 mg/kg dozlarında, AA/VA oranında anlamlı bir azalma oluşturmuş ve
akciğer ödemi üzerinde bir koruyuculuk sağlamıştır. 4’klorodiazepam kullanılan tüm dozlarında,
efüzyon gelişimini (PE/VA) istatiksel anlamlı düzeyde azaltmış ve efüzyon gelişimine karşı
koruyuculuk sağlamıştır. Çalışmamızda kullandığımız NMDA reseptör antagonisti MK-801 ise,
AA/VA oranında herhangi bir koruyuculuk sağlamamış, plevral efüzyon gelişimini ise anlamlı
düzeyde azaltmıştır.
Selektif periferik benzodiazepin reseptör agonisti 4’klorodiazepam, ANTU ile oluşturulan akciğer
ödemi ve efüzyon gelişiminde koruyucu etkinlik göstermiştir. Bu sonuçlar, benzodiazepinlerin,
santral sinir sistemindekilerden farklı olarak periferde yerleşmiş olan periferik reseptörleri
aracılığıyla akciğer hasar mekanizmalarını etkileyebileceğini göstermektedir. Periferik
benzodiazepin reseptörlerinin doku hasarı ve inflamasyon üzerine olan bu olumlu ve koruyucu
etkileri, onların akciğer hastalıklarında potansiyel bir ilaç olarak ele alınmalarına olanak
sağlayacaktır.
Anahtar Sözcükler: Akut akciğer hasarı, α-naftiltiyoüre, periferik benzodiazepin reseptörü,
4’klorodiazepam, akciğer ödemi, plevral efüzyon, MK-801
78
ÖZET
Nergiz Kaya, Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Hemşirelerde Çalışma Yaşamı Kalitesi ve
Etkileyen Etmenlerin Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2011.
Hemşirelerin sağlık hizmet sunumunda kaliteli hasta bakımı verebilmelerinde doğrudan ve dolaylı
önemli etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Hemşirelerde çalışma yaşamı kalitesine etki eden
etmenlerin belirlenmesi ve bu etmenlerin olumsuzluklarının saptanarak giderilmesi, hem iş
organizasyonunun hem de işyerindeki verimliliğin geliştirilmesini sağlayacaktır.
Bu kesitsel çalışmanın amacı, bir üniversite hastanesinde çalışan hemşirelerin çalışma yaşamı kalitesi
düzeyi ve etkileyen etmenlerin değerlendirilmesidir.
Araştırmanın evrenini ZKÜ Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nde çalışan 161 hemşire
oluşturmaktadır. Hemşirelere sosyodemografik değişkenler ve çalışma yaşamı özellikleri
doğrultusunda hazırlanan anket formu ve çalışma yaşamı kalitesini ölçmek için de sağlık çalışanlarına
özel çalışma yaşamı kalitesi ölçeği uygulandı. Gündüz mesaisinde ve serviste çalışan hemşireler 96
(%67.6) kişi, yoğun bakımlarda vardiyalı çalışan hemşireler 46 (%32.4) kişi olmak üzere toplam 142
(%88.20) kişiye ulaşıldı.
Hemşirelerin yaş ortalaması, 29.22 ± 3.32’dir. Çalışma yaşamı kalitesi ortalama puanı 79.54 ±
15.65’dır. Çalışma yaşamı özellikleri incelendiğinde çalışma düzeni grupları arasında çalışma yaşamı
kalitesi puanları farklı bulunmuştur. Gündüz mesaisi ve serviste çalışan hemşirelerin çalışma yaşamı
kalitesi ortalama puanları
80.44 ± 15.00, yoğun bakımlarda vardiyalı çalışan hemşirelerin çalışma yaşamı kalitesi ortalama
puanları 77.61 ± 16.98’dir. Fazla mesai yapan hemşirelerin ortalama çalışma yaşam kalitesi puanının
(76.59±14.41), yapmayanlara göre (81.86±16.38) daha düşük olduğu saptandı (p= 0.042).
Anahtar Sözcükler: iş sağlığı, sağlık çalışanının sağlığı, çalışma yaşamı kalitesi, hemşirelik, vardiya
çalışması
79
ÖZET
Saadet Çolak Özdemir, Zonguldak İl Merkezindeki Liselerde Sigara İle Mücadelede Akran
Eğitiminin Etkisi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek
Lisans Tezi, Zonguldak, 2011.
Gelişmiş toplumlarda erişkin sigara içiciliğinde azalma görülmekle birlikte, ergenlerde sigara
kullanım sıklığında artış gözlenmektedir. İkna edilebilir, kolay etkilenebilir özellikleri nedeniyle
gençler tütün endüstrisinin hedef kitlesidir. Akran eğitimi, gençlerin akranları ile gerçekleştirdiği
sağlığı koruma, bilgi, tutum, davranış değişikliği sağlama yönünden bilinç kazanmalarını amaçlayan
planlı bir eğitimdir.
Müdahale tipindeki bu araştırma ile Zonguldak Kozlu Anadolu ve Kozlu Liselerinde sigara ile
mücadelede akran eğitimi müdahalesinin öğrencilerin sigara konusunda bilgi düzeyi ve sigara içme
davranışı üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Bu araştırmanın evreni Zonguldak il merkezindeki Kozlu Lisesi ve Kozlu Anadolu Lisesi’nin 1., 2.
ve 3. sınıf öğrencileridir. Toplam öğrenci sayısına göre müdahale ve kontrol sınıfları kura ile
belirlenmiş, örneklem seçimi yapılmamış, toplam öğrenci sayısı olan 487’ye ulaşılması
hedeflenmiştir. Ulaşılabilirlik %91.6’dır. Veriler SPSS for Windows 13.0 istatistik paket programı
ile değerlendirilmiş, analizlerde yüzde, ortalama, ki kare testi, tekrarlı ölçümlerde varyans analizi
kullanılmıştır.
Akran eğitimi öncesi sigarayı denediğini belirten 99 öğrencinin %32.3’ü sigara kullanımını
sürdürmekteyken, %67.7’si sigarayı bıraktığını belirtmektedir. Akran eğitimi sonrası sigarayı
deneyenlerin sayısı artmış, denemediğini belirtenlerin sayısı azalmıştır. Akran eğitimi öncesi ve
sonrasında sigarayı deneme sayısı arasındaki fark anlamlı değildir. Bu araştırmada akran eğitimi
sonrasında hem kontrol hem de müdahale gruplarında sigara içme davranışı ve sigara bilgi
puanlarında artış olmuştur. Kontrol ve müdahale grupları arasında fark olmamasına karşın, müdahale
öncesi sigara konulu eğitim almak ve Anadolu Lisesi öğrencisi olmak öğrencilerin sigara bilgi
puanlarının artmasındaki temel belirleyici değişkenler olmuştur.
Sigara ile mücadelede okul tabanlı müdahale programları geliştirilmeli, uygulamalarda akran eğitimi
ile birlikte profesyonel multidisipliner yaklaşım benimsenmelidir.
Anahtar Sözcükler: Akran Eğitimi, Sigara ile Mücadele, Sağlığı Geliştirme, Sağlık Eğitimi, Okul
Sağlığı, Sosyal Öğrenme
80
ÖZET
Aslı Gökdemir Tekeli, Anormal Semen Parametreleri Olan Erkeklerde Semen Analizi ve
Semende Mast Hücresi İle Lökositin Sperm Hareketliliği ve Morfolojisi Üzerine Etkileri.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Histoloji ve Embriyoloji
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2011.
İnfertilite, evli çiftlerin düzenli cinsel yaşamlarını sürdürmelerine ve doğum kontrolü
uygulamamalarına rağmen, en az bir yıllık süre içinde çocuk sahibi olamama durumudur. Erkekte,
fertilizasyon potansiyellerinin göstergelerinden biri semen analizidir. Dünya Sağlık Örgütü’ne
(WHO, 1999) göre yapılan standart semen analizleri spermlerin sayısı, hareketliliği ve morfolojiyi
kapsar.
Ankara Üniversitesi Androloji Kliniğine basvuran toplam 95 olgu çalışma kapsamına alındı.
Çalışmamızda, Teratoozoospermi (n=16), Astenoteratozoospermi (n=23),
Oligoastenoteratozoospermi (n=30) ve Azospermi (n=26) gruplarının semendeki mast hücresi ve
lökositler ile olası ilişkisini göstermeyi amaçladık. Mast hücresi ve lökosit varlığı Toluidin mavisi ve
Giemsa boyaları kullanılarak yapıldı. Semende lökositi gözlemlemek için 2 preparat Wright
boyasıyla, mast hücrelerini gözlemlemek için ise 1 preparat Toluidin Blue ile boyandı. Gruplar mast
hücresi varlığı bakımından incelendiğinde; 4 grup birbirinden farklı bulundu (p=0.002). Burada farkı
yaratanın azospermi grubu olduğu gözlendi. Azospermi grubu analizden çıkarılıp analiz
yenilendiğinde kalan 3 grup arasında anlamlı bir fark bulunamadı. Gruplar lökosit varlığı bakımından
incelendiğinde; gruplar arasındaki fark anlamlı bulundu (p=0.048). Yine aynı şekilde buradaki farkı
yaratanın azospermi grubu olduğu gözlendi. Yapılan araştırmalar semendeki mast hücrelerinin ve
lökositlerin varlığının veya yokluğunun sperm motilitesi, sayısı ve morfolojisini etkileyip
etkilemediği üzerine farklı görüşler bildirmektedirler. Çalışmamızda teratozoospermi,
astenoteratozoospermi ve oligoastenoteratozoospermi gruplarında mast hücresi ve lökosit
varlığı/yokluğu, baş, vi
boyun, kuyruk ve çoklu anomali açısından karşılaştırıldığında üç grupta mast hücresi ve lökosit
varlığı/yokluğunun anlamlı bir fark oluşturmadığını gözlemledik.
Sonuç olarak semendeki mast ve lökosit hücresinin varlığının/yokluğunun sperm kalitesini
(morfoloji, sayı ve motilite vb.) etkileyip etkilemediğini saptamak amacıyla daha detaylı çalışmalara
ihtiyaç vardır.
Anahtar Sözcükler: İnfertilite, Semen analizi, Mast hücresi, Lökosit, Sperm morfolojisi
81
ÖZET
Şükriye Kuzören, Kırsal ve Kentsel Alanda Bulunan İki Sağlık Ocağında Gebe İzlemlerinin
Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek
Lisans Tezi. Zonguldak, 2012.
Bu çalışmanın amacı, kırsal ve kentsel alanda bulunan iki Sağlık Ocağı’nda gebe lohusa izleme
fişlerindeki bilgi kutularının kullanılma sıklığını saptamak ve gebe izlemlerini niteliksel yönden
değerlendirmektir.
Çalışma kesitsel tiptedir. Çalışmanın evrenini Karadeniz Ereğli Merkez 2 No’lu Sağlık Ocağı ve
Süleymanbeyler Sağlık Ocağı’nda 2009 yılında canlı doğum yapan 683 kadına ait gebe-lohusa izleme
fişleri oluşturmaktadır. Örnekleme yapılmadan tüm fişlere ulaşılması hedeflenmiştir. Ulaşılabilirlik
%92’dir (n=629). Veriler SPSS for Windows ile değerlendirilmiş, analizlerde ki kare testi, student t
testi, Mann-Whitnet U testi ve ANOVA varyans analizi kullanılmıştır.
Gebe-lohusa izlem fişlerinde genel doluluk oranı, kentsel Sağlık Ocağı’nda %78.3, kırsal Sağlık
Ocağı’nda %77.5’dir. Kırsal Sağlık Ocağı’nda gebelerin %49.8’i ilk 14 haftada tespit edilmiş,
%56.9’u dört ve üzerinde bakım almıştır; kentsel Sağlık Ocağı’nda gebelerin %48.1’i ilk 14 haftada
tespit edilmiş, %48.9’u dört ve üzerinde bakım almıştır.
Kırsal Sağlık Ocağı’nda ölçüme dayalı işlemlerden; her izlemde ağırlık ve kan basıncı ölçümü, ödem
ve varis bakılması, nabız sayımının doldurulması kentsel Sağlık Ocağı’na göre anlamlı düzeyde
yüksektir. İdrarda protein bakılması, hemoglobin ölçümü, çocuk kalp sesi dinlenmesi bilgisi her iki
Sağlık Ocağı’nda da düşük doldurulmuştur.
Gebe izlem nitelik puanı kırsal Sağlık Ocağı’nda 7.2±1.5, kentsel Sağlık Ocağı’nda 8.0±1.5’dir
(p=0.001). Kırsal Sağlık Ocağı’nda izlenen gebelerden, lise ve üstü öğrenimde olanlar, 20 yaş altında
olanlar ile ilk gebeliği olanların gebe izlem nitelik puanı anlamlı düzeyde yüksek iken, kentsel Sağlık
Ocağı’nda ise, çalışmayanlar, 20 yaş altında olanlar ile ilk gebeliği olan kadınların gebe izlem nitelik
puanı anlamlı düzeyde yüksektir.
Sonuç olarak, gebe-lohusa izlem fişlerinin doldurulma sıklığı açısından Sağlık Ocakları arasında fark
olmamakla birlikte, kırsal Sağlık Ocağı’nın kentsel Sağlık Ocağı’na göre gebe izlem nitelik puanı
anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur.
Anahtar Sözcükler: Temel sağlık hizmetleri, üreme sağlığı, gebe lohusa izleme fişi (Form 005),
doğum öncesi bakım, nitelik puanı.
82
ÖZET
Şayeste Gebedek, Kömür İşçisi Pnömokonyozu Tanısı Alan İşçilerde Solunum
Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2012.
Geriye dönük olarak kesitsel tipte planlanan çalışmanın amacı, 2008 yılında Zonguldak Uzunmehmet
Göğüs ve Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne başvurarak kömür işçisi pnömokonyozu tanısı alan
hastaların solunum fonksiyonlarının değerlendirilmesidir.
Araştırmanın evreni 1971 yılı ve sonrasında çalışmaya başlayan, 2008 yılında Zonguldak
Uzunmehmet Göğüs ve Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne başvurarak kömür işçisi pnömokonyozu
tanısı alan 469 işçiye ait hasta dosyalarından oluşmaktadır. Söz konusu dosyalardan, Ankara Meslek
Hastalıkları Hastanesi’ne gönderilen ve araştırmanın yapıldığı 2010 yılında henüz iadesi yapılmamış
12 işçiye ait dosya araştırma dışında bırakılmış, geriye kalan 457 hasta dosyasının tümüne örnekleme
yapılmadan ulaşılması planlanmış ve tümüne ulaşılmıştır. Ortalama değerler “aritmetik
ortalama±standart sapma” şeklinde gösterilmiş, gruplar arası değerlendirmelerde Ki-kare testi,
ANOVA varyans analizi, bağımsız gruplarda t testi ve pearson korelasyon analizi kullanılmış, analiz
sonuçları %95 güven aralığında değerlendirilmiştir.
İşçilerin yeraltında çalıştığı gün ile üç solunumsal değişken (FEV1, FVC, FEV1/FVC) arasında
anlamlı ilişki tespit edilememişken, işçilerin yaşı ile FEV1 (r=-0.341, p=0.001) ve FVC (r=-0.324,
p=0.001) değerleri arasında orta düzeyde ve ters yönde, işçilerin yaşı ile FEV1/FVC (r=-0.122,
p=0.009) değerleri arasında ise zayıf ve ters yönde anlamlı ilişki olduğu saptanmış, tüberküloz öyküsü
ve sigara içme durumunun solunum işlevlerini etkilemediği gözlenmiştir.
Solunum işlevlerinin değerlendirilmesi mesleki akciğer hastalıklarının tanı sürecinde önemli bir
destekleyici değerlendirme olarak dikkate alınmalıdır. Toz maruziyetinin önlenmesine yönelik iş
güvenliği önlemlerinin özenle uygulanması ve maruziyetin neden olacağı solunumsal işlev kaybının
düzenli olarak izlenmesi kömür işçisi pnömokonyozu olgularının önlenmesi ve kontrolünde yaşamsal
öneme sahiptir.
Anahtar Sözcükler: İş sağlığı, kömür madeni işçisi, kömür işçisi pnömokonyozu, solunum
fonksiyon testi, meslek hastalığı.
83
ÖZET
Bayram Kamat, Skrotal Radyoterapide Curcuminin Profilaktik Kullanımı Testis Dokusunda
PARP-1 İmmünreaktivitesini ve Spermatogenezi Nasıl Etkiler? Bülent Ecevit Üniversitesi,
Sağlık bilimleri Enstitüsü, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2013.
Fertilitede akut doz radyasyonun öldürücü etkileri iyi bilinmektedir. Kısa süreli radyasyona maruziyet
germ hücrelerini öldürür ya da hasarlar. Son yıllarda radyoterapi, kanserli hastaların uzun süreli
iyileşmesinde artışa yol açmıştır, ancak radyasyonun uzun dönem yan etkileri arasında, üreme sistemi
üzerindeki hasarları göz ardı etmemek gerekmektedir. Bu güne kadar curcuminin antioksidan etkisi
ile ilgili birçok makale yayınlanmıştır. Bu çalışma ile curcuminin X ışınlamayı takiben sıçan
testisinde ortaya çıkacak germ hücre kaybını ve geç hücre hasarına bağlı ortaya çıkan morfolojik
değişiklikleri azaltabileceği hipotezini ileri sürmekteyiz.
Çalışmamızda denekler, biri kontrol 3’ü deney grubu olmak üzere toplam 4 gruba ayrıldı. Radyasyon
hasarı oluşturmak amacıyla kontrol ve curcumin grubu dışındaki deneklerin skrotal bölgelerine tek
fraksiyonda 6 Gy X ışını uygulandı.
İkinci ve dördüncü grup deneklere; ışınlamadan 1 hafta önce başlayarak, haftada 3 kez olmak üzere
7 hafta boyunca oral yoldan 100 mg/kg curcumin, birinci ve üçüncü grup deneklere ise aynı şekilde
serum fizyolojik verildi. Işınlamadan 6 hafta sonra tüm denekler sakrifiye edildi ve alınan testis
biyopsi materyalleri ışık mikroskopik gözlemler için işlemlendirildi.
Çalışmamızda, radyasyon maruziyetinin testislerde ciddi dejeneratif değişikliklere neden olduğu
gözlendi. Seminifer tübüllerde spermatogenezisin durduğu ve tübüllerin çoğunda germ hücre kaybına
bağlı atrofi geliştiği saptandı.
Curcumin uygulamasının ise radyasyona bağlı ortaya çıkan tüm bu hasarları önlemede etkisiz kaldığı
tespit edildi.
Anahtar Sözcükler: İyonize-radyasyon, Curcumin, PARP-1, Spermatogenez, Sıçan.
84
ÖZET
İbrahim Pala, İyonize Radyasyona Maruz Kalan Sıçan Ovaryumunda PARP-1 Ekspresyonu
ve Follikülogenez Üzerine Curcuminin Koruyucu Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak,
2013.
Radyasyon ovaryumda folliküler atreziye sebep olan atretojenik uyaranlardan biridir.
Oksidatif strese karşı kuvvetli bir antioksidan madde olan curcuminin, radyasyon hasarına karşı
koruyucu bir etkiye sahip olduğu ileri sürülmektedir. Çalışmamızda, iyonize radyasyonun folliküler
atrezi üzerine etkilerini göstererek, oluşacak hasarlara karşı curcuminin koruyucu etkisinin olup
olmadığını ve hücre çekirdeklerinde meydana gelen DNA hasarını tamir eden Poli (ADP-riboz)
polimeraz-1 enziminin immünohistokimyasal boyama yöntemiyle gösterilmesi amaçlandı.
Çalışmamız için seçilen dişi sıçanlar toplam 4 gruba ayrıldı. Radyasyon hasarı oluşturmak amacıyla
deney gruplarına tek doz tüm vücut 8.3 Gy iyonize radyasyon uygulandı. Curcumin ve
radyasyon+curcumin grubu deneklere; ışınlamadan 7 gün önce başlayarak günde 100 mg/kg
curcumin oral yoldan verildi. Işınlamadan sonraki 4. günde deneklerden anestezi altında ovaryum
dokuları alınarak mikroskobik incelemeler yapıldı. Ovaryum dokularının kesitlerini incelediğimizde,
ışınlanmış gruplardaki atretik özellik gösteren folliküller sayıca fazlaydı. Radyasyon ile ışınlanan
curcumin tedavili grupta ise atretik follikül oranı radyasyon grubuna göre daha düşüktü. Curcumin
ile tedavi edilen grupta, curcuminin radyasyona bağlı meydana gelen hasarları kısmen engellediği
tespit edildi. Ayrıca elde ettiğimiz sonuçlarda, PARP-1’in özellikle ışınlanmış grupta, primordiyal
follikülden sekonder folliküle kadar gelişimin farklı aşamalarındaki oosit çekirdeklerinde kuvvetli ve
bazı granüloza hücrelerinde zayıf bir boyanma gösterdiğini tespit ettik. Çalışmamızda, radyasyonun
ovaryum morfolojisi üzerine zararlı etkileri ortaya konmuş ve curcumin kullanımının radyasyona
bağlı infertiliteyi engelleyerek kliniğe fayda sağlayabileceği kanısına varılmıştır.
Anahtar Sözcükler: İyonize-radyasyon, Curcumin, PARP-1, Follikülogenez, Sıçan.
85
ÖZET
Gülşah Yapıcı, Bir Maden İşletmesi Çalışanlarında Tam Almış Uyku Bozukluğu Ve Gündüz
Uykululuğu Sıklığının Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2013.
Uyku insan yaşamının yaklaşık 1/3’ünü kapsayan sağlık için önemli bir gereksinimdir. Uyku
döneminde beyin farklı fizyolojik, elektro-fizyolojik ve bilişsel faaliyetler gerçekleştirir. Uyku
bozuklukları kişinin uyku süresi, düzeni ve kalitesinde görülen rahatsızlıklardır. Bilinen yaklaşık 85
çeşit uyku bozukluğu vardır.
Bu kesitsel araştırma; maden çalışanlarında tanı almış uyku bozukluğu sıklığını ve uyku bozuklukları
ile ilişkilendirildiği bilinen gündüz uykululuğunu araştırmayı amaçlamaktadır. İncelenen diğer
değişkenler; sosyo-demografik özellikler, çalışma yaşamı ve koşullarına ait özellikler, alışkanlıklar
ve diğer hastalık öyküsüdür.
Araştırmada değişkenler doğrultusunda araştırmacı tarafından hazırlanan anket formu ve gündüz
uykululuk durumlarını değerlendirmek için Epworth Uykululuk Ölçeği kullanılmıştır.
Araştırmanın evreni 1520 kişidir, hesaplanan en küçük örnek büyüklüğü 307’dir, %30 yedek
kullanılmış olup, rastgele sayılar tablosu ile çalışma özellikleri doğrultusunda hedeflenen 409 kişiden
378’ine (%92.4) ulaşılmıştır. Ulaşılan örnek kendi evrenini temsil etmektedir. Araştırma grubunda
ortalama yaş 34.5+5.l ’di. Çalışanların ortalama çalışma yılı 8.3+5.U di. Çalışanlar tarafından tanı
almış uyku bozukluğu bildirilmezken, Epworth Uykululuk Ölçeği ile saptanan gündüz uykululuk
sıklığı ise %29.4 olarak bulundu.
Anahtar Sözcükler: Uyku Bozukluğu, Maden İşçisi, Epworth Uykululuk Ölçeği, İş Sağlığı, Gündüz
Uykululuk.
86
ÖZET
Arzum Çelik Bekleviç, Bir Üniversite Hastanesi Araştırma Görevlilerinin Toplumsal Cinsiyet
Rolleri Tutum Ölçeği ve Çalışma Yaşamında Toplumsal Cinsiyet Rolleri Algısının
Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim
Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2013.
Tanımlayıcı tipteki bu araştırmanın amacı, bir üniversite hastanesinde çalışan araştırma görevlilerinin
toplumsal cinsiyet rolleri tutumlarının çalışma yaşamında cinsiyet algısına dair yansımalarının
değerlendirilmesidir. Araştırmanın grubu bir üniversite hastanesinde çalışan 159 araştırma
görevlisinin tümü çalışmaya alındı ancak katılmayı kabul eden 128’kişi idi (%80.5). Araştırmanın
değişkenleri sosyo- demografik özellikler, Zeyneloğlu’nun geliştirdiği “Toplumsal Cinsiyet Rolleri
Tutum Ölçeği (TCRTÖ)” ve çalışma yaşamında toplumsal cinsiyet rolleri algısı ile ilgili önermelere
verilen yanıtlardan oluşmaktaydı. Veriler değişkenler doğrultusunda hazırlanan anket ile
katılımcıların kendi bildirimine dayalı elde edildi. Araştırmaya katılanların %45.3’ü kadın, %54.7 si
erkekti. Araştırma görevlilerinin %52’si dahili, %38.4’ü cerrahi ve %9.6’sı temel tıp bilimlerine ait
bölümlerde çalışmaktaydı. “Cinsiyet, çalışma yaşamı seçimlerini etkilemez” algısına katılım
kadınlarda daha fazlaydı ve kadın ve erkek katılımcılar arasındaki fark anlamlıydı. Çalışma
yaşamında toplumsal cinsiyet rolleri algısının alt bileşenleri ile toplumsal cinsiyet rolleri tutum
ölçeğinin alt boyutları ilişkisi incelendiğinde “Mesleki olanaklardan yararlanma cinsiyetten
bağımsızdır” algısı ile “Eşitlikçi Cinsiyet Rolü” arasında orta düzeyde pozitif (r=0.49 p=0.000)
korelasyon saptandı. “Çalışılan birimde erkek lehine yaklaşım vardır” algısı ile “eşitlikçi cinsiyet
rolü” arasında orta düzeyde negatif (r=-0.41 p=0.000) korelasyon varken, “Çalışılan birimde erkek
lehine yaklaşım vardır” algısı ile “evlilikte cinsiyet rolü” arasında ise orta düzeyde pozitif (r=0.52
p=0.000) korelasyon bulundu. Bu çalışma ile toplumsal cinsiyet rolleri algısının çalışma yaşamındaki
cinsiyet algısına yansımaları araştırılmıştır. Bu doğrultuda farkındalık sağlanması ve eğitimler ile
toplumsal cinsiyet rolleri tutumunun çalışma yaşamında oluşturduğu cinsiyete dayalı olumsuzlukların
iyileşmesine katkı sağlayabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Sözcükler: Toplumsal Cinsiyet, Çalışma Yaşamı, Kadının Statüsü, Toplumsal Cinsiyet ve
Tutumlar, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
87
ÖZET
Sibel Demir, Öğretmenlerin Çalışma Koşulları Ve Sağlık Durumunun Değerlendirilmesi.
Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek
Lisans Tezi, Zonguldak, 2013.
Tanımlayıcı tipteki bu araştırmanın amacı, Zonguldak İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı merkez
okullarında çalışan öğretmenlerin; çalışma yaşamı özelliklerinin ve mevcut sağlık durumunun
değerlendirilmesidir. Zonguldak İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı merkezde çalışan 2212
öğretmeni temsil eden örnek büyüklüğü 720 olarak hesaplandı. Basit rasgele örnekleme yöntemi
kullanıldı. Ulaşılabilirlik %91.4 (658) olan çalışmada veriler, araştırmacı tarafından hazırlanan anket
aracılığıyla katılımcıların kendi bildirimine dayalı elde edildi.
Araştırmaya katılan öğretmenlerin %54’ü kadındı. 658 öğretmenden %93.9’u kadrolu, %6.1’i
sözleşmeli olarak istihdam edilmekteydi. Öğretmenlerin %23.4’ü düzenli olarak fazla mesai, %4.7’si
ek iş yapmaktaydı. Öğretmenlerin %35.9’u işinden elde ettiği gelirin harcamalarına yetmediğini
belirtti. Haftalık çalışma süresi ortalaması 34.0±10.9 saatti. Öğretmenlerin mesleklerinin toplum
içinde değer görmesi ile ilgili düşünceleri (10 puan en iyi, hakettiği yerde) ortalama 4.5±2.1,
mesleklerini yapmaktan memnuniyet dereceleri 10 üzerinden (çok memnunum) ortalama 7.3±2.3’tü.
Öğretmenlerin %39.4’ünün doktor tarafından tanısı konulmuş en az bir hastalığı bulunmaktaydı. İlk
sırada kulak burun boğaz (%15.8), ikinci sırada gastrointestinal hastalıklar (%13.7) yer almaktaydı.
Sağlıkla ilgili bildirdikleri yakınmalardan ilk üç sırada; bel ağrısı (%15.0), baş ağrısı (%14.9), boğaz
ağrısı (%13.7), yer almaktaydı.
Öğretmenlerin %17’si düzenli ilaç kullanmaktaydı. Öğretmenler hem rol model hem de bütün
topluma ulaşabilen bir kesim olarak sağlığı geliştirme ve sağlığın korunması için önemli bir çekirdek
noktadır. Kendi sağlıkları, çalışma yaşamı ve sağlık ilişkisi konusunda bilgi ve algılarını topluma
yansıtma potansiyeli dikkate alındığında okul sağlığı hizmetleri bütünü içinde iş sağlığı hizmetleri
oluşturulması önemli ve gereklidir. Yeni yasal düzenlemeler ışığında Toplum Sağlığı Merkezi odaklı
iş sağlığı hizmetleri iş sağlığı hemşireleri desteği ile oluşturulabilir.
Anahtar Sözcükler: Öğretmen, Sağlık durumu, İş sağlığı, Çalışma koşulları.
88
ÖZET
Medine Güzel, Zonguldak Kadın Doğum Hastanesi’ne Başvuran Gebelerin Bilgi, Tutum Ve
Deneyimlerinin Doğum Şekli Tercihlerine Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2014
Dünyada ve ülkemizde sezaryen oranları hızla bir şekilde artmaktadır. Tüm sağlık çalışanlarının
sezaryenle doğum oranlarının azaltılmasında önemli rolleri vardır. Bu araştırma gebelerin bilgi, tutum
ve deneyimlerinin doğum şekli tercihlerine etkisini araştırmayı amaçlamaktadır.
Tanımlayıcı tipteki bu araştırma Zonguldak İlinin merkezinde Zonguldak Kadın Doğum ve Çocuk
Hastalıkları Hastanesinde yapılmıştır. Araştırmanın evreni 23 Ocak-16 Şubat 2012 tarihleri arasında
gebe polikliniğine başvuran 512 gebe oluşturmaktadır. Elde edilen veriler; SPSS 15.0 Windows paket
programı yardımıyla değerlendirildi. P<0.05 anlamlılık sınırı kabul edilmiştir. Veriler
ortalama±standart sapma ile gösterildi, önemlilik testlerinden ki-kare testi uygulanmıştır.
Gebelerin %67.6’sı vajinal doğumu, % 30.7’si sezaryeni tercih ederken, %1.8’i kararsız kalmıştır.
Vajinal doğum tercihinin başlıca sebepleri sağlıklı olması (%67.3) ve vücudun erken toparlanması
(%28.1) ve sezaryenle ilgili kaygılardır (%7.4).
Annenin yaşının 20 ve altında olması, çocuk sahibi olmaması, annenin isteyerek gebe kalması, doğum
şekline doktor değil de kendisinin ya da eşinin vermesi, bir kronik hastalık varlığı, ölü doğum öyküsü
olmaması, iri doğum öyküsü olmaması, uzamış travay öyküsü olmaması, önceki doğumun normal
olması, önceki doğumda sorun yaşanmamış olması anlamlı düzeyde daha fazla vajinal doğum
tercihine neden olmaktadır.
Annelerin önemli bir kısmının tercihi vajinal doğumdan yanayken, hekimlerin tercihi ağırlıklı olarak
sezaryenden yanadır. Bu durum sezaryen endikasyonlarının hekim tarafından titizlikle
değerlendirilerek annelerin isteklerine önem vermelerini gerektirmektedir.
Anahtar Sözcükler: Doğum Şekli, Sezaryen, Normal Doğum, Gebe, Sosyo-ekonomik durum
89
ÖZET
Elnaz Bagherinabel, Trafik Kazalarının Zaman Serisi Analizi İle Değerlendirilmesi. Bülent
Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2014.
Trafik kazaları görülme sıklığı ve neden olduğu mortalite, morbidite ve ekonomik kayıplar nedeniyle
önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu çalışmanın amacı Türkiye’de 1966–2012 yılları arasında oluşan
trafik kazalarının zaman serisi analizi ile değerlendirilmesidir.
Çalışmada, resmi kurumlar tarafından yayınlanmış veriler kullanılmış ve veriler doğrusal bir model
yardımıyla zaman serisi analizi ile incelenmiştir. Doğrusal model milli gelir, nüfus, yol yapısı ve araç
sayısını içermektedir. Analizlerde bu değişkenlerdeki değişimin kaza, ölüm ve yaralanma sayılarına
etkisi incelenmiştir.
Kaza sayısı ile milli gelir arasında; ölümler ile kaza, yaralı, kamyon, minibüs, otobüs sayıları
arasında; yaralı sayısı ile kaza, ölüm, otobüs sayıları ve milli gelir arasında pozitif yönde bir ilişki
varken, toplam yol uzunluğu ile ölüm ve yaralı sayıları arasında negatif yönde bir ilişki
bulunmaktadır.
Milli gelir artışı yük ve yolcu taşımacılığını arttırıcı bir etkiye sahiptir. Yük ve yolcu taşımacılığının
karayollarında yoğunlaşmış olması trafik kazalarını olumsuz etkilemektedir. Yük ve yolcu
taşımacılığının diğer ulaşım seçenekleri arasında dengeli dağılımının desteklenmesi trafik kazalarının
kontrolüne olumlu katkı sağlayacaktır.
Anahtar Sözcükler: Trafik kazası, ölüm, yaralanma, zaman serisi, Türkiye.
90
ÖZET
Dilek Horuz, Göğüs Hastalıkları Servisinde Yatan KOAH Hastalarında Müzik Terapisinin
Anksiyete ve Bazı Klinik Bulgulara Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak 2014.
Hastaneye yatan hastalarda; monitörizasyon, infüzyon setleri, idrar torbası gibi araç- gerecin
oluşturduğu; hareket kısıtlılığı, izolasyon, ağrılı girişimler, alışık olunmayan ortam ve kişiler,
hastalık, tedavi ve uygulamalar hakkında yeterince bilgilendirilmeme gibi faktörlere bağlı olarak
ajitasyon, anksiyete, depresyon, disoryantasyon, deliryum gibi çeşitli psikolojik semptomlar ortaya
çıkmaktadır. Bu çalışmada müzik terapisinin kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) tanısıyla
yatan hastalarda ansiyeteye ve bazı fiziksel bulgulara etkisini incelemek
amaçlanmıştır.
Bülent Ecevit Üniversitesi (BEÜ) Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Göğüs Hastalıkları
Kliniğinde KOAH tanısıyla yatan hastalar araştırmanın evrenini oluşturmuştur. Araştırmanın
örneklemini, bu evren arasından 10 Kasım 2013 - 10 Mart 2014 tarihleri arasında başvuran 114 hasta
oluşturmuştur. Araştırmanın desenini; 32’şer kişilik iki vaka ve 1 kontrol grubu oluşturmaktadır.
Vaka gruplarından birine Bach bestesi, diğer gruba da Farabi’nin Türk Sanat Müziğinden seçilen
besteler MP3 çalar ile toplamda l ’er saat süre ile sabah saatlerinde dinletilmiştir. Ayrıca çalışmanın
birinci gününde araştırmacılar tarafından geliştirilen sosyodemografık veriler ve hastanın klinik
özelliklerini içeren anket formu uygulanmıştır. BECK Ansiyete Ölçeği müzik terapisinin 0. ve 5. ve
10. gününde tekrarlanmıştır.
Elde edilen verilerin analizinde SPPS 11.5 programı kullanılmıştır. İstatistiksel değerlendirmelerde
anlamlılık düzeyi p<0.05kabul edilmiştir. Kolmogorov Smimov Testi ile dağılımların normal dağılım
göstermediği tespit edilmiştir. Bu neden ile grup ortancaları arasında ki farkın gösterilmesinde
Kruskal-Wallis testi kullanılmıştır.
Anahtar Sözcükler: KOAH, anksiyete, müzik terapisi
91
ÖZET
Hicran Demirhan, Zihinsel Engelli ve Sınır Zeka Kapasitesine Sahip Çocuk ve Ergenlerin
Ebeveynlerinde Aile Yükü ve Yaşam Kalitesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2014.
Bu araştırmada; mental değerlendirme uygulanan 6-16 yaş arasındaki zihinsel engeli olan ve sınır
zeka kapasitesine sahip çocukların ebeveynlerinde aile yükünü ve yaşam kalitesini araştırmak
amaçlanmıştır. İncelenen diğer değişkenler; sosyo-demografik özellikler, ebeveynlerin psikolojik
destek alma ve psikiyatrik ilaç kullanma durumları, özürlü maaşı ve evde bakım maaşı alma
durumlarıdır. Araştırmada değişkenler doğrultusunda 6-16 yaş arasındaki çocuklara zihinsel gerilik
tanısını doğrulamak adına WISC-R testi uygulanmıştır. Çocuklarına refakat eden ebeveynlere ise Aile
Yükü Değerlendirme Ölçeği, Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği ve araştırmacı tarafından
düzenlenen sosyo-demografik form uygulanmıştır. Araştırmanın evrenini Bülent Ecevit Üniversitesi
Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
ve Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı polikliniklerine başvuran ve hekiminin kendilerinden
zeka testi uygulaması için yönlendirilmiş, IQ’su 35-79 aralığında bulunan 6–16 yaş arası 131 adet
çocuk ve ergenin anneleri oluşturmaktadır. Araştırma sonucunda, zihinsel engelli çocuğa sahip
anneler 24-56 yaş aralığında olup, %93,1‟i evli ve %69,5‟i çekirdek aile olarak yaşamaktadırlar.
Annelerin %89,2‟si ev hanımı ve aylık gelirleri ortalama 1237,44±971,39 TL dir. Ayrıca annelerin
%25,2‟si psikolojik destek alırken, %26,7‟si psikiyatrik ilaç kullanmaktadır. Araştırma sonucunda;
zihinsel engelli çocuğa sahip annelerin yaşam kalitesinin orta seviyede olduğu belirlenmiştir. En
düşük yaşam kalitesi sosyal baskıyı içeren “çevresel alan” iken en yüksek yaşam kalitesinin ise
“fiziksel alan” yaşam kalitesi olduğu sonucuna varılmıştır. Zihinsel engelli çocuğa sahip annelerin
Aile Yükü Değerlendirme Ölçeğinden aldıkları puan ortalamalarına göre değerlendirildiğinde;
annelerin en çok, çocuklarının gelecekte kendi başına hayatlarını sürdüremeyeceklerini düşündükleri
için endişelendikleri ve çocuklarının yaşıtlarından geri olmasına üzüldükleri saptanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Aile Yükü, Mental Retardasyon, Yaşam Kalitesi, Zihinsel Engellilik, Sınır Zeka
92
ÖZET
Gamze Örenli, İlköğretim İkinci Kademede Öğrenim Gören Kız Öğrencilerin Annelerinin
Rahim Ağzı Kanseri Ve HPV Aşısı Konusunda Bilgi Tutum Davranışları. Bülent Ecevit
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2015.
Kozlu merkez ilköğretim ikinci kademede öğrenim gören kız öğrencilerin annelerinin rahim ağzı
kanseri ve HPV aşısı hakkında bilgi, tutum, davranışlarını belirlemek amacıyla yapılan kesitsel bir
araştırmadır.
Araştırmanın evrenini Kozlu ilçe merkezinde bulunan tüm ortaokullarda öğrenim gören 769 kız
öğrencinin anneleri oluşturmaktadır.
Kız öğrenciler, Kozlu Ortaokulu (441 öğrenci annesi), Kozlu 19 Mayıs 100.Yıl Ortaokulu (114
öğrenci annesi), Kozlu Alparslan Ortaokulu (194 öğrenci annesi), Kozlu İmam Hatip Ortaokulu (20
öğrenci annesi) olarak belirlenmiştir.
Örneklem büyüklüğü olarak evrenin tamamı hedeflenmiş, araştırmaya katılmayı kabul eden ve anket
dolduran anne sayısı 633 (%82.3) tür. Veri toplama formu, araştırmacı tarafından konuya ilişkin ilgili
literatür incelenerek hazırlanmış, veri toplama formu hazırlandıktan sonra halk sağlığı alanından bir
uzman görüşü alınmıştır. Kız öğrencilere veri toplama formları verilerek annelerine ulaştırmaları
istenmiştir.
Veriler analiz edilmiştir. Araştırmacı tarafından çalışmadan veriler elde edildi. Tüm bunlar
bilgisayarda Statistical Package for Social Sciences (SPSS) 18.0 for Windows’ a aktarılmıştır.
Frekans dağılımı, ki-kare testi, varyans analizi, t testi ve Kolmogorov- Smirnov testi kullanılmıştır.
Veriler tablolarda sayı ve yüzdelerle belirtilmiştir. Ortalamalar ± standart sapmaları ile verilmiştir.
Elde edilen bulgulara göre; yaş aralığı 28-63’ dür. Annelerin yaşları ortalamasının 38,3±4,42’ dir.
Annelerin bazı sosyodemografik özelliklerine göre dağılımlarına bakıldığında, %61,6’ sının ilkokul
mezunu, %87,8’ inin ev hanımı, %94,0’ ının evli, %74,6’ sının sağlık sigortası olduğu, evlilik yılları
ortalamasının 16,2±5,73 olduğu görülmektedir.
Annelerin %73,3’ ünün HPV’ yi, %62,1’ inin ise HPV aşısını daha önce duymadığı görülmüştür.
Annelerin %94,8’ inin rahim ağzı kanserini duyduğu. Ama sadece %51,6’ sının HPV’ nin rahim ağzı
kanserine neden olduğunu bildiği görülmüştür. Annelerin %60,2’ sinin papsmear testini duyduğu ve
%26,9’ unun pap smear testini yaptırmadığı görülmüştür. Annelerin %58,1’ i HPV aşısının kızvi
çocuklara, %15,6’ sı hem erkek hem kız çocuklara, %0,8’ i erkek çocuklara yapıldığını bildiği
görülmüştür.
93
Annelerin %87,5’ inin aşının güvenilirliği hakkında bilgilendirilmek istemiştir. %71,6’ sı yan etkileri,
%69,8’ i koruyuculuk düzeyi, %67,3’ ü koruma süresi ve %64,3’ ü aşının etkisi hakkında
bilgilendirilmek istemiştir.
Sonuç olarak, annelerin rahim ağzı kanseri, HPV ve HPV aşısından haberdar olmadığı ve yeterince
bilgi sahibi olmadıkları saptanmıştır. Annelerin pap smear testi yaptırma düzeylerinin yetersiz olduğu
saptanmıştır. Bu nedenle annelere rahim ağzı kanseri, pap smear testi, HPV ve HPV aşısı ile ilgili
eğitim programlarının planlanması ve yaygınlaştırılması sağlanmalıdır.
Anahtar Sözler: Human Papilloma Virüs (HPV), Pap Smear test, Servikal Kanser, Servikal Kanser
Risk Faktörleri, HPV Aşısı
94
ÖZET
Nesibe Söğütlü, Bülent Ecevit Üniversitesi, Zonguldak İlindeki Çocuklarda, Genişlemiş
Spektrumlu Beta-Laktamaz (GSBL) Üreten Escherichia Coli ve Klebsiella Spp.’nin Fekal
Taşıyıcılığı. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Tıbbi Mikrobiyolloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans
Tezi, Zonguldak, 2015.
Amaç: Son çalışmalarda toplumda GSBL üreten bakterilerin fekal taşıyıcılığında belirgin biçimde
artış olduğu bildirilmektedir. Antibiyotiklerin fazla kullanılması bunun başlıca nedenlerindendir.
Bağırsakta GSBL üreten bakterilerin bulunması, bu bakterilerle oluşan enfeksiyonların tedavisini
güçleştirmekte ve bağırsakta bulunan diğer bakterilere direnç genlerinin plazmidlerle aktarılmasıyla
direnç yayılımını kolaylaştırmaktadır. Ülkemizde çocukluk döneminde üst solunum yolu
enfeksiyonlarında viral etkenler sıklık göstermesine rağmen antibiyotik kullanımı da yaygındır. Bu
çalışmanın amacı, çocukluk yaş grubunda GSBL üreten E. coli ve Klebsiella spp.'nin intestinal
taşıyıcılık sıklığının araştırılması ve GSBL enzim tiplerinin belirlenmesidir. Yöntem: Kasım 2012-
Mayıs 2013 tarihleri arasında pediatri polikliniğine herhangi bir nedenle başvuran 0-15 yaş grubu
çocukların rutin dışkı örnekleri değerlendirilmiş, hastaların demografik özellikleri anket ile
toplanmıştır. Hasta örnekleri 2 µg/ml sefotaksim ve 2 µg/ml seftazidim + 2 µg/ml sefotaksim içeren
EMB agara ekilmiştir. Bir günlük inkübasyon sonunda üreme olan plaklardan kanlı agara pasaj
yapılmış, bakteriler konvansiyonel yöntemler ile tanımlanmıştır. Antibiyotik duyarlılık testleri CLSI
önerilerince yapılmıştır. GSBL varlığı çift disk sinerji testi ile araştırılmış, gerekli durumlarda Agar
gradient yöntemi kullanılmıştır. İzole edilen bakterilerde enzim tipleri PCR ile gösterilmiştir.
Bulgular: Belirtilen tarihler arasında 454 hasta (%51.8 erkek, %48.2 kadın) değerlendirilmiştir.
GSBL üreten E. coli ve Klebsiella spp.'nin intestinal taşıyıcılığı %33 (150/454) olarak belirlenmiştir.
Dört hastada birden fazla GSBL üreten bakteri saptanmıştır. Bir hastada iki faklı GSBL üreten E.coli
bulunmuştur. GSBL ürettiği belirlenen 154 bakterinin 142'si (%92,2) E. coli, 11'i (%7.1) K.
pneumoniae, 1'i (%0.6) K. oxytoca olarak tanımlanmıştır. Anket ile sorgulanan yaş, cinsiyet, eğitim
durumu, son üç ayda antibiyotik kullanımı, son 6 ayda idrar yolu enfeksiyonu öyküsü, hastaneye yatış
ve ameliyat olma öyküsü, hastalık durumları, evde yaşayan birey ve evdeki oda sayısı, evde/bahçede
hayvan beslemesi, haftalık tavuk eti tüketimi ile GSBL üreten bakterilerin fekal taşıyıcılığı arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. GSBL üreten 154 bakterinin 143'ünde (%92.8)
CTX-M grup enzimi saptanmıştır. Bu bakterilerin %94,4'ünde (135/143) CTX-M-3, %81,1'inde
(116/143) CTX-M-15 belirlenmiştir. Yüz on altı izolatta birden fazla CTX-M enziminin bulunduğu
(CTX-M-3 ve CTX-M-15) belirlenmiştir. GSBL üreten 154 bakterinin, 77'sinde (%50) TEM, 12
bakteride (%7.8) SHV grup enzim belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmamızda çocukluk yaş grubunda
GSBL fekal taşıyıcılık oranı %33 (150/454) olarak belirlenmiştir. Belirlenen bu oran, daha önceki
95
bildirimlere bakılarak yapılan tahminlerin oldukça üstündedir. Anket ile sorgulanan risk faktörleri ile
anlamlı bir ilişki bulunmaması üzerine, saptanan yüksek taşıyıcılık oranının, erişkin yaş gruplarında
yüksek oranda görülen taşıyıcılığa paralel olarak horizontal paylaşım ile ilişkili olabileceği
düşünülmüştür. CTX-M grup, taşıyıcılarda dominant enzim grubu olarak bulunmuştur. CTX-M grup
altında yer alan enzimlerden en fazla CTX-M-3 enzimi tespit edilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Genişlemiş Spektrumlu Beta-Laktamaz, Escherichia Coli, Klebsiella Spp.,
Taşıyıcılık
96
ÖZET
Seda Kaya Özdemir, Bartın İli Sağlık Meslek Lisesi Ve Genel Lise Öğrencilerinin Beslenme
Alışkanlıkları Ve Obezite Sıklığı. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk
Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2015.
Bu araştırma; sağlık meslek lisesi ve genel lise öğrencilerinin beslenme alışkanlıkları ve obezite sıklık
durumlarını karşılaştırmalı olarak incelemek amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Amaç doğrultusunda hazırlanan anket formu; 2012-2013 eğitim öğretim yılında Bartın ilinde sağlık
meslek lisesinde ve genel liselerde öğrenim gören toplam 586 öğrenciye uygulanmıştır. Anketlerden
elde edilen veriler bilgisayar ortamında SPSS 21.0 istatistik paket programı aracılığıyla
değerlendirilmiştir.
Araştırmada başlıca ulaşılan sonuçlar şunlardır: Sağlık meslek lisesi ve genel lise öğrencilerinde
obezite sıklığı açısından anlamlı bir farklılık olmadığı, Sağlık meslek lisesi ve genel liselere giden
öğrencilerin yiyecekleri yemek şekli, gün içinde yemek yeme alışkanlıkları, öğünlerde tükettikleri
ekmek dilimi, bir günde yedikleri öğün sayısı açısından birbirlerine benzerlik gösterdikleri
belirlenmiştir. Sağlık meslek lisesine giden öğrencilerinin öğün atlama durumları genel lise
öğrencilerine göre daha fazla olduğu saptanmıştır. Ayrıca; genel lise ve sağlık meslek lisesi
öğrencilerinin genel olarak beslenme alışkanlıkları birbirlerine benzerlik gösterirken, nadiren dana
eti, koyun eti ve bunlardan yapılmış salam, sucuk, sosis vb. tüketme alışkanlığı ve hamburger, patates
kızartması, döner gibi dıĢarıda satılan menülerden yeme alışkanlığı, genel lise öğrencilerinde sağlık
meslek lisesi öğrencilerine göre daha fazladır.
Anahtar Sözcükler: Beslenme, obezite, sağlık meslek lisesi, genel lise, adölasan
97
ÖZET
Elçin Sebahat Kasapoğlu, Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinin Sağlıklı Yaşam Biçimi
Davranışlarının Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk
Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2015.
Araştırmanın amacı, meslek yüksekokulu öğrencileri arasında sağlıklı yaşam biçimi davranışlarını ve
ilişkili faktörleri belirlemektir. Araştırma 2014-2015 akademik yılında Bartın Üniversitesi’nde
gerçekleştirilmiştir.
Araştırma kesitsel tiptedir. Veriler öğrencilerden Tanıtıcı Özellikler Formu ve Sağlıklı Yaşam Biçimi
Davranışları Ölçeği kullanılarak elde edilmiştir. Elde edilen veriler, SPSS (Statistical Packagefor
Social Sciences) 22.0 programı ile analiz edilmiştir. İki bağımsız grup arasında niceliksel sürekli
veriler t-testi, ikiden fazla bağımsız grup arasında niceliksel sürekli veriler Tek yönlü (Oneway)
ANOVA testi ile karşılaştırılmıştır. ANOVA testi sonrasında farklılıkları belirlemek için,
tamamlayıcı post-hoc analizi olarak Scheffe testi kullanılmıştır.
Araştırma 711 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Öğrencilerin % 60,3’ü kadındır. Öğrencilerin
SYBD ölçeğinden almış oldukları ortalama puan 122.201±20.412’dir. Ölçeğin alt maddelerinden en
yüksek puanı “kendini gerçekleştirme” ve “sağlık sorumluluğu”, en düşük puanı ise; “egzersiz” ve
“beslenme” maddelerinden aldıkları saptanmıştır.
Öğrencilerin sağlıklı yaşam biçimi davranışlarının yaş, ekonomik durum, aile tipi anne eğitimi,
doktora gitme sıklığı, Hepatit B aşısı olma durumu, ruh hali, düzenli egzersiz yapma ve sosyal aktivite
ile ilişkili olduğu bulunmuştur (p<0.05).
Anahtar Sözcükler: Sağlığı geliştirme, sağlıklı yaşam biçimi davranışları, meslek yüksekokulu
öğrencileri
98
ÖZET
Fatime Filiz Kapucubaş Akpınar, Trafik Polislerinde Kan Ağır Metal Düzeylerinin
Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi Halk Sağlığı Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak,
2016.
Trafik polisleri, genellikle trafiğin yoğun olarak yaşandığı şehir merkezlerinde, önemli kavşaklarda
çalışan, hava kirliliğine yol açan faktörlerden egzoz gazına en çok maruz kalan, çalışma koşulları
nedeni ile çok sayıda sağlık ve güvenlik sorunu ile karşı karşıya olan çalışanlardır. Özellikle kent
merkezinde görevli trafik polisleri, içeriğinde kimyasal, fiziksel ve biyolojik zararlıları barındırabilen
pek çok kirleticiye direkt olarak maruz kalmaktadırlar. Öncelikle egzoz gazları ve diğer kaynaklardan
çevreye verilen ağır metaller çeşitli yollarla vücuda girerek kişi sağlığını olumsuz
etkileyebilmektedir. Trafik polisleri ağır metal maruziyeti açısından risk grubudur.
Bu çalışmada trafik polislerinin kan ve serum ağır metal düzeylerinin değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
Kesitsel tipteki araştırmanın katılımcıları Zonguldak Emniyet Müdürlüğü ve Bölge Trafik Denetleme
Şube Müdürlüğü’ ne bağlı sahada aktif çalışan 47 trafik 50 büro çalışanı polis şeklindedir.
Araştırmada kan ve serumda As75, Cd111, Hg202, Pb208’,Al27, Cr52, Mn55, Co59, Ni60, Cu63,
Zn66, Se82’un düzeyine bakılmıştır.
Polislerin ağır metal düzeyleri ARUP Laboratories tarafından belirlenen referans aralığında
değerlendirilmiştir. 97 katılımcının biri bakır için, ikisi çinko için referans aralık üzerinde sonuç
almışlardır. Polisler saha ve büro çalışanı olarak değerlendirildiğinde serum selenyum ve mangan,
kan kadmiyum, civa, kurşun değerleri yönünden gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır.
Sahada çalışan polislerin arsenik ve kobalt konsantrasyonları büroda çalışanlardan anlamlı yüksek
iken, alüminyum, bakır, çinko, krom ve nikel konsantrasyonları büroda çalışanlarda anlamlı
yüksektir. Cinsiyete göre erkeklerin bakır ortalaması kadınların ortalamasından, kadınların
alüminyum ve nikel ortalaması erkeklerin ortalamasından anlamlı yüksektir. Polislerin yaşlarına göre
metal düzeyleri değerlendirildiğinde, bakır düzeyi 30-39 yaş grubunda ve 40 yaş üstü grupta, 20-29
yaş grubuna göre anlamlı yüksek bulunmuştur. Trafik polislerinde günlük çalışma saati 12 saat ve
üstü olanların alüminyum düzeyi 11 ve altı olanlardan daha yüksektir. Büroda çalışan ve günlük
çalışma saati 12 saat ve üstü olanların çinko ve selenyum düzeyleri, 11 saat iv
ve altı olanlardan yüksek, mangan düzeyi ise düşük bulunmuştur. Polislerin çalışma süresi ile kan
metal seviyeleri arasındaki ilişki değerlendirildiğinde, trafikte çalışma süresi ile kurşun seviyesi
arasında orta düzeyde anlamlı korelasyon tespit edilmiştir.
Büroda çalışma süresi ile bakır, nikel ve krom seviyeleri arasında orta düzeyde anlamlı korelasyon
tespit edilmiştir. Büro çalışma süresi ile kobalt seviyesi arasında orta düzeyde negatif yönde anlamlı
99
korelasyon tespit edilmiştir. Toplam çalışma süresi ile bakır seviyesi arasında orta düzeyde anlamlı
korelasyon tespit edilmiştir.
Literatürde kurşun ve kadmiyum başta olmak üzere bazı ağır metallerin egzoz gazına maruziyete
bağlı olarak arttığını gösteren çalışmalar olduğu gibi farklılık tespit edilmeyen çalışmalar da
mevcuttur. Ülkemizde konuya yönelik çalışmalar sınırlıdır.
Trafik polislerinin maruziyetlerine yönelik çalışmaların sürdürülmesine gereksinim vardır.
Anahtar Sözcükler: Ağır Metal, Trafik Polisi, Çevre Kirliliği, Hava Kirliliği, Egzoz Gazı
100
ÖZET
Koray Olgun, Mekanik Ventilasyon Desteği Alan Hastaların Ağrı Değerlendirilmesinde İki
Farklı Ölçeğin Karşılaştırılması. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Hemşirelik Anabilim Dalı, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak,
2016.
Hemşirelik uygulamalarının bireyi rahatlatma üzerine temellenmesi, hemşirelerin hasta ile en fazla
birlikte olan ekip üyesi olması ve onları yakından izlemeleri, ağrının belirlenmesinde ve
giderilmesinde yoğun bakım hemşirelerine büyük sorumluluk yüklemektedir.
Bu araştırma bir üniversite hastanesinin yoğun bakım ünitesinde yatan mekanik ventilasyon desteği
alan hastaların ağrılarının değerlendirilmesinde iki farklı ölçek olan “Davranışsal Ağrı Ölçeği” ve
“Yoğun Bakım Ağrı Gözlem Formu” den hangisinin daha etkin ağrıyı değerlendirdiğini saplamak
amacıyla tanımlayıcı-analitik olarak gerçekleştirildi. Araştırmanın evrenini 15.09.2015-31.12.2015
tarihleri arasında ilgili kurumun yoğun bakım ünitesinde tedavi gören hastalar, örneklemini ise Yoğun
Bakım ünitesinde tedavi gören ve araştırmaya kabul edilme koşullarını taşıyan 101 hasta oluşturdu.
Veriler, literatür doğrultusunda hazırlanan Veri Toplama Formu, Davranışsal Ağrı Ölçeği (DAÖ) ve
Yoğun Bakım Ağrı Gözlem Formu (YAGF) ile toplandı. Araştırmada elde edilen veriler SPSS
19,0istatistiksel paket programı kullanılarak analiz edildi. Elde edilen bulgular % 95 güvenaralığında
0,05 anlamlılık düzeyinde yorumlandı.
Araştırma sonucunda; her iki ölçekte de işlem öncesi dinlenme durumunda ve işlem sırasında ağrı
puanı ortalamalarının artığı saptandı (p=0,000). İki ölçekte de tanıtıcı değişkenlere göre ağrı puanı
ortalaması istatiksel olarak fark bulunmadı. İki ölçek karşılaştırıldı ve YAGF DAÖ’ye göre yoğun
bakım ünitesinde mekanik ventilasyon desteği alan hastalarda ağrıyı değerlendirmesindeistatistiksel
olarak daha etkili olduğu saptandı (p=0,000).
Anahtar Sözcükler: Yoğun bakım ünitesi, mekanik ventilasyon, ağrı değerlendirme, hemşirelik, ağrı
ölçekleri
101
ÖZET
Dilek Karaman, Meme Biyopsisi Sırasında Sanal Gerçeklik Uygulamasının Ağrı ve Anksiyete
Üzerine Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim
Dalı, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Programı Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2016.
Meme kanseri tanılamasında ince iğne aspirasyon biyopsisi hücresel boyutta tanılamada basit, hızlı,
ekonomik, güvenilir bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu yöntemde katater çapının küçük
olmasına rağmen invaziv bir işlem olması sebebiyle, ağrı ve anksiyete önemli bir faktör olarak
tanımlanmaktadır. Teknolojinin ilerlemesiyle gelişen sanal gerçeklik uygulaması kişilerin bilişsel ve
dikkat süreçlerini kullanarak ağrı ve anksiyete algısını azaltan bir uygulamadır. Özel kamera
sistemleri ile elde edilen ve dürbün gözlük sayesinde çok boyutluluk kazanan görüntülerle arka fonda
müziğin yer aldığı uygulama, kişileri tıbbi işlemi düşünmekten uzaklaştırır. Sanal gerçeklik gibi
nonfarmakolojik yöntemlerle ağrı ve anksiyete yönetimi hemşirelik uygulamalarının temel amaçları
arasındadır.
Bu araştırma bir üniversite hastanesinin genel cerrahi anabilim dalında meme biyopsi örneği alınan
hastalarda, işlem sırasında sanal gerçeklik uygulamasının ağrı ve anksiyete seviyeleri üzerine etkisini
belirlemek amacıyla deneysel araştırma olarak gerçekleştirildi. Araştırmanın evrenini 15.02.2016-
15.05.2016 tarihleri arasında ilgili kurumun meme ve endokrin polikliniğine başvuran hastalar,
örneklemini ise araştırmaya kabul edilme koşullarını taşıyan ve ince-iğne aspirasyon yöntemiyle
meme biyopsisi örneği alınan 60 gönüllü kadın hasta oluşturdu. Çalışmada veriler, literatür
incelemesi ve uzman görüşü dikkate alınarak hazırlanan Veri Toplama Formu, Görsel Ağrı Skalası,
Durumluk ve Sürekli Kaygı Envanteri ile toplandı.
Araştırmada elde edilen veriler SPSS 17,0 istatistiksel paket programı kullanılarak analiz edildi. Elde
edilen bulgular 0,05 anlamlılık düzeyinde yorumlandı.
Araştırma sonucunda; Yaşları 18-69 arasında değişen hastaların yaş ortalamaları 44.0±12.3 yıl
olduğu, deney ve kontrol grupları arasında, tanıtıcı özellikler bakımından faklılık olmadığı ve
grupların homojen dağıldığı (p>0.05), deney grubundaki hastaların ağrı ve işlem sonrası durumluluk
kaygı puan ortalamalarının, kontrol grubundaki hastaların puan ortalamalarına göre statistiksel olarak
anlamlı düşük olduğu bulunmuştur (p<0.001). Meme biyopsisi sırasında sanal gerçeklik uygulaması
ağrı ve anksiyete üzerine etkindir.
Anahtar Sözcükler: Meme biyopsi, Sanal gerçeklik, Ağrı, Anksiyete
102
ÖZET
Nurten Arslan, Sağlıklı Ergen ve Engelli Kardeşler Arasındaki İlişkinin Aile İşlevlerinden
Etkilenme Durumunun İncelenmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2016.
Engelli bir çocuğun anne-baba çocuk ilişkileri, ebeveynlerin normal gelişim gösteren çocuğa karşı
tutumu ve beklentileri, ebeveynlerin aile işlevselliği, çocuğun özellikleri gibi değişkenler çocukların
engelli kardeşe uyumlarını, gösterdikleri duygusal ve davranışsal tepkilerini etkileyebilmektedir.
Tanımlayıcı olarak 14 Nisan-14 Mayıs tarihleri arasında Zonguldak merkezindeki dört özel eğitim
merkezinde 125 çocuk ve bunların anne-baba-normal kardeşleri ile gerçekleştirilen araştırmada aile
işlevselliğinin değerlendirilip kardeş ilişkileri ve kardeş problemlerine etkisinin incelenmesi
amaçlanmıştır. Araştırmanın verileri; Genel Bilgi Formu, Kardeş Problemleri Anketi (KPA),
Schaeffer Kardeş Davranışı Değerlendirme Ölçeği (ŞKDDÖ)- Kardeş Formu ve Aile Değerlendirme
Ölçeği (ADÖ) kullanılmıştır.
Araştırmaya dahil edilen normal gelişim gösteren çocukların; %57.5’i kız ve %61.7’si 10-14 yaş
grubundadır. Engelli çocukların; %60.0’ı erkek ve 62.5’i 6-12 yaş grubunda, %47.5’i zihinsel engelli
ve %53.3’ü orta eğitim seviyesindeydi. Annelerin; %65.8’i 35-44 yaş, %66.7’si ilkokul mezunu ve
%94.2 ev hanımıydı. Babaların; %54.2’si 35-44 yaş, %39.2’si ilkokul ve %50.0’ı işçiydi. ADÖ-KPA
karşılaştırmalarında; problem çözme anne ve baba alt boyutu ve davranış kontrolü anne alt boyutu
hariç tüm boyutların puanları arttıkça KPA toplam puanı azalmaktadır. ŞKDDÖ-KPA
karşılaştırmalarında; nazik olma, birliktelik-ilgili olma ve empati alt boyutu puanları arttıkça KPA
toplam puanı artmakta, uzak durma-çekinme alt boyutu puanı arttıkça KPA toplam puanı
azalmaktadır. ADÖ-ŞKDDÖ karşılaştırmalarında; ADÖ alt boyutları ve ŞKDDÖ alt boyutları
arasında anlamlı ilişki bulundu.
Anahtar Sözcükler, Engellilik, Engelli Çocuk, Sağlıklı Adölesan, Kardeş İlişkileri, Aile İşlevselliği.
103
ÖZET
Dilek Bayram, Çocuklarda Periferal Kanül Uygulaması Sırasında Kullanılan Damar
Görüntülemenin Ağrı ve Anksiyete Üzerine Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2016.
Çocukların damar yapılarının küçük olması ve cilt altı yağ dokularının olmaması periferal kanül
uygulamalarını zorlaştırmakta ve birçok kez girişim yapılmasına neden olmaktadır. Bu çalışma; 9-12
yaş grubu çocuklarda damar görüntüleme cihazı kullanımının, damar erişimi ile çocukların ağrı ve
anksiyete üzerine etkisinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırma ön test- son test kontrol
gruplu deneysel bir çalışmadır. Araştırmanın evrenini Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık
Uygulama ve Araştırma Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları servisinde tedavi gören 9-12 yaş
grubu 1156 çocuk oluşturmuştur. Power analizine göre hesaplanan örneklem büyüklüğü kontrol
grubunda 40; deney grubunda 40 olmak üzere toplam 80 hasta çocuk üzerinde yapılmıştır. Örneklemi
oluşturan 80 çocuk deney ve kontrol gruplarına randomize olarak atanmıştır. Verilerin
toplanmasında; kişisel bilgi formu, yüz ifadeleri derecelendirme ölçeği, durumluluk kaygı ölçeği,
damar görüntüleme cihazı ve periferik kanül kullanılmıştır. Deney ve kontrol grubuna işlem öncesi
durumluluk kaygı ölçeği uygulanmış olup işlem; deney grubuna damar görüntüleme cihazı ile kontrol
grubuna ise rutin uygulama ile gerçekleştirilmiştir. Her iki gruba işlem sırasında yüz ifadeleri
derecelendirme ölçeği uygulanmıştır. İşlem sonrası da her iki gruba durumluluk kaygı ölçeği
uygulanmıştır.
Yapılan istatistiksel analizlerde periferik kanül uygulaması esnasında çocukların ağrı hissetme
durumu (p=0.003<0.05), işlem süresi (p=0.000<0.05), işlem deneme sayısı (p=0.04<0.05) ve yüz
ifadeleri derecelendirme ölçeği puan ortalamaları (p=0.000<0.05) açısından deney ve kontrol grubu
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0.05). Deney ve kontrol grubunu
oluşturan çocukların işlem öncesi durumluluk kaygı ölçeği puan ortalamaları açısından aralarında
fark bulunmazken (p=0.766>0,05), işlem sonrası durumluluk kaygı düzeyleri açısından deney ve
kontrol grubu arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık olduğu saptanmıştır
(p=0.000<0.05). Deney grubundaki çocukların işlem sonrası durumluluk kaygı ölçeği puan
ortalaması (33.250±4.01), kontrol grubundaki çocukların işlem sonrası durumluluk kaygı ölçeği puan
ortalamasından vi
(37.420±4.51) daha düşük bulunmuştur. Sonuç olarak; periferal kanül uygulaması esnasında ağrı ve
anksiyete yaşayan çocuklarda damar görüntüleme cihazı kullanımının, bu ağrı ve anksiyeteyi
azalttığı, girişim süresini kısalttığı belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Okul çocuğu, Damar görüntüleme cihazı, Ağrı, Anksiyete
104
ÖZET
Dilek Yıldırım Tank, Ameliyathane Hemşirelerinde Oje Kullanımının Cerrahi El Yıkama
Sonrası Bakteriyel Kolonizasyona Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Hemşirelik Anabilim Dalı, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak,
2016.
Cerrahi alan enfeksiyonları morbiditeyi, mortaliteyi, hastanede yatış süresini ve hastane masraflarını
artırması bakımından cerrahinin çok önemli ve ciddi bir problemidir. Cerrahi alan enfeksiyonlarının
önlenmesinde ameliyathane çalışanlarının el yıkama uygulamalarının oldukça önemli olduğu
bilinmektedir.
Literartürde ameliyathane hemşirelerinin oje kullanımının el yıkama üzerine etkisi hakkında kesin
yargılara ulaşılamamıştır.
Bu araştırma; Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi Ameliyathane Ünitesi’nde 09.01.2015 –
15.07.2016 tarihleri arasında 18 yaş üstünde olan, elinde cilt irritasyonu ya da egzeması olmayan, son
iki hafta içerisinde antibiyotik kullanmamış olan, lateks alerjisi olmayan, ilk örnek alımından önceki
24 saat içerisinde cerrahi el yıkama uygulamamış olan 33 hemşire ile yapıldı. Araştırmaya katılanların
el florası üzerindeki bakteri kolonizasyonunu ölçmek için eldiven sıvı yöntemi (glove juice methodu)
kullanıldı. Veriler SPSS 16.0 programında tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerin yanı sıra, Mann
Whitney U testi ve Kruskal Wallis testi kullanıldı. Elde edilen bulgular 0.05 anlamlılık düzeyinde
yorumlandı.
Araştırmada, hemşirelerin cerrahi el yıkama sonrası oje sürülen ve oje sürülmeyen ellerinden alınan
örneklerdeki bakteri sayıları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı. Hemşirelerin
demografik özellikleri ile bakteri sayıları arasında anlamlı bir farklılık görülmezken; en genç yaş
grubundakilerin, lisans mezunu olanların, 1-10 yıl meslekte ve ameliyathanede çalışanların, 2 mm’
den küçük tırnak uzunluğu olanların, düzenli nemlendirici kullananların ellerindeki ortalama bakteri
sayılarının daha yüksek olduğu saptandı. Bu bulgular doğrultusunda araştırma, taze sürülmüş ojenin
bakteriyel kolonizasyonda etkisi olmadığını gösterdi.
Anahtar Sözcükler: Hastane enfeksiyonu, el kontaminasyonu, cerrahi el yıkama, ameliyathane
hemşiresi, oje.
105
ÖZET
Elif Erbay, Çocuklarda Periferik Damar Yolu Açma Girişimi Sırasında Yapılan Dikkati
Dağıtma Tekniğinin Ağrıyı Azaltmaya Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2016
Araştırma, 2-7 yaş arası çocuklarda periferik damar yolu açma girişimi sırasında çizgi film
izlettirilerek yapılan dikkati dağıtma tekniğinin ağrıya etkisini değerlendirmek amacıyla yapılmış
randomize kontrollü deneysel çalışmadır.
Örneklemi 61 çocuk ve ebeveyni (30 kontrol, 31 deney grubu) oluşturmuştur.
Veriler; araştırmacı tarafından hazırlanan sosyo-demografik veri formu, FLACC Ağrı Değerlendirme
Skalası ve Hemşirelik Bakımından Memnuniyet Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Veriler SPSS 19.0
programı ile değerlendirilmiş; analizlerde ki kare testi, Student t testi, Mann-Whitney U testi, paired
samples t testi, Kruskall Wallis varyans analizi ve sayısal değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemek
için korelasyon analizi kullanılmıştır.
İşlem öncesinde ve sonrasında çocukların FLACC ağrı skalasından aldıkları puan ortalamaları
gruplar arası karşılaştırıldığında, işlem sonrası deney grubu lehine istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulunmuştur (p<0.05). Deney grubundaki çocukların kontrol grubundaki çocuklara göre işlem
sırasında daha az tepki gösterdiği belirlenmiştir (p=0.000). Memnuniyet ölçeği sonuçlarına göre
deney grubu ebeveynlerin memnuniyet düzeyi, kontrol grubundaki ebeveynlerden anlamlı şekilde
yüksek bulunmuştur (p=0.042). Çocuk yaşı ve FLACC puanları arasında negatif yönde anlamlı bir
ilişki olduğu saptanmıştır.
Periferik damar yolu açma girişimi sırasında çizgi film seyreden deney grubu çocukların, kontrol
grubu çocuklara göre algıladıkları ağrı daha azdır.
Anahtar Sözcükler; Çocuk, Damar yolu, Ağrı, Dikkat dağıtma
106
ÖZET
Özgür Bahadır, Müzik Terapinin Cerrahi Uygulanan 6-12 Yaş Arası Çocuklarda Anksiyete,
Korku ve Ağrı Yönetimine Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2016.
Araştırma; yarı deneysel olarak planlanıp, müzik terapinin cerrahi uygulanan çocuklarda anksiyete,
korku ve ağrı yönetimine etkisinin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirildi.
Araştırma 01.01.2016 – 19.08.2016 tarihleri arasında, BEÜ Sağlık Uygulama ve Araştırma
Merkezi’nde yürütüldü. Araştırmanın evrenini belirtilen tarihler arasında B.E.Ü.
Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi’ne operasyon amaçlı başvuran 6-12 yaş arası çocuklar
oluşturdu.
Çocuklara cerrahi uygulanan kliniklerde yarı deneysel yapılan bu çalışmada, vaka grubu (ameliyat
öncesinde müzik terapi yöntemi uygulanan çocuklar) ve kontrol grubu (ameliyat öncesinde servis
rutinleri ve sadece ölçeklerin uygulandığı çocuklar) olmak üzere iki grup belirlenmiş ve her bir grupta
en az 30 çocuk olmak üzere toplamda 60 çocuk ile çalışma yürütüldü.
Hastanede yatan çocuklar ile çalışmaya başlamadan önce ailelerinden gerekli izinler alındı. Verilerin
toplanmasında “Çocuklar İçin Anksiyete Duyarlılığı İndeksi (ÇADİ)”, “Tıbbi İşlemler
Korku Ölçeği”, Davranış Ağrı Değerlendirme Ölçeği (FLACC) ve Görsel Ağrı Skalası (VAS) ile
“Katılımcı Bilgi Formu” kullanıldı. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistiksel
metotların (Frekans, Yüzde, Ortalama, Standart sapma) yanı sıra normal dağılımın incelenmesi için
Kolmogorov - Smirnov dağılım testi kullanıldı.Veriler tablolarda sayı ve yüzdelerle belirtildi.
Ortalamalar ± standart sapmaları ile verildi.
Araştırmaya alınan çocuklar karşılaştırıldığında; vaka ve kontrol grupları arasında sosyo-demografik
açıdan aralarında istatiksel açıdan anlamlı fark olmayan birbirine benzer gruplar olduğu görüldü.
Vaka grubundaki hastalarda; ameliyattan servise döndükten sonra ve taburcu olmadan 30 dk önce
tıbbi işlemler ile ilgili genel korku düzeyleri, kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük bulundu
(p<0.05). Ameliyat öncesi, ameliyat günü, ameliyattan sonra derlenme odasında tıbbi işlemler ile
ilgili genel korku düzeyleri açısından vaka ve kontrol grubu arasında anlamlı fark bulunmadı
(p>0.05).Vaka grubundaki hastalarda ameliyat öncesi, ameliyat günü ve taburcu olmadan 30 dk önce
ÇADİ Toplam AD düzeyleri, kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05).
Ameliyattan sonra derlenme odasında, Ameliyattan servise döndükten sonra ÇADİ Toplam AD (
Anksiyete Duyarlılık) düzeyleri açısından vaka ve kontrol grubu arasında anlamlı fark bulunmadı
(p>0.05).
107
Vaka grubundaki hastalarda ameliyattan sonra derlenme odasında VAS düzeyleri, kontrol grubuna
göre anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Ameliyattan servise döndükten sonra, taburcu olmadan 30 dk.
önce VAS bulguları açısından vaka ve kontrol grubu arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0.05).
Araştırmanın sonucunda; müzik terapi uygulanan deney grubundaki çocukların anksiyete, korku ve
ağrı ölçeklerinden aldıkları puan ortalamalarının, kontrol grubundaki çocuklara göre daha düşük
olduğu, bu durumun çocukların ve ebeveynlerin memnuniyetini arttırabileceği gözlendi. Bu
doğrultuda müzik terapi preoperatif anksiyet, korku ve postoperatif ağrıyı azaltmada etkili bir yöntem
olarak kliniklerde kullanılabileceği önerilmektedir.
Anahtar Sözcükler: Çocuk, Cerrahi İşlem, Anksiyete, Korku, Ağrı, Müzik terapi.
108
ÖZET
Işın Alkan, Ninni Dinletmenin Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Bebekler Üzerine
Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2016.
Araştırma, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan termde doğan bebeklere anne sesiyle ve yabancı
bir kişinin sesiyle dinletilen ninninin bebeğin saturasyon değerleri, kalp tepe atımı, solunum, ateş,
stres belirtileri, büyüme gelişmesine ve hastanede kalış süresine etkisi olup olmadığını incelemek
amacıyla deneysel bir tasarım olarak gerçekleştirildi. Araştırma verileri, Zonguldak Kadın Doğum
ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’nde, Eylül 2015 - Ocak 2016
tarihleri arasında yatan ve vaka seçim kriterlerine uyan 90 yenidoğan bebekten elde edildi.
Uygulama öncesinde aileler sözlü olarak bilgilendirilerek “yazılı onam formu” ve “bebeği tanıtıcı
bilgi formu” dolduruldu. Bakım öncesi ve bakım sonrası stres belirtileri, KTA, solunum, saturasyon
ve ateş “Bebek Tepki İzlem Formu”na araştırmacı tarafından kaydedildi. Veriler SPSS 18 paket
programı ile değerlendirildi.
Araştırma grubunu oluşturan bebekler incelendiğinde deney ve kontrol gruplarında büyüme
değerleri, ortalamalarında yatıştan taburcu olma tarihine kadar arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark saptanmamıştır (p>0,05). Anne sesi ile ninni dinleyen gruptaki bebeklerin hastanede kalış
sürelerinin, yabancı sesi ile ninni dinleyen gruptan düşük olması istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuştur (p<0,05). KTA, solunum ve ateş değerlerinin normal sınırlar içinde kaldığı gözlenirken
(p>0,05), stres ve relaksasyon düzeylerinde anlamlı farlılıklar gözlenmiştir (p<0,05). Sonuç
olarak,yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan bebeklere dinletilen anne sesi ve yabancı kişi sesi ile
dinletilen ninni müziğinin bebeklerin stres belirtilerinin azalmasında etkili olduğu, KTA, saturasyon,
solunum ve ateş değerlerinin normal sınırlar içinde kalmasında olumlu etkilerinin olduğu, hastanede
kalış sürelerinde anne sesi ile ninni dinletilen grupta azalma gözlenirken, büyüme ve gelişmelerine
etkisinin olmadığı belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler:Anne sesi, Ninni, Stres, Yenidoğan
109
ÖZET
Tülay Başoğlu Namal, Devlet Hastanesinde Çalışan Hemşirelerde İş Kazalarının
Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim
Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak 2016.
Hastaneler hem çalışan sayısı hem de çalışma ortamı koşulları nedeniyle barındırdıkları risk faktörleri
yönünden iş kazalarının görece sık yaşandığı kuramlardır. Türkiye’de sağlık çalışanlarının
karşılaştıkları iş kazaları ile ilgili yeterli veri bulunmamaktadır. Hemşireler önemli bir sağlık çalışanı
grubunu oluşturmaktadır ve çalışma koşulları nedeniyle iş kazalarına maraz kalma riskleri fazladır.
Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi’nde tüm birimlerinde çalışan hemşirelerde iş kazalarının
değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırmada örnekleme gidilmeden, hastanede çalışan tüm
hemşirelere (322) ulaşılmaya çalışılmış, ancak evrenin %81.6’sı çalışmaya katılmıştır (n=263).
Katılımcılara 20 sorudan oluşan bir anket formu, yüz yüze görüşme tekniği ile uygulanmıştır.
Çalışmada hemşirelerin %41.8’i iş kazası geçirmiştir, iğne batması %34.8, ampul kesiği %33.3, kan
ve vücut sıvılarıyla bulaş %16.4 olarak bulunmuştur. Kaza geçirilen servisler acil servis %23.8 ve
dâhili servisler %20.8 olarak bulunmuştur. Kazalarda kişisel koruyucu kullanım %64.6’dır. En sık
yaralanmanın görüldüğü bölge el ve el parmakları olup, Pazartesi ve Cuma günleri kazaların sık
olduğu günlerdir. 08:00-09:59, 10:00-11:59, 18:00-19:59 saatlerinde kazaya daha sık rastlanmıştır.
Hemşirelerde çalışma yılı arttıkça kaza sayısı azalmıştır. Hemşireler iş kazası açısından riskli bir
gruptur.
Hemşireler sık iş kazaları yaşamakta ve bunları bildirmemektedirler.
Anahtar Sözcükler: Hemşire, hastane, iş sağlığı ve güvenliği, iş kazası.
110
ÖZET
Özden Kalaycı, Diyabetli Hastaların Ayak Bakımı ve Diyabetik Ayak Hakkındaki Bilgi, Tutum
ve Davranışlarının Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2016.
Diyabet, insülin eksikliği ya da insülin etkisindeki defektler nedeniyle organizmanın karbonhidrat
(KH), yağ ve proteinlerden yeterince yararlanamadığı, sürekli tıbbi bakım gerektiren, kronik bir
metabolizma hastalığıdır. Diyabetiklerin hastaneye yatış nedenlerinin yaklaşık %50’si kronik
komplikasyonlardır ve bu durum yüksek tedavi maliyetleri ve artmış iş gücü kaybıyla
sonuçlanmaktadır. Diyabetik hastaların yaşam süre ve kalitesini belirleyen faktörlerden biri olan
diyabetik ayak ülserleri, diyabetik hastaların en sık hastaneye yatış ve cerrahi müdahale
sebeplerindendir. Diyabetik ayak, diyabette morbiditeyi etkileyen, tedavisi pahalı olan, sadece hasta
eğitimi ile önlenebilen önemli bir komplikasyondur. Diyabetli hastaların ayak bakımı konusunda
eğitilmesi alt ekstremite problemlerinin önlenmesinde önemli rol oynar.
Bu çalışma, diyabetli hastaların ayak bakımı ve diyabetik ayak konusundaki bilgi, tutum ve
davranışlarını saptamak ve hastalara yapılacak eğitim ihtiyacını ortaya koymak amacı ile yapılmıştır.
Kesitsel tipteki araştırmanın katılımcıları 20.07.2015-08.09.2015 tarihleri arasında Bülent Ecevit
Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Endokrinoloji Polikliniği’ne başvuran ve yine
aynı tarihlerde merkezin yataklı biriminde tedavi gören 150 gönüllü hastadan oluşmaktadır.
Katılımcıların 143’ü (%95,3) diyabetik koma yaşamıştır. Katılımcıların 75’inin (%50,0) ayak
bakımının önemli olduğunu düşündüğü saptanmıştır. Hastaların 106’sı (%70,7) ayaklarını her gün ya
da sıkça yıkadığını, 85’i (%56,7) ayaklarını her yıkamadan sonra ya da sıklıkla kuruladığını
belirtmiştir. Hastaların sadece 9’u (%6,0) her gün ya da sıklıkla ayakları için bakım kremi
kullandığını ifade etmiştir. Hastaların kullandıkları çorap ve ayakkabı türü genellikle (%56,7’si
pamuklu çorap, %76,0’sı topuksuz-düz ayakkabı kullanıyor) standartlara uyum gösterirken, tırnak
kesme biçimleri uyumsuzluk göstermektedir (%38,7’si yuvarlak-oval kesim). Hastaların yarıya
yakını (%46,0’sı) ayak enfeksiyonu yaşadığını bildirmiştir. Enfeksiyon yaşama durumlarının yanında
yine hastaların %48,7’ sinin her zaman yanma sorunu ve %36,7’ sinin genellikle çatlak-v
kuruluk durumu yaşadığı tespit edilmiştir. Eğitim seviyesi yüksek grubun ve ayak bakımı konusunda
daha önce herhangi bir kaynaktan bilgi alanların almayanlara göre ayak bakımının önemi konusunda
daha bilinçli olduğu tespit edilmiştir (hastaların 68’ i (%45,3) ayak bakımı konusunda bilgi almıştır).
Ayrıca ayak bakımı konusunda eğitim alan grubun ayak yıkama, kurulama ve kremle bakım
davranışları anlamlı yüksekti (%69,1’i sıklıkla ayaklarını yıkıyor, %57,4’ü sıklıkla kuruluyor,
%10,3’ü sıklıkla kremliyor). Yine eğitim seviyesi yüksek grupta ayakta ülserasyon yaşama durumu
daha azdı (lise ve üniversite/yükseklisans mezunlarının %100,0’ü ülserasyon sorunu
111
yaşamamaktadır). Sigara kullananlarda kullanmayanlara göre ayakta ülserasyon ve his kaybı yaşama
durumunun daha fazla olduğu görülmüştür.
Diyabetin komplikasyonlarının önlenmesinde hasta uyumu, tedavi düzeni ve eğitim önemli
parametrelerdir. Diyabetin sık görülen komplikasyonlarından olan diyabetik ayak oluşma riskini
azaltabilmek için hastaları bu anlamda takip eden, değerlendiren ve olumlu davranış değişikliklerinin
oluşturulabilmesi için eğiten, koruyucu sağlık felsefesinin önemsendiği merkezlere ihtiyaç vardır.
Anahtar Sözcükler: Diyabet, Ayak Bakımı, Diyabetik Ayak, Bilgi ve Davranış
112
ÖZET
Neslihan Akman, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalarının Hastalığa Psikososyal Uyumlarının
ve Bakım Verenlerin Yaşadığı Güçlükleri Belirlenmesi. Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek
Lisans Tezi, Zonguldak, 2016.
Bu çalışma, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalarının hastalığa psikososyal uyumlarının ve bakım
verenlerin yaşadığı güçlüklerin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma, 03 Mart 2014-03 Ağustos
2014 tarihleri arasında Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Göğüs
Hastalıkları Servisinde yatarak tedavi gören, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı tanısı almış 204
hasta ve yakını ile yürütülmüştür. Çalışmanın verileri, Anket Formu, Hastalığa Psikososyal Uyum-
Öz Bildirim Ölçeği (PAIS-SR) ve Bakım Verme Yükü Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Elde edilen
verilerin değerlendirilmesinde, sayı ve yüzde değerleri, Shapiro-Wilk testi, Kruskal-Wallis Testi,
Mann-Whitney U Testi, Student T Testi kullanılmıştır. Ölçümler arasındaki ilişki korelasyon analizi
ile değerlendirilmiştir.
Hastaların yaş ortalaması 67.0±11.7’dir. Hastaların %80.4’ünün evli, %47.5’inin ilkokul mezunu,
%62.3’ünün maden emeklisi, %70.1’inin geliri giderinden az olduğu, %70.6’sının 21-40 yıl arasında
sigara kullandığı, %44.6’sının 11 yıl ve üzerinde Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı tanısının
olduğu ve %39.2’sinin Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığına ek olarak iki diğer kronik hastalığa
sahip olduğu, %88.2’sinin düzenli olarak sağlık kontrolünü yaptırdığı, %52.9’unun sağlığını çok
kötü-kötü algıladığı, %85.8’inin Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı nedeniyle hastaneye yatış
öyküsünün bulunduğu, %36.3’ünün yardımcı araç kullandığı ve %36.3’ünün günlük yaşam
aktivitelerini yardımla yapabildiği belirlenmiştir. Hastaların %90.7’sinin hastalığa uyumlarının kötü
olduğu, genel anlamda psikososyal uyumlarının olumsuz olduğu tespit edilmiştir.
Bakım verenlerin yaş ortalaması 43.5±7.9’dır. Bakım verenlerin %52’sinin erkek, %91.2’sinin evli,
%60.8’i ilkokul ve altında eğitim durumuna sahip olduğu, %46.6’sının sağlık durumunu iyi olarak
algıladıkları, %63.2’sinin kronik hastalığının bulunduğu, %38.2’sinin 11 ve üzeri yıldır hastaya
bakım verdiği, %99.0’ının ailevi sorumluluk nedeniyle bakım verdiği, %53.9’unun bakım sırasında
destek almadığı, %68.6’sının bakım nedeniyle yaşamının etkilendiği ve %29.4’ünün bakım verirken
güçlük yaşadığı belirlenmiştir.
Hastaların hastalığa psikososyal uyumları ile bakım verenlerin bakım yükü arasındaki ilişki
değerlendirildiğinde ise, hastaların psikososyal uyumu arttıkça bakım verenlerin yaşadığı yükün
azaldığı tespit edilmiştir (p<0.05).Araştırmadan elde edilen bilgiler doğrultusunda, hem kronik
hastalığa sahip hastaların hem de hastalara bakım verenlerin yaşam kalitelerinin gerçekçi bir şekilde
saptanması, günlük hayatta bağımsızlıklarının desteklenmesi ve arttırılması ve belirli aralıklarla veri
toplamaya devam edilmesi, hasta ve ailesine düzenli olarak ev ziyaretleri yapılması önerilmektedir.
113
Anahtar Sözcükler: Kronik Hastalık, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH), Hastalığa
Psikososyal Uyum, Bakım Veren, Bakım Verme Yükü.
114
ÖZET
Sibel Altıntaş, Nöroşirurji Yoğun Bakım Hastalarında Uygulanan Derin ve Yüzeyel
Endotrakeal Aspirasyonun Hemodinamik Parametreler ve Ağrı Üzerine Etkileri. Bülent Ecevit
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim Dalı, Cerrahi Hastalıkları
Hemşireliği Yüksek Lisans Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2016.
Ameliyat sonrası nöroşirurji hastalarında uygulanan endotrakeal entübasyon uygulaması ve mekanik
ventilasyon tedavi edici olmakla birlikte komplikasyon riskini artırmaktadır. Mekanik ventilatöre
bağlı nöroşirurji hastalarına uygulanan bakım hizmetlerinden, özellikle pozisyon verme ve derin
endotrakeal aspirasyon işlemi hastalarda kafa içi basıncının (KİBA) artmasına neden olabilmektedir.
Bu nedenle, derin ve yüzeyel endotrakeal aspirasyon uygulaması sırasında ve sonrasında hastanın
hemodinamik bulgularında oluşabilecek değişikliklerin yakından izlenmesi ve sonuçların
karşılaştırılarak değerlendirilmesi gereklidir.
Araştırma, ameliyat sonrası dönemde mekanik ventilatöre bağlı nöroşirurji hastalarında uygulanan
derin ve yüzeyel endotrakeal aspirasyon uygulamalarının arteriyel kan basıncı, kalp atım hızı, vücut
ısısı, solunum sayısı, oksijen satürasyon düzeyi ve ağrı üzerine etkilerini belirlemek amacıyla,
randomize kontrollü deneysel araştırma olarak gerçekleştirildi. Araştırmada, 01/09/2015-01/11/2016
tarihleri arasında açık sistem endotrakeal aspirasyon yöntemi ile 37 hastaya derin endotrakeal
aspirasyon, 37 hastaya yüzeyel endotrakeal aspirasyon uygulandı. Endotrakeal aspirasyon öncesi,
sonrası 1. dk, 5. dk ve 30. dk’ da hastaların arteriyel kan basınçları, kalp atım hızları, vücut ısısı,
solunum sayıları, SpO2 değerleri ve ağrı durumları değerlendirilerek karşılaştırıldı. Veriler, SPSS
16.0 programında tanımlayıcı istatiksel yöntemlerin yanı sıra bağımsız değişkenlerde t testi,
tekrarlayıcı ölçümlerde iki yönlü ANOVA ile değerlendirildi. Elde edilen bulgular 0.05 anlamlılık
düzeyinde yorumlandı.
Araştırmada; uygulanan derin ve yüzeyel endotrakeal aspirasyon yöntemleri arasında klinik ve
istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadığı, ancak endotrakeal aspirasyon uygulaması öncesi ve
uygulamadan 30 dk sonrası hastalardaki değerler karşılaştırıldığında; yüzeyel endotrakeal
aspirasyonun az farklarla derin endotrakeal aspirasyona göre hastaların sistolik ve diyastolik arteriyel
kan basınçlarında, kalp atım hızında daha az değişikliklere neden olduğu, oksijenasyon düzeyinde
daha
volumlu etkisinin gözlendiği, daha az travmatik olduğu ve hastada daha az ağrıya neden olduğu
belirlendi. Ayrıca derin endotrakeal aspirasyondan sonra 1. dk' da hastaların sistolik ve diyastolik
arteriyel kan basınçlarının, kalp atım hızlarının, solunum sayılarının ve deneyimledikleri ağrı
şiddetinin daha fazla arttığı da gözlemlendi.
115
Anahtar Sözcükler: Endotrakeal aspirasyon, nöroşirurji, yoğun bakım, hemodinamik parametreler,
hemşire
116
ÖZET
Candan Dalkılıç, Amitriptilinin Deneysel Akut ve Kronik İnflamasyon Modelleri Üzerine
Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2017.
Amitriptilin, inflamasyon fizyopatolojisinde etkili olan serotonerjik, adrenerjik, histaminerjik ve bazı
kolinerjik reseptörleri antagonize, sodyum, kalsiyum ve potasyum kanallarını bloke ettiği bildirilen
trisiklik bir antidepresandır.
Çalışmamızın amacı amitriptilinin sıçanlarda oluşturulan akut ve kronik inflamasyon modellerinde
anti-inflamatuvar etkilerini (AİE) araştırmaktır.
Çalışmamızda akut inflamasyon, sıçan pençe modelinde karragenin ve histamin ile oluşturuldu.
Sıçanların sağ arka ayak hacimleri ölçülerek, kontrol grubuna distile su, diğer gruplara diklofenak
sodyum ve amitriptilin (karragenin modelinde 5-10-20 mg/kg- histamin modelinde 10 mg/kg)
intraperitoneal uygulandı ve 30 dakika sonra, aynı ayaklarda % 1’lik karagenin veya % 0.1 ’lik
histamin ile inflamasyon oluşturuldu.
Karragenin inflamasyonunu takiben, 1 saat ara ile 5 kez, histamin inflamasyonunu takiben, 30 dakika
ara ile 6 kez hayvanların pençeleri ölçüldü. Amitriptilin gruplarının AİE’leri kontrol grubu pençe
ödemi artışlarına göre hesaplandı. Çalışmamızda, amitriptilinin kronik AİE’si, koton-pellet
granüloma testi ile değerlendirildi.
Amitriptilin, karragenin modelinde, sadece 10 mg/kg dozda 1. ve 2. saatlerde %52.56 ve 46.43’lük
AİE göstermiştir (p<0.05). Histamin modelinde ise, amitriptilin 30, 60, 90, 120 ve 150. dakikalarda
sırasıyla %46.23, 40.05, 43.34, 47.67 ve 52.94 oranlarında AİE sergilemiştir (p<0.050). Koton-pellet
granüloma testinde, amitriptilin uygulanan grupta pamuk bilyelerin yaş ağırlıklarında %26.62’lik,
kuru ağırlıklarında ise %31.09’luk anti-proliferatif etki tespit edilmiştir (p<0.05).
Sonuç olarak, amitriptilin akut ve kronik AİE göstermiştir. Akut AİE’si, inflamasyonun erken fazında
salınan bazı nöromediyatörlerin (özellikle histamin) inhibisyonuna bağlı olabilir. Kronik AİE’ye
sahip olması ise depresyonla seyreden bazı kronik inflamatuvar hastalıkların tedavilerinde yer
alabileceğini göstermektedir.
Anahtar Sözcükler: Amitriptilin, inflamasyon, histamin, karragenin, koton-pellet, sıçanlar.
117
ÖZET
Fatma Göksu, Çocuklarda Venöz Kan Alımı Sırasında Kullanılan Sanal Gerçeklik Gözlüğünün
Hissedilen Ağrı Üzerine Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2017.
Araştırma, kan alma işlemi sırasında sanal gerçeklik gözlüğü ile yapılan dikkati dağıtma tekniğinin
çocuğun ağrısını azaltmaya yönelik etkisini belirlemek amaçlı yapılan randomize kontrollü deneysel
bir çalışmadır.
Araştırmanın evrenini Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi
çocuk kan alma polikliniğine Mayıs 2016-Eylül 2016 tarihleri arasında gelen 6-10 yaş arası çocuklar
oluşturmuştur. Örnekleme 40’ı kontrol ve 40’ı deney grubu olmak üzere toplam 80 çocuk alınmıştır.
Çocukların ve ailelerin sosyodemografik özelliklerini belirlemek için Tanıtıcı Bilgi Formu,
çocukların işlem sırasında hissettikleri ağrı düzeyini değerlendirmek için Yüzler Ağrı Kıyaslama
Ölçeği ve Görsel Kıyaslama Ölçeği kullanılmıştır. Deney grubundaki çocuklara kan alma işlemi
süresince sanal gerçeklik gözlüğü ile video izletilmiştir. Verilerin değerlendirilmesi SPSS 19.0 paket
programıyla yapılmıştır.
Deney grubu çocukların işlem sonrası “Yüzler Ağrı Kıyaslama Ölçeğine” verdikleri puanın
ortalamasının 1.02±1.12, “Görsel Ağrı Kıyaslama Ölçeğine” verdikleri puanın ortalaması 1.87±1.97,
kontrol grubu çocukların ise “Yüzler Ağrı Kıyaslama Ölçeğine” verdikleri puanın ortalamasının
2.47±1.83, “Görsel Ağrı Kıyaslama Ölçeğine” verdikleri puanın ortalaması 4.17±3.16 olduğu
belirlenmiş, iki grup arasında ileri düzeyde anlamlı fark olduğu saptanmıştır (p=0.0001 ve p=0.001).
Sonuç olarak kan alma işlemi sırasında çocuklarda ağrıyı azaltmada sanal gerçeklik gözlüğünün etkili
bir yöntem olduğu belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Ağrı, Dikkati başka yöne çekme, Kan alma, Çocuk, Sanal gerçeklik
118
ÖZET
Derya Şahin, Gebelerin Anne Sütü Sağma Teknikleri ve Saklama Koşulları Hakkındaki Bilgi
Düzeylerinin Belirlenmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı
ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2017.
Bu çalışma; gebelerin anne sütü sağma teknikleri ve saklama koşulları hakkındaki bilgi düzeylerinin
belirlenmesi amacıyla yapılmış olup tanımlayıcı tipte bir çalışmadır.
Araştırma evrenini Ankara Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi
yüksek riskli gebe polikliniğine Mart 2016-Temmuz 2016 tarihleri arasında başvuran gebeler
oluşturmuştur. Örnekleme vaka alma kriterlerine uygun, çalışmaya katılmayı kabul eden 390 gebe
alınmıştır. Verilerin toplanmasında “Tanıtıcı Bilgi Formu” kullanılmış olup değerlendirilmesi SPSS
19.0 programıyla yapılmıştır.
Araştırmaya katılan gebelerin %74.6’sı anne sütü sağma tekniklerini duyduklarını ancak %74.1’i
anne sütünü sağmadığını; bu gebelerin %87.9’u sağılmış anne sütünün saklanabileceğini bildiklerini
ifade etmişlerdir. Doğum sonrası ilk altı ay içinde çalışan annelerde anne sütüyle besleme hakkında
eğitim alanların oranı, çalışmayan annelerden anlamlı derecede daha yüksek saptanmıştır (p=0.042).
Anne sütü ile beslemeye yönelik bilgi alma durumu ile gebelerin eğitim düzeyi arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark saptanmıştır (p=0.024). Eğitim seviyesi yüksek olan annelerin anne sütü ile
beslemeyi daha az tercih ettiği saptanmış olup buna karşın bu annelerin anne sütü ile beslemeye
yönelik daha fazla bilgi aldıkları belirlenmiştir.
Sonuç olarak yapılan hemşirelik yaklaşımlarında anne sütü ile beslenme, anne sütü sağma teknikleri
ve anne sütü saklama koşulları konusunda gebelere bilgilendirilme yapılmalı, anne sütünün
kullanılmasına yönelik özendirici girişimlerde bulunulmalıdır.
Anahtar Sözcükler: Anne sütü, Gebe, Anne sütü saklama koşulu, Anne sütü sağma tekniği, Bilgi
düzeyi
119
ÖZET
Selda Türkmen Çoban, Zonguldak İl Merkezi’ndeki Çocuk Kliniklerinde Çalışan
Hemşirelerin, Çocuğun Bakımında Ebeveyn Katılımına Yönelik Tutumlarını Belirlemek.
Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2017.
Bu çalışma hastanede yatan çocuğun bakımına ebeveynlerin katılımı konusunda hemşirelerin
görüşlerini belirlemek amacı ile yapılmış tanımlayıcı bir çalışmadır.
Araştırma, 01 Ekim 2015- Ocak 2016 tarihleri arasında, Zonguldak il merkezinde bulunan Zonguldak
Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi ile Zonguldak Kadın Doğum ve
Çocuk Hastalıkları Hastanesi’nde bulunan çocuk sağlığı ve hastalıkları kliniklerinde yapılmıştır.
Çalışmada örneklem seçimine gidilmemiş olup, 130 hemşire örneklemi oluşturmuştur. Veriler,
araştırmacılar tarafından hazırlanan hemşirelerin sosyo-demografik özelliklerine yönelik Tanıtıcı
Bilgi Formu ve ‘Ebeveyn Katılımı Tutum Ölçeği’ (EKTÖ) ile toplanmıştır.
Çalışmadan elde edilen veriler SPSS 19.0 programı ile değerlendirilmiştir.
Analizlerde Student T testi, Mann-Whitney U ve Kruskal-Wallis varyans analizi kullanılmıştır.
Kruskal-Wallis varyans analizinde alt grupların ikişerli karşılaştırılması Bonferroni düzeltmeli Mann-
Whitney U testi ile yapılmıştır.
Çalışmamızda araştırmaya katılan hemşirelerin iş yaşamı özelliklerine göre EKTÖ puan ortalamaları
değerlendirildiğinde çalışılan hastane, klinik, klinikte çalışılan konum ve aile merkezli bakıma
yönelik bilgi alma durumu arasında anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir (p<0.05).
Anahtar Sözcükler: Çocuğun bakımına ebeveyn katılımı, Aile merkezli bakım, Hemşirelerin
görüşleri.
120
ÖZET
Musa Kıran, Lesitinin Deneysel Mide Ülseri Üzerine Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2017.
Lesitin ilaç ve gıda endüstrisinde kullanılan, bütün vücut hücrelerinin membranlarında yer alan ve
hücre membranına esneklik veren bir maddedir.
Çalışmamızda, sıçanlarda indometazin ile oluşturulan mide ülseri üzerine lesitinin etkisinin olup
olmadığını araştırdık.
Çalışma için sıçanlar 5 gruba ayrıldı. Birinci gruba distile su (10 ml/kg), 2. gruba lesitin (1200 mg/kg),
3.gruba lesitin (2400 mg/kg), 4. gruba famotidin (40 mg/kg) ve 5. gruba pantoprazol (40 mg/kg) oral
yolla uygulandıktan 30 dakika sonra, bütün gruplara indometazin (25 mg/kg- oral) verildi. 6 saat
sonra tiyopental sodyum (50 mg/kg) ile sıçanlar öldürülerek mideleri çıkarıldı, ülser indeksleri ve
grupların ülser inhibisyon oranları hesaplandı. Mide dokuları histopatolojik olarak da incelendi.
Çıkarılan mide dokuları değerlendirildiğinde; düşük doz lesitin (1200 mg/kg) grubundaki sıçanların
hepsinde, yüksek doz lesitin (2400 mg/kg) grubundaki sıçanların 7 tanesinde, famotidin grubundaki
sıçanların sadece 2 tanesinde ülserli alanlar gözlendi. Pantoprazol grubundaki sıçanların ise
hiçbirinde ülserli alanlar tespit edilmedi. Kontrol grubunun ülser indeksi % 6.75±0.81 ve buna göre
grupların (lesitin-I, lesitin-II, famotidin ve pantoprazol) ülser inhibisyon oranları sırasıyla % 45, %57,
%98 ve % 100 olarak hesaplandı, bu oranlar istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Lesitin mukozal
hiperemiyi her iki dozda azaltırken (p<0.05), gastrik erozyon üzerine sadece yüksek dozda olumlu
etkiler göstermiştir (p<0.05). Lesitinin PMNL ve MNL infiltrasyonunda yapmış olduğu azalmalar ise
istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Pantoprazol ve famotidin mukozal hiperemiyi, erozyonu,
PMNL ve MNL infiltrasyonunu belirgin bir şekilde azaltmışlardır.
Sonuç olarak lesitin, sıçanlarda indometazin ile oluşturulan mide hasarında kontrol grubu ile
karşılaştırıldığında hem makroskopik hem de histopatolojik olarak (hiperemi, gastrik erozyonu)
gastroprotektif etkiler göstermiştir.
Anahtar Sözcükler: Lesitin, İndometazin, Mide Ülseri, Sıçan.
121
ÖZET
Musa Özsavran, Ergenlerde Duygusal Esnekliğin Arttırılmasında Bir Sanat Aktivitesinin
Etkisinin Değerlendirilmesi: Mandala. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2017.
Sanat aktiviteleri kaygı, stres, çatışma ve değersizlik gibi duygular yaşayan ergenin, dikkatini başka
yöne çekerek duygusal esnekliğini arttıran ve olumlu duygular yaşamasına yardımcı olan
faaliyetlerdir. Bu araştırmanın amacı, bir sanat aktivitesi yöntemi olan mandala çizme ve boyamanın
duygusal esnekliği arttırmaya etkisinin değerlendirilmesidir.
Araştırma deneysel bir çalışma olarak 1 Ocak- 31 Mayıs 2017 tarihleri arasında Zonguldak ilinde
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir lisenin 9.10. ve 11. sınıflarına devam eden ve araştırmaya
katılmayı kabul eden öğrenciler ile gerçekleştirilmiştir.
Araştırmanın yapıldığı lisenin 9., 10. ve 11.sınıfına devam eden 586 öğrenci evreni oluşturmuştur.
586 kişilik evrenden, bilinmeyen sıklıkla %5 olasılıkla ve %95 güven seviyesi ile en az kişiye (n=254)
ulaşılarak Öğrenci Bilgi Formu, Çocuk ve Genç Psikolojik Sağlamlık Ölçeği (ÇGPSÖ-12), Ergenler
için Olumlu ve Olumsuz Yaşantı Ölçeği (OOYÖ) ve Çocuklar için Öz-yeterlik Ölçeği (ÇÖYÖ)
uygulanmıştır. Elde edilen ilk bulgular çerçevesinde düşük puan alanlardan 41 deney 41 kontrol
grubu atanarak araştırmanın girişimsel kısmı gerçekleştirilmiştir.
Araştırma bulgularına göre; ÇGPSÖ-12 ölçeği puanlarının her mandala seansı sonrası anlamlı
düzeyde artış gösterdiği belirlenmiştir (Uyg. öncesi 35.92±4.2; dördüncü seans: 43.17±7.7; p=0.000).
Dördüncü mandala uygulaması sonunda ÇGPSÖ-12’e göre ÇÖYÖ sosyal öz-yeterlik (r=0.402;
p=0.09), duygusal öz-yeterlik (r=0.192; p=0.22), genel öz-yeterlik (r=0.354; p=0.02), OOYÖ olumlu
yaşantı alt boyutu (r=0.402; p=0.09 ve OOYÖ (r=0.323; p=0.04) puanlarının arttığı saptanmıştır. Bu
bulgular çerçevesinde bir sanat aktivitesi olan mandala uygulamasının ergenlerin duygusal
esnekliğinin (psikolojik sağlamlığını) arttırılmasında etkili bir yöntem olduğu sonucuna varılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Duygusal Esneklik, Ergenlik, Mandala, Öz-yeterlik
122
ÖZET
Ayla Gündoğdu Karakaya, Yenidoğan Bebek Annelerine Verilen Presentasyon ve
Demonstrasyon Destekli Bebek Masajı Eğitiminin Etkinliğinin Değerlendirilmesi. Bülent
Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2017.
Yenidoğan dokunma sayesinde dış dünya ile iletişim kurarak çevresini tanır.
Dokunmanın terapötik uygulanması masajdır. Bebek masajı özel olarak bebeklere uygulanır, anne-
baba-bebek için faydalıdır. Bu çalışma, primipar annelere farklı öğretim yöntemleri kullanılarak
verilen bebek masajı eğitimin etkinliğinin değerlendirilmesi amacıyla yarı deneysel ön test-son test
çalışması olarak yapılmıştır.
Araştırmanın evrenini Karadeniz Ereğli Devlet Hastanesi Kadın Doğum ve Yenidoğan Yoğun Bakım
Servisinde yatan 400 primipar anne oluşturmuştur. 192 primipar anne evren olarak belirlenmiş ve
örneklem seçim kriterlerine uyulmuştur. Verilerin toplanmasında; Kişisel Bilgi Formu, Masaj Bilgisi
Değerlendirme Ön Test- Son Test Formu kullanılmıştır. Annelere kişisel bilgi formu ve ön test
uygulanmış, video gösterimi ve araştırmacı tarafından maket üzerinde masaj uygulaması yapılmıştır.
Devamında annelere maket üzerinde masaj uygulamasını yaptırılmış ve araştırmacı tarafından masaj
evrelerini bilme, doğru şekilde uygulama durumu son test formuna kayıt edilmiştir. Bebek masajı
eğitimi öncesi annelerin %41’inin (n= 79) bebeğine masaj yapabileceği, %93.8’inin (n=180) bebek
masajı yapma konusunda kendisini yeterli hissetmediği belirlenmiştir. Eğitim sonrası annelerin masaj
öncesi hazırlık (p=0.000), masaj sırasında doğru teknikle masajı uygulayabilme(p=0.000), masaj
sonrası bebeği uygun şekilde rahatlatmayı bilme düzeyinin yapabilme düzeyine göre anlamlı olarak
yükseldiği saptanmıştır (p=0.000). Sonuç olarak; masaj bilgisini arttırmak için annelere verilen
eğitimin etkin olduğu, farklı öğretim teknikleri kullanılarak eğitimin etkinliğinin arttığı belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Anne, Bebek Masajı, Eğitim, Yenidoğan
123
ÖZET
Serap Demirel, Hastanede Yatan Çocukların Tıbbi İşlemlere Yönelik Korkularını Azaltmada
Verilen Eğitimin Etkisinin İncelenmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2017.
Çocukların hastaneye yatışlarında tıbbi işlem korkusuna bağlı olarak tedavi sürecini reddetme, içe
kapanma, cezalandırıldığını düşünme, hastanede kalış süresinde artma ve yetişkinlikte de devam eden
korkular gözlenebilir. Araştırmanın amacı; çocuk servislerinde tedavi görmekte olan 7-14 yaş
aralığındaki çocukların tıbbi işlemlere yönelik korkularını azaltmada verilen eğitimin etkisini
incelemektir.
Araştırma ön test-son test kontrol gruplu yarı deneysel bir çalışmadır. Araştırmanın evrenini,
Afyonkarahisar Devlet Hastanesi çocuk servislerinde tedavi gören 7- 14 yaş grubu 2289 çocuk
oluşturmuştur. Power analizine göre hesaplanan örneklem büyüklüğü deney grubunda 45; kontrol
grubunda 45 toplam 90 çocuk üzerinde yapılmıştır. Verilerin toplanmasında; tanımlayıcı bilgi formu
(TBF), tıbbi işlem korku ölçeği (TİKÖ), eğitim videoları, eğitim broşürü ve eğitim maketi
kullanılmıştır. Arştırmanın uygulama aşamasında deney grubuna eğitim programı uygulanmış kontrol
grubuna ise rutin yatış eğitimi verilmiştir. Araştırmaya katılan çocukların %68.9’ unun 7-10 yaş
grubunda olduğu saptanmıştır. Deney ve kontrol grubundaki çocukların eğitim sonrası TİKÖ toplam
puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğu saptanmıştır (p<0.001).Deney
ve kontrol grubundaki çocukların eğitim sonrası TİKÖ alt boyutlarının işlemsel maddeler, çevresel
maddeler, kişisel maddeler ve kişilerarası maddelere ait elde edilen puan ortalamaları açısından
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu saptanmıştır (p<0.001).Sonuç olarak; hastaneye yatan
çocuklara verilen eğitim programının tıbbı işlem korkusunu ileri düzeyde azalttığı belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Tıbbi işlem korkusu, Okul çocuğu, Hastane, Hemşire
124
ÖZET
Pelin Tuncer Çoban, Varis Ameliyatı Olan Hastaların Ameliyat Öncesi ve Ameliyat Sonrası
Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Hemşirelik Anabilim Dalı, Cerrahi Hastalıklar Hemşireliği Yüksek Lisans Programı, Yüksek
Lisans Tezi, Zonguldak, 2017.
Varis problemi, bireylerde görsel sorun oluşturmanın yanı sıra; bireylerin günlük yaşam aktivitelerini
yerine getirmelerine de engel olmakta ve yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Günümüzde, varis tedavisinde minimal invaziv işlemler sıklıkla kullanılmakta ve bireylerin yaşam
kalitelerini olumlu yönde etkilemektedirler.
Araştırma, varis problemi olan hastaların minimal invaziv işlem öncesi ve sonrası yaşam
kalitelerindeki değişimi belirlemek amacıyla, kesitsel tipte bir araştırma olarak gerçekleştirildi.
Araştırma, 16.05.2016-30.03.2017 tarihleri arasında minimal invaziv işlemler ile ameliyat olan 150
hastanın ameliyat öncesi ve sonrası yaşam kaliteleri değerlendirilerek karşılaştırıldı. Veriler, SPSS
22.0 programında hastaların sosyo-demografik ve klinik özelliklerinin incelenmesinin (Frekans,
Yüzde, Ortalama, Standart Sapma) yanı sıra normal dağılımın incelenmesi için de Kolmogorov -
Smirnov dağılım testi kullandı. İki grup arasında, niceliksel verilerin karşılaştırılmasında Mann
Whitney U testi kullanıldı. İkiden fazla grup arasında, normal dağılım göstermeyen parametrelerin
karşılaştırmalarında Kruskal Wallis testi ve farklılığa neden olan grubun tespitinde Mann Whitney U
testi kullanıldı.
Wilcoxon işaret testi, iki grup arasında parametrelerin karşılaştırmalarında kullanıldı. Elde edilen
bulgular 0.05 anlamlılık düzeyinde değerlendirildi.
Araştırmada, kadınlarda, 51-60 yaş arası bireylerde, BKİ>30 olan bireylerde, gebelik öyküsü olan
bireylerde varis görülme oranının daha yüksek olduğu ve yaşam kalitesi düzeylerinin daha düşük
olduğu saptandı. Ayrıca minimal invaziv işlemler ile ameliyat olan hastalarda; ameliyat sonrası
hastalığın klinik şiddetinin azaldığı ve yaşam kalitesinin olumlu yönde düzeldiği gözlemlendi.
Anahtar Sözcükler: Venöz yetmezlik, Yaşam kalitesi, Varis, Hemşirelik bakımı, Varis çorabı
125
ÖZET
Sevda Doğru, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine Prematüre Bebeği Yatan Ebeveynlere
Verilen Yatış Eğitiminin Stres Düzeylerine Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2017.
Bu çalışma, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’ne (YDYBÜ) prematüre bebeği yatan ebeveynlerin
stres düzeylerini azaltmaya yönelik verilen yatış eğitiminin etkinliğini değerlendirmek amacı ile yarı
deneysel tipte planlanmış olup, ön test (eğitim öncesi) son test (eğitim sonrası) tek gruplu bir
araştırma olarak yapılmıştır. Eğitim öncesi ebeveynlerin onamları alındıktan sonra bebeğini ilk kez
görmesi sağlanmış ve ebeveynlere “YDYBÜ Anne-Baba Stres Ölçeği” uygulanmıştır. Uygulama
aşamasında “YDYBÜ Ebeveynlere Yatış Eğitimi Kitapçığı” eşliğinde ebeveynlere eğitim verilmiş
ve eğitim sonunda kitapçık ebeveyne teslim edilmiştir. Eğitim sonrası aşamada ise tekrar ebeveynlere
“YDYBÜ Anne-Baba Stres Ölçeği” uygulanmıştır.
Araştırmaya katılan ebeveynlerin Anne-Baba Stres Ölçeği ve alt gruplarının puan ortalamaları
incelendiğinde; 1. ve 2. değerlendirmede, eğitim öncesi ve sonrası Anne-Baba Stres Ölçeği toplam
puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğu saptanmıştır (p<0.05). 1. ve 2.
değerlendirmede eğitim öncesi ve eğitim sonrası ölçeğin “Bebeğin Görünümü ve Davranışları” ile
“Bebekle İlişki ve Anne Baba Rolü” alt boyutları puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık olduğu görülmüştür (p<0.05). Ancak 1. ve 2. değerlendirmede, eğitim öncesi ve
sonrası “Görüntü ve Sesler” alt boyutunda puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık görülmemiştir (p>0.05). Sonuç olarak; YDYBÜ’ne prematüre bebeği yatan ebeveynlerin
stres düzeylerini azaltmak için verilen yatış eğitiminin ebeveynlerin stresini azalttığı sonucuna
varılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Prematüre bebek, Yenidoğan yoğun bakım, Yatış eğitimi, Ebeveyn, Stres
126
ÖZET
Necmi Keskin, Farklı El Tercihi Olan Bireylerde Üst Ekstremite Kompozisyonu ile
Fonksiyonları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Anatomi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak 2017.
İnsanların el tercihlerinde ağırlıklı olarak sağ ya da sol el baskın olarak kullanılmaktadır. El tercihi,
taraf tercihinin saptanmasında çok yaygın kullanılan bir değerlendirmedir ve ellerin asimetrik
kullanımını yansıtmaktadır. Nöropsikolojik araştırmaların çoğunda ve asimetrilerin insan davranışları
üzerindeki etkisinin araştırmasında el tercihinin değerlendirilmesi standart bir prosedürdür. Bu
çalışmamızda biz de farklı el tercihi olan bireylerde baskın olan ve baskın olmayan taraf arasındaki
fonksiyonel ve yapısal farklılığı ortaya koymak amacıyla el ve parmak kavrama kuvvetleri ile üst
ekstremitenin segmental vücut kompozisyonunu araştırmayı amaçladık.
Araştırmamızda, 18-25 yaş arası 172 (68 solak, 104 sağlak) Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Diş Hekimliği Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü ve Hemşirelik Bölümü öğrencilerine
cinsiyet farkı gözeterek dominant ve dominant olmayan ektremiteleri belirlendi ve üzerine bazı
antropometrik ölçümler, el kavrama, parmak kavrama ve biyoelektriksel empedans analizi yöntemi
ile vücut kitle endeksleri alındı. Bunun sonucunda da grubunun yapısal ve fonksiyonel özellikleri
üzerinde karşılaştırmalar yapıldı.
El kavrama kuvveti anahtar parmak kavrama kuvveti ve cımbız parmak kavrama kuvveti arasında
kolun yağ oranı arttıkça kavrama kuvvetlerinin azaldığı, kolun yağsız kütlesi ve kolun tahmini kas
kütlesinin arttıkça kavrama kuvvetinin arttığını bulduk. Sağlakların dominant ve nondominant elleri
arasında cımbız parmak kavrama kuvveti açısından anlamlı bir fark bulduk (p<0,05). Ancak
solaklarda bu fark saptanmadı (p>0,05). Ayrıca sağlakların dominant elleri ile nondominant elleri
arasında el kavrama kuvveti bakımından benzer çalışmaların aksine anlamlı bir fark bulamadık
(p>0,05). Bu araştırmada, Biyoelektriksel İmpedans Analizi Yöntemi ve el kavrama kuvveti, parmak
kavrama kuvvetleri ile el tercihi arasındaki ilişki incelenmiş olup, elde ettiğimiz verilerin gelecekte
yapılabilecek araştırmalara yol gösterici olabileceği düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Vücut Kompozisyonu, El Kavrama Kuvveti, Anahtar Parmak Kavrama
Kuvveti, Cımbız Parmak Kavrama Kuvveti, Üst Ekstremite
127
ÖZET
Hülya Ertop, Özel Sektör Maden İşçilerinde İşyeri Ortam Faktörlerinin Anksiyete Düzeyi
Üzerine Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi Halk Sağlığı Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak 2017.
Madencilik sektörü doğası gereği birçok risk faktörünü bünyesinde barındırmaktadır.
Bu nedenle bilgi, tecrübe, uzmanlık ve sürekli denetim gerektiren ağır şartlara sahip bir iş koludur.
Madencilik sektörünün özel sektör aracılığı ile yürütülmesinden kaynaklı riskler de olabileceği göz
önünde bulundurulmalıdır. İşçiler çalışma ortamından kaynaklı birçok problem ile karşı karşıya
kalmaktadır. Bu kesitsel çalışma Özel Akkurt Maden işletmesinde bulunan işyeri ortam faktörlerinin
işçilerde oluşturduğu anksiyete düzeyine etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
İşçilerin %13.8’sinda minimal üzeri anksiyete saptanmıştır. Anksiyete düzeyi üzerine aydınlatma,
ortamın nem düzeyi, çalışılan ortamın güvenli ve sağlıklı bir ortam olmaması, yeterli sağlık ve
güvenlik tedbirinin alınmaması, bedensel ve ruhsal anlamda aşırı iş yükü, geçim sıkıntısı yaşama,
aldıkları eğitime ve yeteneklerime uygun bir işte çalışmamak, hata yapma korkusu yaşamak ortam
faktörlerinin anlamlı etkisinin olduğu, titreşim, gürültü, sıcaklık, her an kazaya uğrama düşüncesi,
sağlığın geri dönüşümsüz olarak etkilenmesi, toz düzeyi, havalandırma yeterliliği, ergonomik
faktörler, işten çıkarılma düşüncesi, işçilerin görüşü alınmadan işleri ile ilgili değişiklik yapılması,
yapılan iş karşılığında hak ettiği ücreti almak, özel yaşamdaki sorunlar, yönetici ve iş arkadaşları ile
ilişkiler, yasal düzenlemeler, sosyal güvence konusunda endişelerin varlığının ise anksiyete düzeyi
üzerine anlamlı etkisinin olmadığı tespit edilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Kömür madenciliği, İşyeri ortam faktörleri, İşçi Sağlığı
128
ÖZET
Aylin Kurt, Çocuklarda Postoperatif Ağrının Giderilmesinde Dikkati Başka Yöne Çekme
Tekniklerinin (Parmak Kukla Oyunları) Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2017.
Oyun, hastanede çocuğun stres yaratan olaylar ile baş edebilmesi ve ev ile hastane arasında bağ
kurarak atravmatik bakım verilmesi için büyük önem taşımaktadır. Bu araştırma, Doğu Ontario
Çocuk Hastanesi Çocuklarda Postoperatif Ağrı Ölçeği’nin (DOÇHÇPAÖ) Türkçe uyarlamasını
yapmak ve çocuklarda postoperatif ağrının giderilmesinde dikkati başka yöne çekme tekniklerinin
(parmak kukla oyunları) etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
İlk aşamada, Zonguldak Kadın doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastenesi’nde Nisan-Haziran 2016
arasında DOÇHÇPAÖ Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalışması gerçekleştirilmiştir. Ön uygulamada
20, ölçeğin uygulanmasında 60 çocuk ile çalışılmıştır. Güvenirlik için bağımsız gözlemciler
(araştırmacı-hemşire) arası uyum ve paralel form (DOÇHÇPAÖ–Wong Baker Ölçeği) güvenirliğine
bakılarak yüksek korelasyon oranları elde edilmiştir (%98.6,%94.8) (%94.4,%94.1). Geçerlik için
yapılan faktör analizleri, kabul edilebilir seviyedeydi. Cronbach alfa değeri 0.912 olarak tespit
edilmiş ve ölçeğin güvenirliği ve geçerliği sağlanmıştır.
İkinci aşamada, günübirlik cerrahi müdahale geçiren bir çocuğun ağrısının kukla oyunu ile
azaltılabilme ve ebeveynlerin bu durumdan memnuniyet durumlarını belirlemek için girişimde
bulunulmuştur. Bu aşama, aynı hastanede Haziran-Ağustos 2016 arasında ameliyat olan 90 çocuk ile
yapılmıştır. Çocuklar; kontrol (rutin tedavi), deney 1 (hemşirenin kukla oyunu oynadığı) ve deney 2
(ebeveynin kukla oyunu oynadığı) grubuna randomize atanmıştır. Müdahale sonrası çocuklara
DOÇHÇPAÖ, ebeveynlere PedsQL Sağlık Bakımı Ebeveyn Memnuniyet Ölçeği Versiyon 3.0
uygulanmıştır. Kontrol grubundaki çocukların ağrısı deney 1 ve deney 2 grubundakilerden yüksek
bulunmuştur (p=0.000<0.05). Kontrol grubundaki ebeveynlerin memnuniyeti, deney 1 ve deney 2
grubundakilerden düşük bulunmuştur (p=0.00<0.05). Bu bulgular, parmak kukla oyununun
çocuklarda postoperatif ağrının giderilmesinde etkili olduğunu göstermektedir.
Anahtar Sözcükler: Çocuk cerrahisi, Postoperatif ağrı, Ağrı Yönetimi, Dikkati başka yöne çekme,
Kukla oyunu
129
ÖZET
Meryem Ergenç, Melatoninin Diabetik Sıçanlarda Depresyon Benzeri Davranış ve AGE
Düzeylerine Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Fizyoloji Anabilim
Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2018.
Diyabette depresyon ve anksiyete gibi nöropsikiyatrik hastalıklar sıklıkla gözlenmektedir. Çeşitli
çalışmalarda depresyon ve anskiyete ile ilişkili beyin alanları olan hipokampüs ve prefrontal korteks
(PFC)’de advanced glycation end product (AGE) düzeylerinin arttığı gösterilmiştir. Amacımız
diyabetik sıçanlarda antioksidan ve antiinflamatuar etkileri bilinen melatoninin anksiyete ve
depresyon benzeri davranış ile hipokampüs ve PFC’de AGE ve S100 kalsiyum bağlayıcı protein B
(S100B) düzeyleri üzerine etkisini incelemektir. Çalışmamızda 36 adet erkek Wistar-Albino cinsi
sıçan kullanıldı ve streptozotosin (STZ) (60 mg / kg) ile diyabet oluşturulduktan sonra 4 hafta süre
ile melatonin (10mg/kg) uygulandı. Hayvanlar; 1) diyabet+melatonin uygulanan grup (n:10), 2)
diyabetik kontrol (n:10), 3) normoglisemik kontrol (n:8), 4) normoglisemik+ melatonin uygulanan
grup (n:8) olacak şekilde 4 gruba ayrıldı. Tüm gruplara, elevated plus maze (EPM) testi ve zorlu
yüzme testi (FST) uygulanarak anksiyete ve depresyon benzeri davranışları test edildi. AGE ve
S100B düzeyleri alınan hipokampüs ve PFC örneklerinden ELISA ile ölçüldü. Gruplar arasındaki
farklar Kruskal-Wallis ile, ardından post-hoc Bonferroni testi ile gruplar içindeki farklar
değerlendirildi. Davranış testlerinin sonuçlarına göre diyabetik sıçanlarda anksiyete ve depresyon
benzeri davranışların arttığı fakat melatonin uygulanan diyabetik sıçanlarda her iki davranışın da
azaldığı görülmüştür.
Çalışmamızda diyabetle PFC’de ve hipokampüste AGE düzeylerinin arttığı, S100B içeriğinin ise
azaldığı görülmüştür. Diyabette melatonin uygulaması ile bu alanlardaki AGE düzeylerini azalttığı
ve S100B seviyelerinin ise korunduğu saptanmıştır. Sonuç olarak, diyabet ile ilgili davranış
değişiklikleri melatonin ile engellenebilmiştir. Melatoninin antidepresan ve anksiyolitik etkilerini
beyin dokularında AGE düzeylerini düşürerek ve S100B düzeylerini koruyarak oluşturduğu ilk kez
çalışmamızda gösterildi.
Anahtar Sözcükler: Diyabet, AGE, S100B, Depresyon benzeri davranış, Anksiyete benzeri
davranış, Melatonin
130
ÖZET
Gaye Erdoğan, 1-7 Yaş Arasındaki Çocuklarda Ameliyat Sonrası Ağrının Ebeveyn, Hemşire
ve Bağımsız Bir Gözlemci Tarafından Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim Dalı, Cerrahi Hemşireliği Hastalıkları Hemşireliği
Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2018.
Araştırma, Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Çocuk Cerrahisi Kliniği’nde 1-7 yaş arasındaki çocuklarda ameliyat sonrası ağrının; ebeveyn,
hemşire ve bağımsız bir gözlemci tarafından değerlendirilmesindeki farklılıkları karşılaştırmak
amacıyla kesitsel tipte tanımlayıcı olarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini 236 çocuk
hasta oluşturmuştur.
Veriler, 01.04.2016 ve 01.10.2016 tarihleri arasında; “Çocuk Bilgi Formu”, “Ebeveyn Bilgi Formu”,
“Hemşire Bilgi Formu”, ağrı şiddetini belirlemeye yönelik “Sayısal Derecelendirme Ölçeği (NRS=
Numering Rating Scale)” ve “Wong-Baker Yüzler Ağrı Derecelendirme Ölçeği” ile toplanmıştır.
Araştırmanın uygulanabilmesi için Bülent Ecevit Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu
Başkanlığı’ndan ve Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’nden yazılı izin alınmıştır. Araştırmanın yürütüldüğü Çocuk Cerrahisi Kliniği’nde görevli
hekim ve hemşirelere araştırmanın içeriği hakkında bilgi verilmiş ve onamları alınmıştır. Örnekleme
dahil edilecek çocuk hastaların ebeveynlerinden “Bilgilendirilmiş Olur Formu” doğrultusunda;
araştırmanın amacı, uygulanışı, istedikleri zaman araştırmadan çekilebilecekleri, araştırmanın
kendilerine zarar vermeyeceği konusunda bilgilendirilerek izinleri alınmıştır.
Araştırmada verilerin değerlendirilmesinde, SPSS 18.0 istatistik analiz paket programı kullanılmıştır.
Veriler, tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerin yanı sıra dağılım ölçülerinden standart sapma, iki
bağımsız grubun ağrı puanlarının karşılaştırılmasında bağımsız değişkenlerde t testi, üç ve üzeri
bağımsız grubun ağrı puanlarının karşılaştırılmasında tek yönlü ANOVA, Kruskal Wallis testi ve
sınıf içi korelasyon katsayısı ile değerlendirilmiştir.
Araştırmada, ameliyat olan çocuk hastaların, ameliyat sonrası servise ilk kabulü sırasında Sayısal
Derecelendirme Ölçeği’ne göre; ebeveyn, hemşire ve bağımsız gözlemcinin ağrı puanlama skorları
0.676 sınıf içi korelasyon katsayısı ile uyumsuz bulunmuştur (p<0.05). Çocuk hastanın ameliyat
sonrası servise kabulünden iki saat v
sonra ise ebeveyn, hemşire ve bağımsız gözlemci arasındaki ağrı puanlama skorları 0.702 sınıf içi
korelasyon katsayısı ile iyi düzeyde uyumlu bulunmuştur (p<0.05).
Araştırmada, Wong-Baker Yüzler Ağrı Derecelendirme Ölçeği’ne göre; ebeveyn, hemşire ve
bağımsız gözlemci arasındaki çocuğun ağrısını değerlendirmede, servise ilk kabul sırasında (0.696
131
sınıf içi korelasyon katsayısı) ve servise kabulden iki saat sonrasında (0.684 sınıf içi korelasyon
katsayısı) verilen ağrı puanlama skorları uyumsuz olarak saptanmıştır (p<0.05).
Sonuç olarak, ameliyat sonrası çocuk hastalardaki ağrı düzeyini ebeveynlerin hemşire ve bağımsız
gözlemciye göre daha yüksek bulduğu saptanmıştır. Bu araştırma ile ebeveynlerin, hemşirelerin ve
bağımsız gözlemcinin çocuklardaki ağrı ve ağrı yönetimi konusunda eğitimlerle bilgilerinin
güçlendirilmesi gerektiği belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Ağrı değerlendirme, Ameliyat sonrası ağrı, Çocuk hasta, Ebeveyn, Hemşire.
132
ÖZET
Feyza Taşdemir, Meme Cerrahisi Öncesi Gece Uykusu Özelliklerinin Ameliyat Sonrası Ağrıya
Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Ana Bilim Dalı
Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Programı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2017.
Bu araştırma, meme ameliyatı öncesi hastaların uyku özelliklerinin ameliyat sonrası ağrıyla ilişkisini
incelenmesi amacıyla yürütüldü.
Araştırma tanımlayıcı olarak, Mayıs 2016- Mayıs 2017 tarihleri arasında Bülent Ecevit Üniversitesi
Sağlık Uyulama Araştırma Merkezi genel cerrahi kliniğinde yürütüldü. Araştırmanın örneklemini,
araştırmaya katılmayı kabul eden, ilk defa meme ameliyatı olması planlanan ve olasılıksız rastlantısal
örnekleme yöntemi ile seçilen 30 hasta oluşturdu. Bülent Ecevit Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik
Kurulu’ndan ve Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Uyulama Araştırma Merkezi Müdürlüğünden
yazılı izin alındı. Veriler hasta tanıtım formu, Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi ve Kısa Ağrı
Envanteri kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemiyle toplandı. Uykuya ilişkin veriler ise aktigrafi
yöntemi ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde kategorik değişkenlere ait tanımlayıcı
istatistikler frekans ve yüzde, sürekli değişkenler ortalama ve standart sapma ile verilmiştir. Normal
dağılım göstermeyen sürekli değişkenler arasındaki ilişki Spearman korelasyon ve kısmi korelasyon
analizi ile incelenmiştir.
Hastaların Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi toplam puan ortalaması 3.70±1.57 olduğu, ameliyattan
önceki gece uyku etkinliğinin (%) ortalama 87.97±3.35, yatakta kalma sürelerinin 228±89.05 dakika
(3 saat 48 dakika±1 saat 29 dakika) , uyku sürelerinin ise 199±85.36 dakika (3 saat 19 dakika± 1 saat
25 dakika) olduğu saptandı.
Hastaların uyku etkinliği, yatakta kalma ve uyku süreleri ile ameliyat sonrası ağrı puan ortalamaları
arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı.
Sonuç olarak meme ameliyatı öncesi gece uykusu ve özelliklerinin ameliyat sonrası ağrı düzeyi ile
arasında ilişki olmadığı saptandı.
Anahtar Sözcükler: Uyku, Ameliyat sonrası ağrı, Meme cerrahi
133
ÖZET
Sercan Zor, Hastaların Meme Ameliyatı Sonrası İlk 24 Saat Uyku Özelliklerinin Aktigrafi
Yöntemi İle Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Hemşirelik Ana Bilim Dalı, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak,
2017.
Bu araştırma, hastaların meme ameliyatı sonrası ilk 24 saat uyku özelliklerinin aktigrafi yöntemi ile
değerlendirilmesi amacıyla yürütüldü.
Araştırma tanımlayıcı olarak, Mayıs 2016- Mayıs 2017 tarihleri arasında Bülent Ecevit Üniversitesi
Sağlık Uyulama Araştırma Merkezi genel cerrahi kliniğinde yürütüldü. Araştırmanın örneklemini,
araştırmaya katılmayı kabul eden, ilk defa meme ameliyatı geçiren ve olasılıksız rastlantısal
örnekleme yöntemi ile seçilen 35 hasta oluşturdu. Bülent Ecevit Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik
Kurulu’ndan ve Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Uyulama Araştırma Merkezi Müdürlüğünden
yazılı izin alındı. Veriler Veri Toplama Formu, Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi ve Uyku Düzenini
Etkileyen Etmenler Formu kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemiyle toplandı. Ameliyat sonrası
uykuya ilişkin veriler ise aktigrafi yöntemi ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde kategorik
değişkenlere ait tanımlayıcı istatistikler frekans ve yüzde, sürekli değişkenler ortalama ve standart
sapma ile verilmiştir. Normal dağılım göstermeyen sürekli değişkenler arası ilişki Spearman
korelasyon ve kısmi korelasyon analizi ile incelenmiştir.
Hastaların Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi toplam puan ortalaması 3.82±1.74 olduğu, gece uyku
etkinliğinin (%) ortalama 88.59±3.84, yatakta kalma sürelerinin 201.60±80.71 dakika, uyku
sürelerinin ise 183.00±70.43 dakika olduğu saptandı.
Hastaların Uyku Düzenini Etkileyen Etmenler Formundan en az 77 en fazla 119 puan aldıkları ve
ortalama puanın 88.74±7.81 olduğu belirlendi.
Sonuç olarak meme ameliyatı sonrası hastaların uyku özelliklerinin etkilendiği ve uyku sürelerinin
azaldığı saptandı.
Anahtar Sözcükler: Uyku, Ameliyat sonrası, Hemşirelik
134
ÖZET
Bircan Taşçı, Miadında Doğan Bebeklerde Anne Sütü Kokusunun Sakinleştirici Etkisi. Bülent
Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği
Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2018.
Araştırma, yenidoğanlarda topuk kanı alınmasına bağlı ortaya çıkan akut ağrıyı azaltmada anne sütü
ve formül süt kokularının etkisini değerlendirmek ve bu kokuların kalp atım hızı, oksijen saturasyonu,
ağlama süresi ve kortizol düzeyine etkisini incelemek amacıyla deneysel bir tasarım olarak
gerçekleştirilmiştir.
Araştırma verileri, Zonguldak Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Bebek Odası
kliniğinde Mart 2017 ile Aralık 2017 tarihleri arasında ve vaka seçim kriterlere uyan 84 yenidoğan
bebekten elde edilmiştir. Çalışmadaki tüm yenidoğanlar ilk aşamada beslenmesine göre anne sütü ile
beslenenler, anne sütü ve formül süt ile beslenenler olmak üzere iki gruba ayrıldı. Sadece anne sütü
ile beslenen yenidoğanların yirmi bir tanesine anne sütü koklatılmış (1. Grup), yirmi bir tanesine ise
formül süt (2. Grup) koklatılmıştır. Anne sütü ve formül süt ile beslenen yenidoğanların yirmi bir
tanesine anne sütü koklatılmış (3. Grup), yirmi bir tanesine ise formül süt (4. Grup) koklatılmıştır.
Topuk kanı alma işleminden önce, işlem sırasında ve sonrasında ağrı düzeyleri NIPS (Yenidoğan
Ağrı Ölçeği) ile değerlendirilmiş, kalp atım hızı ve oksijen saturasyonu pulse oksimetre ile
ölçülmüştür. İşlemden önce ve sonra yenidoğanlardan tükürük numuneleri alınarak kortizol düzeyleri
ölçülmüştür. Yenidoğanların işlem sırasındaki ağlama süreleri kronometre ile kaydedilmiştir. Veriler
SPSS 18 paket programı ile değerlendirilmiştir. Topuktan kan alma sürecinde anne sütü koklatılan
yenidoğanların, formül süt koklatılan yenidoğanlara göre girişim sırasında ve sonrasında daha az ağrı
hissettikleri, stres hormonlarında daha az yükseliş olduğu, yaşam bulgularında ise kalp atım hızı daha
az yükseliş gösterirken, oksijen saturasyonu daha az düşüş gösterdiği belirlenmiştir. Yenidoğanların
anne sütüne ek olarak formül süt ile beslenirken her iki kokuya aşina olmalarına rağmen anne sütü
kokusunun formül süt kokusuna göre ağrıyı hafifletmede daha etkili olduğu belirlenmiştir. Sonuç
olarak; bu çalışma anneye ait kokuların, girişimsel ağrıyı azaltmada etkin bir yöntem olduğunu
göstermektedir.
Anahtar Sözcükler: Ağrı, Anne sütü, Koku, Yenidoğan
135
ÖZET
Sümeyye Yaşar Kivik, Epidural Anestezi ile Doğum Yapan Primipar Annelerde Erken Ten
Temasının Emzirme Üzerindeki Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2018.
Bu çalışma, epidural anestezi ile vaginal doğum yapan primipar annelerde erken ten temasının
emzirme üzerindeki etkisini tespit etmek amacıyla deneysel bir çalışma olarak planlanmıştır. Çalışma
Zonguldak Kadın Doğum ve Çocuk hastalıkları Hastanesi’nde epidural anestezi ile vaginal doğum
yapan, 30 deney ve 30 kontrol grubundan oluşan 60 primipar annelerle gerçekleştirilmiştir. Verilerin
toplanmasında, LATCH emzirme ölçüm aracı ve veri toplama formu kullanılmıştır. Deney grubuna
bebek doğar doğmaz ten teması uygulanmış, kontrol grubuna ise hastane protokolleri uygulanmıştır.
Veriler SPSS 16 programı ile değerlendirilmiştir. Çalışma sonucunda, kontrol grubunda ev hanımı
oranının deney grubundan daha yüksek olduğu (p=0.005), deney ve kontrol grubundaki annelerin
gebelik süresince emzirme ile ilgili eğitim alma durumları bakımından istatistiksel olarak anlamlı
fark olduğu saptanmıştır (p=0.028). Gruplar arasında annelerin doğumdan sonra ilk emzirdikleri
zaman bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu saptanmıştır (p=0.038).
Deney grubunda ilk 30 dakika içerisinde emzirme oranının kontrol grubundan yüksek olduğu
saptanmıştır (p=0.012). Eğitim alan ve ten teması uygulanan anneler bebeklerini ilk 30 dakika
içerisinde daha iyi emzirdikleri belirlenmiştir. Ten teması yaptırılan deney grubundaki anneler, ten
teması sırasında spontan olarak yardımla emzirebilmiş ve kontrol grubundan anlamlı düzeyde yüksek
bulunmuştur. Deney grubunda ten teması sırasında spontan ve yardımla emzirme oranı kontrol
grubundan anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur (p=0.048). Deney ve kontrol grubunda 1.saat
LATCH ölçeği toplam puanları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p=0.349;
p>0.05). Ancak 24.saat LATCH ölçeği toplam puanları arasında ise istatistiksel olarak anlamlı
farklılık saptanmıştır (p=0.009; p<0.01).
Deney grubu olguların LATCH ölçeği toplam puanları, kontrol grubundan daha yüksek olduğu
bulunmuştur.
Anahtar Sözcükler: Epidural anestezi, Vaginal doğum, Ten teması, Emzirme
136
ÖZET
Öznur Yılmaz, Okul Öncesi Çocuklarda Oyun Terapinin Ayrılık Kaygısı Üzerine Etkisinin
Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2018.
Oyun döneminden sonra gelen okul öncesi dönem; çocukların biraz daha sosyalleşip grup ve
sembolik oyunları ortak gerçekleştirdiği bir dönemdir. Bu yaş grubu çocukların sosyalleşmesini
geciktiren önemli bir neden ayrılık kaygısıdır.Oyunun etkili olarak kullanıldığı oyun terapi bu
çocuklarda sorunun çözümlenmesinde önemli bir yere sahiptir.
Araştımanın amacı; okul öncesi çocuklarda oyun terapisinin ayrılık kaygısı üzerine etkisini
değerlendirmektir. Araştırma ön test-son test kontrol gruplu deneysel bir çalışmadır.
Araştırmanın evrenini, Kozlu Merkez Anaokulu ve Kozlu Fatih Anaokulu'nda eğitim gören 3-5 yaş
grubu 292 okul öncesi çocuk oluşturmuştur. Power analizine göre hesaplanan örneklem büyüklüğü
deney grubunda 30; kontrol grubunda 30 toplam 60 okul öncesi çocuk üzerinde yapılmıştır. Verilerin
toplanmasında; demografik bilgi formu, yeniden düzenlenen okul öncesi kaygı ölçeği ve yuva
çocukları için ayrılma kaygı ölçeği (öğretmen formu) kullanılmıştır.
Yuva çocukları için ayrılma kaygı ölçeği toplam puan ortalaması eğitim öncesi ve eğitim sonrası
kendi aralarındaki değişim değerlendirildiğinde; deney grubunda olan çocukların eğitim sonrası
ayrılık kaygısındaki düşüş kontrol grubuna göre daha fazladır. Her iki grupta da ayrılık kaygısındaki
düşüş istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.000). Yeniden düzenlenen okul öncesi kaygı
ölçeği toplam puan ortalaması ve alt maddeleri eğitim öncesi ve eğitim sonrası kendi aralarındaki
değişim değerlendirildiğinde; deney grubunda olan çocukların eğitim sonrasında meydana gelen
ayrılık kaygısındaki düşüş istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.000). Kontrol grubunda ise
eğitim sonrasında meydana gelen düşüş istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç
olarak; anaokulunda eğitim gören okul öncesi çocuklara uygulanan oyun terapi programı, ayrılık
kaygısını büyük ölçüde azalttığı belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Okul öncesi çocuklar, Ayrılık kaygısı, Oyun, Oyun terapi
137
ÖZET
Tülin Kurt, Yoğun Bakım Hastalarını Mekanik Ventilasyondan Ayırma Sürecinde Doğa
Temelli Ses Terapisinin Etkisi. Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim Dalı, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Yüksek Lisans Tezi,
Zonguldak, 2018.
Cerrahi girişim sonrası yoğun bakımda mekanik ventilasyon desteği alan hastalarda mekanik
ventilasyon uygulamasının, yararlı etkilerinin yanısıra zararlı fizyolojik ve psikolojik etkileri
bulunmaktadır. Bu nedenle, hastanın zamanında, güvenli bir şekilde mekanik ventilasyondan
ayrılması ve işlemin başarısını artırmak amacıyla hastanın hemodinamik parametrelerinin, ağrı ve
anksiyete düzeyinin stabilitesini sağlamak oldukça önemlidir.
Araştırma, cerrahi yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların mekanik ventilasyondan ayırma
sürecinde uygulanan doğa temelli ses terapisinin etkisini incelenmek amacıyla, randomize kontrollü
deneysel araştırma olarak gerçekleştirildi.
Araştırmada, 01/06/2016 - 01/07/2017 tarihleri arasında 30 dakika süreyle doğa temelli ses terapisi
eşliğinde gözleri kapatılarak 34 hasta ventilatörden ayrıldı. Diğer 34 hastanın doğa temelli ses terapisi
dinletilmeden kulaklık ile gözleri kapatıldı. Her iki uygulama öncesi 0.dk, uygulama sonrası 30.dk,
ventilatörden ayırmanın 0., 10. , 20. ve 30.dk’sında hastaların arteriyel sistolik ve diyastolik kan
basınçları, kalp atım hızları, solunum sayıları, oksijen satürasyonu değerleri, ağrı ve anksiyete
düzeyleri değerlendirilerek karşılaştırıldı. Verilerin analizinde SPSS 24.0 programında tanımlayıcı
istatistiksel yöntemler, parametrelerin gruplararası karşılaştırmasında t testi ve tekrarlı ölçümlerde iki
yönlü ANOVA kullanıldı. Elde edilen bulgular, 0.05 anlamlılık düzeyinde yorumlandı.
Araştırmada; deney ve kontrol grubundaki hastaların ortalama sistolik ve diyastolik arteriyel kan
basınçları, kalp atım hızları ve solunum hızları, uygulama yöntemlerine ve ölçüm zamanlarına göre
elde edilen bulguların, klinik ve istatistiksel açıdan anlamlı farklılık gösterdiği (p<0.001), ortalama
oksijen satürasyonlarının anlamlı farklılık göstermediği bulundu (p>0.05). Deney grubunun ağrı,
ajitasyon ve anksiyete seviyelerinin, kontrol grubuna göre klinik açıdan anlamlı olarak düşük olduğu
(p<0.001), uygulama yöntemlerine ve ölçüm zamanlarına göre de ileri düzeyde istatistiksel olarak
anlamlı farklılık gösterdiği belirlendi (p<0.001). vi
Anahtar Sözcükler: Yoğun bakım hastası, Ameliyat sonrası dönem, Ekstübasyon, Doğa temelli ses
terapisi, Hemşire
138
ÖZET
Merve Yanık, Nebülizatör Tedavisi Alan 3-6 Yaş Grubu Çocuklarda Oyuncak Tipi Nebülizatör
İle Verilen Eğitimin Etkinliğinin Değerlendirilmesi. Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi,
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek
Lisans Tezi, 2018.
Araştırma, 3-6 yaş grubu nebülizatör kullanan çocukların annelerine oyuncak tipi nebülizatör ile
verilen uygulama eğitiminin annenin uygulama beceri davranışı, kaygı düzeyi ve çocuğun
anksiyetesine etkisini belirlemek amacıyla yapılan randomize kontrollü bir çalışmadır.
Araştırmanın evrenini İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi çocuk kliniklerinde, Ekim
2016 ile Ocak 2018 tarihleri arasında nebül tedavisi alan 3-6 yaş grubu çocuklar ve anneleri
oluşturmuştur. Örnekleme vaka alma kriterlerine uygun, ölçek geçerliliği için 60 çocuk ve tez
çalışması için 60 çocuk ve annesi alınmıştır.
Araştırmaya dahil edilen çocuklar ve anneleri randomize kontrollü olarak 30 kişilik iki gruba
ayrılmıştır (Deney ve Kontrol grubu). Çocukların ve annelerin sosyodemografik özelliklerini
belirlemek için Tanıtıcı Bilgi Formu, çocukların işlem öncesinde hissettikleri anksiyeteyi
değerlendirmek için Çocukların Duygusal Dışa Vurumunu Değerlendirme Ölçeği (ÇDDVDÖ)
kullanılmıştır. Annelerin nebülizatör ile ilaç kullanma becerileri bir skala aracılığıyla, anksiyeteleri
“Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği (STAI)” ile değerlendirilmiştir. Nebülizatör kullanımı
konusunda kontrol grubundaki annelere hastanenin rutin eğitim prosedürü uygulanırken, deney
grubundaki annelere ise oyuncak tipi nebülizatör ve el broşürü kullanılarak uygulamalı eğitim
verilmiştir. Araştırma öncesinde araştırmaya dahil edilecek çocukların anksiyetesini değerlendirme
aracı olarak kullanılacak ölçeğin geçerlilik ve güvenilirliği çalışılmış ve ölçek kullanılabilir
bulunmuştur. Oyuncak tipi nebülizatör ile tedavinin çocukların anksiyetesi üzerinde olumlu etkisi
olduğu gözlenmiştir (p<0.05). Annelere oyuncak tipi nebülizatörle verilen eğitimin, kullanma
becerilerini olumlu yönde etkilediği (p<0.05), ancak anksiyete düzeyinde etkinliğinin olmadığı
belirlenmiştir (p>0.05).
Sonuç olarak bu çalışma; annelere oyuncak tipi nebülizatörle verilen eğitimin çocuğun anksiyetesini
azalttığını ve annenin uygulama becerisini artırdığını göstermektedir.
Anahtar Sözcükler: Nebülizatör, Çocuk, Anksiyete
139
ÖZET
Damla Ünal, Çocuk Kliniklerinde Çalışan Hemşirelerin Mizah Tarzları İle Tükenmişlik
Düzeyleri Arasındaki İlişkinin Saptanması. Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans
Tezi, Zonguldak, 2018.
Araştırma, Çocuk kliniklerinde çalışan hemşirelerin mizah tarzları ile tükenmişlik düzeyleri
arasındaki ilişkiyi saptamak amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Araştırma kapsamına Zonguldak il merkezinde bulunan Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi (BEÜ)
Uygulama ve Araştırma Merkezi ve Zonguldak Kamu Hastaneler Birliği (ZKHB) Çocuk Hastalıkları
ve Kadın Doğum Hastanesi’ndeki çocuk sağlığı ve hastalıkları kliniklerinde çalışan 135 hemşire
alınmıştır. Araştırmada Sosyo-Demografik ve Mesleki Özellikleri saptamaya yönelik Anket formu,
Maslach Tükenmişlik Ölçeği ve Mizah Tarzları Ölçeği kullanılmıştır. Çalışmada elde edilen
bulguların değerlendirilmesi için SPSS 24.0 paket programı kullanılmıştır.
Hemşirelerin %44.4 ünün meslekten dolayı kendini tükenmiş hissettiği saptanırken, MTÖ alt boyut
puan dağılımına baktığımızda “duygusal tükenme” düzeyi (9.180 ± 4.444); “duyarsızlaşma” düzeyi
(2.960 ± 2.313); “düşük kişisel başarı hissi” düzeyi (20.150 ± 4.134) olduğu görülmüştür.
Hemşirelerin “katılımcı mizah” düzeyi (4.482 ± 0.743); “kendini geliştirici mizah” düzeyi (4.044 ±
0.865); “saldırgan mizah” düzeyi (3.121 ± 0.812); “kendini yıkıcı mizah” düzeyi (3.607 ± 0.888)
olarak saptanmıştır. Tükenmişliği önleme de mizahın etkisine bakıldığında, mizahın tükenmişliği
etkilediğini düşünen hemşireler kendilerini daha başarılı hissetmektedirler ve bu hemşirelerin olumlu
mizah tarzı olan katılımcı ve kendini geliştirici mizah puanları, tükenmişliği önlemede mizahın etkili
olmadığını düşünen hemşirelerden yüksek bulunmuştur (p<0.05). Olumsuz mizah olan saldırgan
mizah puan ortalamaları ise tükenmişliği önlemede mizahın etkili olmadığını düşünen hemşireler de
daha yüksek bulunmuştur ve saldırgan mizah puanı arttıkça duygusal tükenme duyarsızlaşma puanı
da artmaktadır (p<0.05). Kendini geliştirici mizah alt boyutu puanı arttıkça ise düşük kişisel başarı
hissi alt boyutu alt boyutu puanı da azalmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Çocuk hemşireliği, Tükenmişlik, Mizah tarzı
140
ÖZET
Arzu Şen, Cerrahi Hastalarında Elastik Basınçlı Çorap Kullanımı ve Eğitimin Etkisi.
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim Dalı,
Cerrahi Hastalıklar Hemşireliği Yüksek Lisans Programı, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak,
2018.
Bu araştırma, cerrahi hastalarında elastik basınçlı çorap kullanımı ve eğitimin etkisini değerlendirmek
amacıyla planlanmış yarıdeneysel tipte bir çalışmadır. Araştırma Zonguldak Bülent Ecevit
Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi ve Üroloji
Kliniklerinde Şubat 2017- Şubat 2018 tarihleri arasında yürütülmüştür. Gastroeterolojik cerrahi,
meme endokrin cerrahisi, beyin cerrrahisi, ürolojik ve üroloji onkoloji cerrahi işlem geçiren 166 hasta
örneklemi oluşturmuştur. Hastalar randomize olarak iki gruba ayrılmıştır. Grup I’de derin ven
trombozu eğitimi alan hastalar, Grup II’de rutin bakım alan hastalar yer almıştır. Grup I’deki hastalara
ameliyat öncesinde her iki bacak çevresi ölçümleri alınarak uygun boy elastik basınçlı çorap
verilmiştir ve hastalara ameliyat öncesi derin ven trombozu gelişimini önlemeye yönelik hazırlanan
broşür ile birlikte eğitim verilmiştir. Grup II’deki hastalara ameliyat öncesi her iki bacak çevresi
ölçümleri alınarak rutin klinik uygulamalar doğrultusunda elastik basınçlı çorap verilmiştir.
Ameliyattan ilk 24 ve 48 saat sonrasında her iki gruptaki hastaların çorapları çıkartılarak cilt kontrolü
yapılmıştır. Hastaların çorap kullanımına ilişkin gözlenen veya hastanın ifade ettiği sorunlar ve elastik
basınçlı çorap kullanımı süresince yaptığı uygulamalar değerlendirilmiştir. Verilerin
değerlendirilmesinde SPSS 19.0 paket programı kullanılmıştır. Verilerin istatistiksel analizinde;
tanımlayıcı testler, Kolmogorov Smirnov testi, t testi, Mann Whitney U testi, Wilcoxon testleri,
Pearson, Yates ve Fisher kesin ki-kare testleri ve McNemar testi kullanılmıştır. Çalışmadaki tüm
istatistiksel analizlerde p değeri 0.05’in altındaki karşılaştırmalar istatistiksel olarak anlamlı kabul
edilmiştir. Sonuç olarak cerrahi girişim geçiren hastalarda hemşireler tarafından verilen eğitimin EBÇ
kullanımında uyuma etkisi olduğu, hastaların EBÇ kullanımına yönelik memnuniyet puan
ortalamasının Grup I’de anlamlı şekilde saptanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Derin ven trombozu, Elastik basınçlı çorap, Hasta eğitimi, Hemşirelik bakımı
141
ÖZET
Ayşe Öksüzoğlu, Mekanik Ventilatör Desteğindeki Hastalara İki Farklı Yöntemle Verilen Ağız
Bakımının Oral Mukozadaki Bakteriyel Kolonizasyon Üzerine Etkisi. Zonguldak Bülent Ecevit
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim Dalı, Cerrahi Hastalıkları
Hemşireliği Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2018.
Bu çalışma, mekanik ventilatör desteğindeki hastalarda iki farklı yöntemle verilen ağız bakımının
etkisini incelemek amacıyla deneysel olarak yapılmıştır. Araştırma, Bülent Ecevit Üniversitesi
Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde Anestezi-Reanimasyon Yoğun Bakım Ünitesi ve Genel Yoğun
BakımÜnitesinde 26.03.2017-20.02.2018 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın
örneklemini, mekanik ventilatör desteği başlangıcından 24 saat geçmemiş 30 hasta oluşturmuştur.
Verilerin toplanmasında; Hasta Bilgi Formu, Hasta İzlem Formu, Ağız Değerlendirme İzlem Formu,
Ağız Değerlendirme Ölçeği ve Mikrobiyolojik İzlem Formu kullanılmıştır.
Hastalar 2 gruba ayrılıp, deney grubundaki hastalara serum fizyolojik ve diş fırçası ile kontrol
grubundaki hastalara sodyum bikarbonatlı spanç sarılı abeslangla 4 gün süreyle günde 4 kez ağız
bakımı verilmiştir. Mikrobiyolojik inceleme için 1. ve 4. gün ağızdan swapla alınan kültür sonuçları
değerlendirilmiştir. Araştırmanın gerçekleştirilebilmesi için Kocaeli Üniversitesi Girişimsel
Olmayan Klinik Araştırmalar Etik Kurulu'ndan etik izin, kurumdan yazılı izin, hasta yakınlarından
aydınlatılmış onam alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde Pearson Ki-Kare testi, t testi, Mann
Whitney testi ve Fisher Exact test; Mc Nemar testi kullanılmıştır. Sonuçlar % 95 güven aralığında,
p<0,05 anlamlılık düzeyinde değerlendirilmiştir. Veri değerlendirilmesinde örneklem gücü %70
olarak hesaplanmıştır.Deney grubundaki hastaların diş plaklarında azalma olduğu dört günlük
uygulama sonucunda görülmüştür. Mikrobiyolojik inceleme sonucunda ağız mukozasında bulunan
bakterilerin 1. ve 4. gün alınan kültür sonuçlarının karşılaştırılmasında gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılığın olmadığı; ağız bakımında kullanılan diş fırçası ile abeslang yöntemlerinin
etkin, birbirine üstünlükleri olmadığı saptanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Ağız bakımı, Mekanik ventilatör, Ağız mukozası, Diş fırçası, Yoğun bakım
142
ÖZET
Nigar Ak Türkiş, Ameliyat Öncesi Uygulanan Gevşeme Egzersizlerinin Anksiyete Düzeyine
Etkisi. Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim
Dalı, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2019.
Ameliyat; büyüklüğü farketmeksizin, fizyolojik, davranışsal ve psikolojik olarak hastaları etkileyen
ve endişe yaşatan cerrahi işlemlerdir. Yaşanan bu endişe sonucu oluşan anksiyete, kontrol altına
alınmazsa ameliyatın her aşamasında hastalarda istenmeyen sorunlara neden olur. Bu araştırma,
gömülü yirmi yaş dişi cerrahisi öncesi gevşeme egzersizlerinin, hastaların anksiyete düzeyine ve
fizyolojik parametrelerine (sistolik ve diyastolik kan basıncı, kalp atım hızı ve solunum sayısı)
etkisini incelemek amacıyla 02.03.2017- 01.02.2018 tarihleri arasında randomize kontrollü, yarı
deneysel olarak gerçekleştirildi. Araştırma örneklemini, araştırmaya katılmayı kabul edilen 130 hasta
oluşturdu. Ameliyat öncesi dönemde rahatlatıcı müzik eşliğinde progresif gevşeme egzersizleri,
deney grubundaki 65 hastaya kulaklıkla 30 dk dinlettirilerek uygulandı. Kontrol grubundaki 65 hasta
ise gevşeme egzersizi yapmadan 30 dk aynı ortamda dinlenerek bekledi. Her iki uygulama öncesi
0.dk ve uygulama sonrası 30.dk sistolik ve diyastolik kan basınçları, kalp atım hızları, solunum
sayıları, anksiyete düzeyleri ve uygulama sonrası memnuniyet düzeyleri değerlendirildi.
Araştırmadan elde edilen veriler SPSS 19.0 istatistiksel paket programı ile analiz edildi. Bulgular %
95 güven aralığında 0,05 anlamlılık düzeyinde yorumlandı. Araştırmada, deney grubundaki hastaların
uygulama sonrası durumluk kaygı puan ortalamalarının, kontrol grubuna göre anlamlı şekilde düşük
olduğu (p<0.001), deney ve kontrol grubundaki hastaların uygulama sonrası sistolik ve diyastolik kan
basıncı, kalp atım hızı ve solunum sayısına ait bulgularda istatistiksel anlamlı farklılık olduğu
bulundu (p<0.001). Ameliyat öncesi uygulanan gevşeme egzersizleri hastaların anksiyete düzeyi,
sistolik ve diyastolik kan basıncı, kalp atım hızı, solunum sayısından oluşan fizyolojik parametereler
üzerinde etkili olduğu ve gevşeme egzersizi yapılan deney grubu hastalarda memnuniyetin daha
yüksek olduğu sonucuna varıldı.
Anahtar Sözcükler: Anksiyete, gevşeme egzersizleri, cerrahi hasta, ameliyat öncesi dönem, gömülü
dişler
143
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
DOKTORA TEZ ÖZETLERİ
144
ÖZET
Fürüzan Köktürk, K-En Yakın Komşuluk, Yapay Sinir Ağları ve Karar Ağaçları
Yöntemlerinin Sınıflandırma Başarılarının Karşılaştırılması. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Zonguldak 2012.
Tıp alanında bulunan mevcut veri oldukça fazla ve hayati öneme sahiptir. Veri madenciliği teknikleri
ile hayati öneme sahip olan bu verilerden daha fazla yararlanmak mümkündür.
Veri madenciliği son yıllarda oldukça önemli bir konu haline gelmesine ve hemen hemen her alanda
uygulama sahası bulmasına rağmen ülkemizde sağlık alanında çok yaygın kullanılmamaktadır.
Bu tez çalışmasında veri madenciliği yöntemlerinden, k-en yakın komşuluk, yapay sinir ağları ve
karar ağaçları yöntemlerinin sınıflandırma başarılarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla
Bülent Ecevit Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
Polikliniği’ne başvuran erken ve zamanında doğum yapan gebelerden elde edilen veri setine bu üç
teknik uygulanarak, sınıflandırma başarıları hesaplanmıştır. Yapılan analizler sonucunda doğru
sınıflandırma oranları, k-en yakın komşuluk analizi için % 78.3, yapay sinir ağı tekniği için % 90.8
ve karar ağacı yöntemi için ise % 82.5 olarak bulunmuş ve yapay sinir ağı tekniğinin diğer iki yönteme
göre sınıflandırma başarısının daha iyi olduğu görülmüştür.
Anahtar Sözcükler: Veri madenciliği, k-en yakın komşuluk, yapay sinir ağları, karar ağaçları, doğru
sınıflandırma oranı
145
ÖZET
Mustafa Çağatay Büyükuysal, Farklı Örneklem Genişliklerinde Normal Dağılım Testlerinin
Karşılaştırılması. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Biyoistatistik Anabilim
Dalı, Doktora Tezi, Zonguldak 2014.
Normal dağılım varsayımı parametrik testlerin uygulanabilmesi için olması gereken en önemli
varsayımlardan biridir. Normallik testleri, ilgili dağılımın normal dağılıma uygunluğunu test
etmektedirler. Literatürde pek çok normal dağılım testi geliştirilmiştir. Bu çalışmada normal dağılım
testlerinden en yaygın kullanılan ve paket programlarda yer alan 5 normal dağılım testi belirlenmiştir.
Bu testlerin kullanım yerleri verinin yapısına ve örneklem genişliğine göre farklılık göstermektedir.
Bu amaç doğrultusunda belirli kuramsal dağılım ve farklı örneklem genişliklerinde dağılımlar
türetilmiş ve Monte-Carlo simülasyonu ile bu testler Tip-I hata ve güç bakımından
karşılaştırılmışlardır. Simülasyon sonucunda Shapiro-Wilk testi en iyi sonucu verirken, örneklem
genişliği azaldıkça Anderson-Darling testi de Shapiro-Wilk testi kadar iyi sonuçlar vermiştir.
Örneklem genişliği azaldıkça tüm testlerin güçlerinde düşüş olduğu ve bu durumda sadece test
sonuçlarıyla değil, grafiksel yöntemlerle de desteklenmesi tavsiye edilmektedir.
Anahtar Sözcükler: Normal dağılım, Normal dağılım testleri, Tip-I hata, Güç, Monte-Carlo
Simülasyonu
146
ÖZET
Anvar Hamdıev, Pençe Ödemine Bağlı Ağrı ve Davranış Değişikliklerinin Farmakolojik
Modülasyonu. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Tıbbi Farmakoloji
Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Zonguldak, 2016.
Formalin inflamasyon modeli insanda oluşan doğal inflamasyona en yakın model olarak
tanımlanmıştır. Pençede lokal doku hasarı oluşturan sıçan formalin testi, tonik ağrı ve lokalize
inflamatuar ağrı için bir model olarak kullanılmıştır. Akut inflamasyonda plazma sıvı ve
proteinlerinin eksudasyonu ve ağırlıklı olarak nötrofıller olmak üzere lökositlerin göçü oluşur ve
formalin enjeksiyonu sonrasında enjekte edilen pençede hızla ödem oluşur. Formalinin oluşturduğu
ağrı temelde periferik doku hasarına bağlıdır. Formalin testi ile oluşan ödeme ve ağrıya bağlı olarak
sıçanda iki karakteristik davranış oluştuğu gösterilmiştir. Bunlar pençe yalama (Licking) ve kaçınma
(ayağı yere basmama, yüksekte tutma)’dır.
İlaçların antiinflamatuvar etkilerine baktığımızda hayvan pençe volümünün azalmasına bağlı olarak
inflamasyonu azaltmada prednizolon > diklofenak Na > karbamazepin > diazepam > mirtazepin >
morfin gibi bir sıralama elde edilmiştir. Mirtazepin ve morfm’in oluşturduğu antiinflamatuvar etki
kayda değer düzeyde bulunmamıştır. Sıçanların karakteristik davranışlarından olan pençe yalama ve
kaçınma olaylarında ise morfin ve/veya diklofenak analjezik etkilerinden dolayı koruyucu etkilere
sahip oldukarı saptanmıştır. Bu koruyucu etkiye mirtazepin de aracılık etmiştir. Diğer davranış
hareketleri olan ileri yürüme, arka ayaklar üzerinde yükselme ve taranma olaylarında diazepamın
sedatif ve anksiyolitik etkisinden dolayı en düşük değerler elde edilmiştir. Diazepamı morfin ve
diklofenak analjezik etkilerinden dolayı, prednizolon ise antiinflamatuvar etkisinden dolayı
izlemektedir. Korelasyon analizi sonucu ödem, formaldehit ve diklofenak gruplarında taranma
davranışı ile pozitif ve ayrıca diklofenak grubunda pençe yalama davranışı ile negatif yönde ilişki
olduğu bulunmuştur. Arka ayaklar üzerinde yükselme davranışı ile prednizolon grubunda negatif,
karbamazepin grubunda ise pozitif yönde ilişki elde edilmiştir. Bu sonuçlar ödem ve hayvan davranış
hareketleri arasındaki ilişki üzerine açıklama getirirken bu konuda daha kapsamlı çalışmalar
yapılması gereğini göstermektedir.
Anahtar Sözcükler: Formalin testi, Deneysel ağrı modeli, Antiinflamatuvar etki, Akut inflamasyon.
147
ÖZET
Shemsu Umer Hussen, Değişik Heparin Türevlerinin Sıçanlarda Deneysel Ağrı ve İnflamasyon
Modelleri Üzerine Etkisi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Tıbbi
Farmakoloji Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Zonguldak, 2017.
Çalışmamızda, sıçanlarda değişik heparin türevlerinin (heparin, enoksaparin ve bemiparin) akut ve
kronik anti-inflamatuvar ve analjezik etkilerinin var olup olmadığını araştırdık.
Çalışmamızda akut inflamasyon karragenin modeli, kronik inflamasyon koton-pellet granüloma testi,
analjezik etki hot-plate ağrı modeli ile değerlendirildi. Akut inflamasyon ve ağrı çalışmalarında
heparin (100-500-1000 Ü/kg), enoksaparin (100200-400 Ü/kg) ve bemiparin (125-250-500 Ü/kg)
dozlarında kullanıldı.
Karragenin pençe ödemi modelinde, pençe hacimleri, iki ayak arasındaki ağırlık farkları ve
histopatolojik olarak değerlendirildiğinde heparin (100-1000 Ü/kg) kontrol grubuna göre belirgin
antiinflamatuvar etki göstermiştir (p<0.05). Bemiparin ise sadece düşük dozda (125 Ü/kg) 2. ve
3.saatte inflamasyonu azaltmış (p<0.05) ancak iki ayak arasındaki ağırlık farkı ve histopatolojik
sonuçlar bunu desteklememiştir. Enoksaparin ise anlamlı antiinflamatuvar etki göstermemiştir.
Koton-pellet granüloma testinde heparin (1000 Ü/kg) ve bemiparin (125 Ü/kg) belirgin
antiproliferatif etkiler göstermiş. Hot-plate testinde, enoksaparin (100, 200 ve 400 Ü/kg) genel olarak
tüm ölçümlerde anlamlı antinosiseptif etki gösterirken, heparin(tüm dozlarda) ve bemiparin (125
Ü/kg) ise sadece 30.dakikada belirgin antinosiseptif etki göstermişlerdir.
Sonuç olarak, heparin ve bemiparin akut ve kronik antiinflamatuvar ve erken dönemde antinosiseptif
etkiler göstermişlerdir. Akut antiinflamatuvar etkilerinin bazı nöromediyatörlerin (histamin,
serotonin, kinin, prostaglandin vb, salınımı) ve aktive pıhtılaşma faktörlerinin inhibisyonuna bağlı
olabileceğini, sergiledikleri kronik antiinflamatuvar etkilerinin ise bazı kronik inflamatuvar
hastalıklar için olumlu bir özellik olduğunu düşünmekteyiz. Çalışmamızda, enoksaparinin sadece
antinosiseptif etkiler göstermesi ise, bu etkilerinin farklı mekanizmalar üzerinden olabileceğini
düşündürmüştür.
Anahtar Sözcükler: Heparin, Enoksaparin, Bemiparin, Hot-Plate, Karragenin, İnflamasyon, Koton-
Pellet Granuloma Testi, Sıçanlar
148
ÖZET
Aslıhan Külekçi Uğur, Bebek Ölümlerini Etkileyen Faktörler ile Bebeği Ölen ve Yaşayan
Annelerde Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Zonguldak, 2017.
Olgu-kontrol tipteki bu çalışmada; Zonguldak ilinde 2010-2011 yılları arasında annelerin yaşam
kalitesi, gebe, bebek izlemleri ile bebek ölümleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
amaçlanmıştır. WHOQOL yaşam kalitesi ölçeği ve araştırmacılar tarafından geliştirilen
sosyodemografik özelliklerle, anne ve bebeğin takibi ile ilgili bilgileri içeren veri toplama formları
kullanılmıştır. Veriler SPSS paket programıyla değerlendirilmiş, karşılaştırmalarda nonparametrik
testler kullanılmıştır.
Yaşayan bebekler ölen bebeklere göre, doğumda 38 ve üstü gestasyon haftasında olması, 2500 gramın
üzerinde doğum ağırlığı ile doğması, sezaryen ile doğması, devlet hastanesinde doğması açılarından
anlamlı düzeyde farklı bulunmuştur. Gebelikte risk faktörü olan annelerinin bebeklerinde ölüm oranı
yüksek bulunmuştur. Babanın 24 yaşın altında olması, çalışmıyor olmasının da bebek ölümlerini
artıran faktörler olduğu bulunmuştur.
Annenin çalışıyor olması, en az ilkokul mezunu olması, gebelik takibini birinci basamakta yaptırması,
USG yaptırması bebeğin yaşama olasılığını artırırken, yaşam kalitesi skoru bebeğin yaşama
olasılığını etkilememektedir.
Sonuç olarak; yaşam kalitesi ve bebek ölümleri arasında bir ilişki bulunamamıştır. Yaşayan ve ölen
bebekler arasında; ailelerin aylık gelirinin yüksek olmasının ve annenin öğrenim durumunun ilkokul
üstü olmasının yaşam kalitesi skorlarını artırdığı, bebek izlem sayısı, gebe izlem sayısı, annenin
gebeliği sırasında yaptırdığı USG ve gebelik sırasında annenin idrar yolu enfeksiyonu geçirmiş
olmasının bebek ölümlerini etkileyen faktörler olduğu tespit edilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Bebek, Bebek ölümleri, Ölüm, Etkileyen faktörler, Yaşam kalitesi.
149
ÖZET
Gaye Sağlam, Farklı Restoratif Materyallerle Üretilmiş Endokronların Marjinal Uyumunun
ve Kırılma Dayanımının Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Zonguldak, 2017.
Aşırı madde kaybına sahip kanal tedavili dişlere uygulanabilen endokronlar, pulpa odasında merkezi
retansiyon kavitesine sahip, diş dokularına adeziv bağlanabilen bir restorasyon çeşididir.
Dişhekimliğinde bilgisayar destekli tasarım/bilgisayar destekli üretim yönteminin (CAD/CAM) ve
yeni materyallerin kullanıma sunulması ile adeziv restorasyonlara olan ilgi artmaktadır.
Çalışmamızda CAD/CAM ve Isı-basınç tekniği ile farklı materyallerden üretilen endokronların
marjinal uyumu ve kırılma dayanımı değerlendirilmiştir. Bu amaçla alt molar dişlere (N=50) kanal
tedavisi uygulandı ve dişler beş gruba (n=10) ayrıldı. Isı-basınç tekniği ile lityum disilikat cam
seramik ingotlardan (GEP), CAD/CAM tekniği ile feldspatik (GC), polimer infiltre seramik ağ (GE),
lityum disilikat cam seramik (GEC) ve zirkonyum ile güçlendirilmiş cam seramik (GS) bloklardan
endokronlar üretildi. Restorasyonların simantasyonunda dual polimerize rezin siman kullanıldı,
ardından örnekler termal siklus işlemine (5-55 °C, 6000 kez) tabi tutuldu. Grupların marjinal
uyumları Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM) ile x200 büyütme altında incelendi. Sonrasında
örneklere Universal Test Cihazı'nda 1 mm/dk hızla kuvvet altında kırılma testi uygulandı. Kırık tipleri
ışık mikroskobunda incelendi. Elde edilen verilerin istatistiksel analizleri yapıldı. Marjinal uyum ve
kırılma direnci bakımından grupların karşılaştırılmasında Kruskal-Wallis varyans analizi kullanıldı.
Grupların ikişerli karşılaştırılmasında Dunn testi kullanıldı. Marjinal aralık bakımından gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p=0.001). En yüksek marjinal aralık değerleri
GEP'de gözlendi. Diğer dört grup arasında ise anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Kırılma dayanımı
bakımından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlendi (p=0.019). Beş grup arasında
en yüksek kırılma dayanımı değerleri GEC'de görülürken, en düşük kırılma dayanımı değerleri GC'de
görüldü. CAD/CAM ile üretilen endokronlarda marjinal uyumun daha iyi olduğu, lityum disilikat
endokronların ise daha yüksek kırılma dayanımı değerleri gösterdiği sonucuna varıldı.
Anahtar Sözcükler: Endokron, CAD/CAM, Marjinal uyum, Kırılma dayanıklılığı, Feldspatik
seramik, Cam seramik, Polimer infiltre seramik ağ
150
ÖZET
Ezgi Akdeniz, Fosfodiesteraz 4 Enzim İnhibitörü Rolipramın Sıçanlarda Testiküler İskemi
Reperfüzyon Hasarı Üzerine Etkileri. Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Zonguldak, 2018.
Bu çalışmada, fosfodiesteraz 4 (FDE 4) enzim inhibitörü rolipramın sıçanlarda testiküler
torsiyon/detorsiyon (T/D) sonrası, testislerdeki sperm miktarı ve motilitesi ile histopatolojik hasara
olan etkileri, hasara katkısı olduğu düşünülen apoptotik yolaklar ve proinflamatuvar sitokinler
üzerinden araştırıldı. Sıçanlar Sham, rolipram (ROL), T/D ve ROL+T/D olarak 4 gruba ayrıldı.
Anestezi edilen sıçanların sağ testislerinin spermatik kordunun saat yönünde 7200 döndürülüp batına
sabitlenmesi ile 3 saatlik torsiyon oluşturuldu. Detorsiyondan 15 dakika önce, sıçanlara rolipram (tek
doz 10 mg/kg) veya çözücüsü intraperitoneal (i.p.) uygulandı. Detorsiyonun 4. ve 24. saatinde testis
dokularında tümör nekrozis faktör alfa (TNF-a) ve interlökin-1 beta (IL-1p) düzeyleri ile
spektrofotometrik yöntemle kaspaz-3 aktivitesi ölçüldü. Detorsiyonun 24. saatinde histopatolojik
doku hasarları ve immünohistokimyasal boyama yöntemi ile kaspaz-3, 8 ve 9 aktiviteleri
değerlendirildi. Detorsiyonun 65. gününde sperm sayısı ve motilitesi değerlendirildi. T/D uygulaması
ipsilateral testislerde, detorsiyonun 4. ve 24. saatinde kaspaz-3 aktivitesinde anlamlı artışa;
detorsiyonun 24. saatinde anlamlı histopatolojik hasara ve kaspaz-3 ve kaspaz-9 ile
spermatogonyumlarda kuvvetli immün boyanmaya; detorsiyonun 65. gününde sperm sayısı ve
motilitesinde anlamlı azalmaya neden olmuştur. Rolipram tedavisi, T/D grubunda TNF-a ve IL-ip
düzeylerinde anlamlı artışlar yapmıştır. T/D'ye bağlı kaspaz-3 doku aktivitesindeki artışı, germ
hücrelerindeki kaspaz-3 ve kaspaz-9 immün boyanmayı, histolojik hasarı, sperm miktarı ve
motilitesindeki azalmaları geri döndürememiştir. Sonuç olarak, rolipram tedavisi T/D hasarında
proinflamatuvar sitokinlerin düzeylerini artırmış, aktive olan intrensek apoptotik yolağı inhibe
edememiş ve histopatolojik hasar ile sperm sayısı ve motilitesi üzerinde koruyucu etkiler
gösterememiştir.
Anahtar Sözcükler: Testiküler torsiyon/detorsiyon, Fosfodiesteraz 4, Rolipram, TNF-a, IL-ip,
Kaspaz-3, Kaspaz-8, Kaspaz-9.
151
ÖZET
Ecehan Hazar, Oval Şekilli Kanalların Tekrarlayan Tedavilerinde Farklı Tekniklerin Kök
Kanal Dolgusunu Uzaklaştırma Etkinliklerinin Değerlendirilmesi. Bülent Ecevit Üniversitesi,
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Endodonti Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Zonguldak, 2018.
Kök kanal tedavisi başarısız olduğunda, ilk tedavi seçeneği olarak cerrahi olmayan tekrarlayan
endodontik tedavi tercih edilir. Çalışmalar, kök kanal dolgusunun tamamen uzaklaştırılamadığını
göstermektedir. Bu çalışmada, 3 farklı değerlendirme yöntemi kullanılarak, oval şekilli kanallarda,
aktivasyon yöntemlerinin kök kanal dolgusunu uzaklaştırma etkinliklerinin karşılaştırılması
amaçlanmıştır.
Çalışmada 40 adet mandibular molar dişin oval şekilli distal köküne kök kanal dolgusu yapıldı.
Ardından döner sistem eğeleri ile kök kanal dolgusu söküldü. Aktivasyon prosedürlerine göre rastgele
kontrol ve üç deney grubuna ayrıldı. Deney gruplarında Pasif ultrasonik irrigasyon (PUI), Self
adjusting file (SAF) ve XP endo finisher (XPF) aktivasyonları yapıldı. Artık kök kanal dolgusu mikro
bilgisayarlı tomografi (Mikro-BT) ve dijital radyografi ile yüzdesel olarak değerlendirildi, alınan
SEM görüntülerinde ise skorlandı.
Mikro-BT analizinde; PUI, SAF ve XPF gruplarında kontrol grubundan daha fazla artık kök kanal
dolgusu izlendi (p<0.05). Mikro-BT ve dijital radyografi analizinde deney grupları arasında anlamlı
fark görülmedi (p>0.05). Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, XPF tüm değerlendirme
yöntemlerinde daha fazla artık kök kanal dolgusunu uzaklaştırdı (p<0.05). Değerlendirme
yöntemlerinden hiçbirinde SAF ve PUI grupları arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). SEM
değerlendirmesinde tüm gruplarda apikal bölgede daha yüksek skorlar izlendi (p<0.05). Aktivasyon
yöntemlerinin hiçbirinde kök kanal dolgusu tamamen uzaklaştırılamamıştır. Mikro-CT analizi,
radyografik değerlendirmeden daha ayrıntılı veriler sağlamıştır. Aktivasyon yöntemleri kök kanal
temizliğini artırmıştır. XPF ile diğer aktivasyon yöntemlerine göre daha temiz kanal duvarları elde
edilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Tekrarlayan tedavi, Pasif ultrasonik irrigasyon, Self Adjusting File, XP Endo
finisher, Mikro-BT, Dijital radyografi, Taramalı elektron mikroskobu