Post on 18-May-2018
İnsanları sorumluluk sahibi varlıklar olarak yara-tan Allah, onlara yeryüzünde sayısız nimetler ver-miştir. Bu nimetlerin pek çoğunu onlara helâl kılarken bir kısmına ise sınırlama getirmiştir. Sözgelimi bunca üzüm bağını bahşeden Allah, sarhoş ederek insan aklını giderdi-ği için içkiyi yasaklamıştır. Koymuş olduğu yasaklar, aslında yine insanların yararına yöneliktir. Helâl haram konusunda Allah Rasûlü ise şu açıklamaları yapmaktadır: “Helâl bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, ha-rama düşmüş olur.”
Tasavvufî bir korunma şemsiyesi olan zühd helallerde olur. Haram ve şüpheli şeylerin zaten terki gerekir. Zühd tasavvuf erbabının tanınmasına vesile olan en yüce makam ola-rak bilinir. Bir zat Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek;
“Ya Rasûlallah! Öyle bir amel göster ki, onu yerine getirdiğim zaman, Allah rızasını kazandığım gibi insanlar tarafından da sevileyi.” deyince, Peygamber (s.a.v.):
“Dünyadan yüz çevirirsen, Allah seni sever, insanların elinde olandan yüz çevirdiğin takdirde, insanlar tarafından da sevilirsin.” buyurmuştur.
Haramda zühd, yani haram olan şeylerden yüz çevirmek bütün Müslümanlara farzdır. Nitekim İbrahim Ethem; haramdan yüz çevirmenin farz, helaldan fazla olanı terkin fazilet, şüpheli olan şeylere yaklaşmamanın ise keramet alameti olduğunu ifade etmiştir.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bir sohbetlerinde: “İnsanın iki şeye dikkat etmesi ge-rekir. Bir ağzından girene, bir de ağzından çıkana dikkat edeceksin. Ağızdan helal bir lok-ma girer, insan vücudunun her zerresinin, Cenab-ı Allah (c.c.)’a yönelmesine sebep olur. Bir de haram lokma girer, insan vücudunun her zerresinin, Cenab-ı Allah (c.c.)’tan uzaklaşmasına sebep olur. Ağız-dan bir söz çıkar, insanı cennete sokar. Bir söz çıkar, insanı cehenneme sokar. Onun için bu iki şeye dikkat etmeli.” diye buyururlar.
Somuncu Baba Hazretleri’de “Aç olarak ölseler bile şüpheli hiçbir lokmayı yemesinler.” tavsiyesinde helal-haram duyarlılığına işaret etmektedir.
Haramdan korunan bir hayat temennisiyle…
Editör’den...
Aile EkiYıl: 3 Sayı: 33
Somuncu Baba Dergisi’nin Ücretsiz Ekidir.
İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN
Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR
Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ
Musa TEKTAŞ
Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Prof. Dr. Ali YILMAZ
Prof. Dr. Sebahat DENİZ, Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN,
Prof. Dr. Ali AKPINAR
Grafik Tasarım ve Uygulamaİrem BAYRAKTAR
Yapım
www.grafiturk.com.tr
Baskıİhlas Gazetecilik A.Ş.Tel: 0 (212) 454 30 00
Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesi
Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.No: 71 (44700) Darende / MALATYA
Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79
EYLÜL 2017 / YIL: 24 - SAYI: 203
04
08
12 1826 28
14 2225 30
Helal Haram Duyarlılığı
Okul Korkusunun Nedeni̇ Bağımlı Kişilik mi?
Helal KazançKalbe Şifa
Sağlıklı Bir Toplum Hayatı Bağlamında
Helaller ve Haramlar
Çocuklarda Yabancı Cisim Yutma
Teknolojiyle Gelen Ekran Bağımlılığı ve Özümüzle
Gelebilecek Çözümler
Affet BabacığımHelal Kazanç
Yolları
Ümmü Haram (r.anhâ)İnsanlık ÖlmemişSümeyye Büşra YILDIZ
Ayşe Gül PINAR Emine Büşra YÜKSEL
N. Nida DURAN
Sema KORKMAZ
M. Emin KARABACAK
Halide YENEN
Cansever DOKUZ
Nesibe AYDIN
Nilfer Z. AKTAŞ
HELAL HARAM DUYARLILIĞI
Sümeyye Büşra YILDIZ
Günümüz Müslümanları olarak en başta gelen zaafımız olan maddeye düşkünlüğümüz helal-haram du-
yarlılığında gayri İslâmî yaşamamıza sebep
olmaktadır. Buna üzerinde düşünmemiz ge-
reken önemli bir problem olarak bakmalıyız
ki bu illetten kurtulabilelim.
Bütün din ve ideolojiler belirli değerler
üzerine oturur ve bu değerlerin bireylerin
hayatlarında yer edinmesini, şahsiyetlerinin
bu çerçevede teşekkül etmesini ve nihayet
toplumsal yapının bu değerler ekseninde
oluşmasını öngörür.
İslâm’ı bütün din ve ideolojilerden ayıran
temel değerlerden biri de, bireyin her türlü
iktisadî faaliyetinde, para ve mal ilişkilerinde
helal kavramının merkezî yer edinmesidir.
Müslümanın yaptığı her iş helâl zeminine
oturmak zorunda, Müslüman kendisi ve ço-
luk çocuğunun kursağından haram lokma
geçirmeme bilinç, idrak ve şuurunda olmak durumundadır.
Yüce Allah (c.c.); öncelikle peygamber-lerden, sonra inananlardan ve nihayet top-yekûn bütün insanlardan yiyip içtiklerinin helal olmasını istemiştir.
“Ey Peygamberler! Temiz ve helal nimet-lerden yiyin ve salih amellerde bulunun ve bi-lin ki, yaptığınız her şeyi eksiksiz biliyorum.”1
“Ey iman edenler! Size rızık olarak sağ-ladığımız şeylerin temiz/helal olanlarından yiyin ve gerçekten sırf Allah’a kulluk ediyor-sanız O’na şükredin.”2
“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin apaçık düşmanınızdır.”3
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), ümmeti için uyarıcı olma özelliği bağlamında bu du-ruma dikkat çekmiştir. O şöyle buyurur:
“Helal bellidir, haram da; bu ikisi arasın-da insanların çoğunun bilmediği şüpheliler vardır. Dolayısıyla kim şüphelilerden uzak durursa, hem dinini hem de şahsiyetini ko-rumuş olur. Kim de şüpheli olan şeylere karşı hassasiyet göstermezse, bir gün gelir kendi-ni haramların içinde bulur. Aynen bir koru-luk etrafında hayvan güden çobanın duru-mu gibi; hayvanların koruluğa girmesi her an olasıdır. Şimdi dikkat edin! Her güç sahibinin girilmesini yasakladığı bir koruluğu vardır. Allah Teâlâ’nın koruluğu da haramlardır.”4
Helal bilinci konusunda Hz. Ali (k.v.), de Rasûl-i Ekrem’den şu temel ilkeyi öğrendiğini söyler: “Şüpheli olanı bırak, şüpheli olmaya-na yönel.”5
Aslında hayat, bir değerler mücadelesidir. Müslüman, ömrü boyunca hep dininin de-ğerlerini yaşama ve yaşatmanın mücadele-sini verir. Elbette değerlerin muhafazası kimi zorluk, sıkıntı ve mahrumiyetleri de berabe-rinde getirir. Nitekim açlık, yoksulluk ve ser-vet azalması ile imtihana tabi tutulacağımızı Kur’ân kesin bir dille ifade etmektedir:
“Muhakkak ki sizleri biraz korku, biraz açlık, biraz maldan, candan ve hasılattan eksiklik ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sa-bırlıları ki, başlarına bir musibet geldiği vakit ‘Doğrusu biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz.’ derler.”6
Şu halde imtihan kaçınılmaz bir durum olarak karşımızdadır ve böyle olması da ta-biidir. Aksi takdirde değerlerini koruma hu-susunda direnip sebat edenlerle en ufak sıkıntıda her şeyden kolayca vazgeçen, nef-sine yenik düşüp şeytana ve dünyaya teslim olanların birbirinden ayrılmasını amaçlayan imtihanın bir anlamı olmazdı.
“İslâm’ı, bütün din ve ideolojilerden ayıran temel değerlerden biri de, bireyin her türlü iktisadî faaliyetinde, para ve mal ilişkilerinde helal kavramının merkezî yer edinmesidir. Müslümanın yaptığı her iş helâl zeminine oturmak zorunda, Müslüman kendisi ve çoluk çocuğunun kursağından haram lokma geçirmeme bilinç, idrak ve şuurunda olmak durumundadır.”
4 5
Müslümanın, aza kanaat etme hatta açlık
pahasına helal ısrarının devam mı edeceği,
yoksa her hâlükârda korumak durumunda
olduğu değerleriyle çelişen ve fakat günün
genel anlayışı bakımından sakıncasız görü-
len davranışlar mı sergileyeceği ortaya çıka-
caktır. İkinci ihtimalin geçerli olması duru-
munda hemen mazeretlere sarılma ön plana
çıkmaktadır: Aldığım maaşla geçinemiyo-
rum, siftah etmeden kepenk kapatıyorum,
şu kadar masraf yaptım ama hiç ürün kaldır-
madım... Mazeretlere sığınma baş gösterin-
ce artık bir daha bunun sonu gelmez.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Öyle bir
zaman gelecek ki, kişi, eline geçen şeyin he-
lalden mi yoksa haramdan mı olduğuna aldı-
rış etmeyecek.”7 buyurmuştur.
Helal-haram sınırlarının neredeyse tama-
men ortadan kalktığı ya da ayrıştırılamayacak
kadar karıştığı bir ortamı yaşıyor ve paylaşı-
yor olduğumuz ne yazık ki acı bir gerçektir
Emr-i bi’l-ma’rûf imiş ihvân-ı İslâm’ın işi,
Nehyedermiş bir fenalık görse kardeş kardeşi.
Mehmed Âkif ERSOY
“Bu çağda...” diye başlayan, haramları ağır
ya da gereksiz bulan ukalaca söylem ve yo-
rumlar, kitle iletişim araçlarının yaygınlaştır-
dığı sınır tanımazlığın uç ifadeleri olarak hiç
beklenmeyen birey ve toplum kesimlerinde
bile görülür, duyulur olmuştur.
“Herkes”in veya “çoğunluğun böyle ol-
duğu ya da yaptığı” söylemi, hassasiyet ek-
sikliğine gerekçe kabul edilip bu çöküşün
normal gösterilmek istenmesi de çoğu kere
başvurulan bir başka yanlış yoldur. Ya da şey-
tan aldatmacasıdır.
Helâl ve haram bilinci ve hassasiyeti, şüp-
helilere karşı gösterilecek dikkatli tavırlarla
canlı tutulabilir. Özellikle haram sınırlarının
hızla yok edildiği günümüzde ve toplumu-
muzda şüphelilere karşı takınılacak tavır,
ayrıca bir ciddiyet ve ehemmiyet kazanmış
bulunmaktadır.
“Acaba” kuşkusundan uzak kalmak yani
şüphelileri terk etmek, Müslüman’ı günah
işlemiş olma ihtimalinin kahredici endişesin-
den kurtaracak, ona haram-helal hassasiyeti
kazandıracak, ümmeti de sağlıklı ve temiz bir
bünyeye sahip kılacaktır.
Rabb’im bizleri gafletten uyandırsın.
Hakk’ı Hak bilip Hakk’a uymayı, bâtılı bâtıl
bilip ondan kaçmayı nasip etsin. Âmin...
Dipnot
1. 23/Mü’minûn, 51.2. 2/Bakara, 172.3. 2/Bakara, 168.4. Buhârî, Îmân, 39.5. Tirmizî, Kıyâmet 60.6. 2/Bakara, 155-156.7. Buhârî, Buyû,7,23; Nesâî, Buyû,2.
Çocuklar, yaz tatili boyunca, Kur’an Kurs-larına gitmeleri dışında vaktinin çoğunu sokaklarda oyun oynayarak geçirdiler.
Geç saatlere kadar sokakta oynarken çıkardık-ları seslerden, bazen evde durulamayacak za-manlar oldu. Yine böyle bir akşamda büyük bir gürültü ile kavga ederlerken, bir komşunun “Ar-tık evinize gidin!” diye bağırdığını duyduk. Saat 23:40 sularıydı. O zaman aklıma Fransız Doktor ve gezgin A.Brayer’in “İstanbul’da Dokuz Yıl” adlı eserindeki, Osmanlı’da çocukları anlatan satırları geldi. Eserdeki en çarpıcı cümlelerden biri “Çocuklar arasında küfür, kötü söz ve kavga görülmez. Bunlar İslâm terbiyesiyle yetiştirildik-leri için, tavırları sakin, hareketleri yaşlı başlı ebe-veynleri gibi vakuraneydi.” Eserde dikkati çeken bir diğer önemli tespit de “Türklerin ahlakı, nasi-hat ve telkinle değil, çocukluklarından başlaya-rak kötü örnek görmemeleriyle gelişir.”
“Çocukluklarından başlayarak kötü örnek görmemek...” ne kadar derin anlam içeren bir cümle. Günümüzde, bir çocuğun yetişirken etrafında kötü örnek görmemesini düşünmek, hayal ötesi bir iyimserlik içeriyor. En basit bir örnek olarak, diyelim çocuk ebeveyni ile evden çıkıp bir yere giderken arabaya binme sırasın-da aşırı bir kalabalık ve bir an önce oturmak için birbirini itmekten çekinmeyen insanlarla karşılaşır. Bu sırada bazen kavgalar bile olabilir.
Özel araçla gideceklerse, özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde, insanların trafikte geçirdikleri büyük değişime şahit olur. Bir araba öne geç-mek için dünyayı nasıl unuttuklarını kanıksamış bir halde izler. İngiliz Yazar Thornton Türkleri “Türkler davranışları ölçülü, saygılı, vakur, aza-metli bir millettir. Gürültü ve şamatayı sevme-yip, sessizlikten hoşlanırlar. Erken yatar ve na-maz için gün doğmadan kalkarlar.” bu şekilde anlatırken, günlük hayatta hergün karşılaşabi-leceğimiz bu basit örnek bile bize, nerede kaldı vakuranelik ve saygı., dedirtebiliyor.
Fransız A. Brayer ve Thornton gibi, tarih boyunca yabancı araştırmacı ve seyyahlar, Os-manlı’daki aile ve toplum hayatıyla yakından ilgilenmiş ve Osmalı aile ve toplum hayatından övgüyle bahseden kitaplar yazmışlardır.
O zaman öyleyken şimdi ne oldu da gerek aile gerek toplum hayatımızda gün geçtikçe daha çok çözülme, bireylerde mutsuzluk ve insanların birbirine karşı davranışlarında yoz-laşma görülüyor? Aslında bu sorunun cevabını A. Braye’in sözleriyle vermiş olduk. Yazık ki, aile ve toplum hayatımızda İslâm terbiyesinden gi-derek daha çok uzaklaşıyoruz. Bu da gerek aile içinde gerek toplumda çocuklarımızın daha çok kötü örnek görmelerine sebep oluyor. Ebe-veynler olarak henüz çok geç olmadan lütfen biraz daha dikkat. Çocuklarımız için...
A. BRAYER, THORNTON VE OSMANLIRaziye SAĞLAM
6 7
Okul korkusu, çocuğun şiddetli bir endişeyle okula gitmeyi reddetmesi ve okula karşı isteksiz olması de-
mektir. Okul korkusu, çocuğun okula gitme
zamanı gelince açık anksiyete ve panik du-
rumlarının görülmesidir.
Okul Korkusunun Sebepleri
Anasınıfı ve 1. sınıf çocuklarının okul
korkusunun temelinde; yeni bir ortam, an-
neden ayrılma, içe kapanıklık, bağımlı kişilik,
kalabalık korkusu gibi sebepler yatmaktadır.
Ergenlik döneminin başlangıcı olan 11-14
yaşlarındaki çocukların okul korkusunun
temelinde de başarısızlık, olumsuz arkadaş
ilişkileri, öğretmen tutumları, aile içi iletişim,
şiddet, kavga gibi nedenler yatmaktadır.
Lise öğrencisinde görülen okul korkusu-
nun temelinde ise psikolojik ve ruhsal sorun-
lar yatmaktadır.
Okula yeni başlayacak olan çocuklar,
anne babalarıyla birlikte okul ihtiyaçlarını
büyük bir heyecan içinde alıp okulun açıl-
masını sabırsızlıkla beklerler. Okulun açıldığı
gün erkenden okula giderler. Okula giden
çocuk, okulda tanımadığı çocuklar, anne ba-
balar ve öğretmenlerle karşılaşır.
Yeni bir ortamla karşılaşan çocuk, haya-
lini kurduğu okulda ilgi ve sevgi bekler; fa-
kat okul ana baba günü olduğu için herkes
kendi derdindedir. Hele 40 dakika sırada
oturmak çocuk için geçmeyecek bir zaman
olarak algılanır.
Kendince umduğunu bulamayan çocuk-
lar, teneffüse çıkınca eve gitmek isterken
anne babalar da okulda kalmaları için ısrar
ederler. O gün anneleriyle sınıfa girip çıkan
çocuklar eve geldikleri zaman okula gitme-
yeceklerini söylerler. Çocuğun okula gitmesi
için üzerine gidildikçe de açık anksiyete ve
panik durumların görülmesi çocukta okul
korkusunun başladığını gösterir.
M. Emin KARABACAK
OKUL KORKUSUNUN NEDENİ
BAĞIMLI KİŞİLİK Mİ?
“Okul korkusu, çocuğun şiddetli bir endişeyle okula gitmeyi reddetmesi ve okula karşı isteksiz olması demektir. Okul korkusu, çocuğun okula gitme zamanı gelince açık anksiyete ve panik durumlarının görülmesidir.”
8 9
Çocuğun Şikâyetleri
Okula gitme zamanı yaklaşan çocuğun baş ağrısı, karın ağrısı, mide bulantısı, isha-li, mızmızcılığı, tedirginliği artacaktır. Okula gitmesi için çocuk zorlandıkça, kaygıları, huysuzlanması, bağırması ve ağlaması da ar-tacaktır.
Ailesi tarafından korkutmalar, dayaklar, alttan almalar ve yalvarıp yakarmalar fayda sağlamayacaktır. Bu aileler çocuklarının sı-kıntılarını fizyolojik bir rahatsızlık olarak algı-ladıkları için çocuğun okula gitmek isteme-mesine boyun eğerler. Okula gitmeyeceğini anlayan çocuğun bütün ağrıları birden geçer ve hiçbir şey olmamış gibi günlük hayatına devam eder.
Okul Korkusu İçin Anne Babalar Ne Yapmalı?
1. Çocuğun evde kalış süresi uzadıkça oku-la dönüş de o oranda güçleşeceği için çocuğa, okula gitmeme konusunda ödün verilmemeli.
2. Dişi ağrıyan kişinin dişçiye gitmekten başka çaresi olmadığı gibi çocuğun da okula gitmekten başka çaresinin olmadığı anlatılmalı.
3. Çocuğun şikâyetleri ne kadar çok olursa olsun onu okula götürmek çözümün yarı-sıdır.
4. Çocuğun ilk günlerdeki şikâyetleri, anne babasının okula gitme konusundaki ka-rarlı ve tutarlı tutumu karşısında zamanla azalacaktır.
5. Çocuk sınıfa girmek istemese bile onu eve götürmek yerine okulun bahçesinde kalması sağlanmalı.
6. Çocuğun okul korkusu ayıplanmadan, eleştirilmeden ve başka çocuklarla kıyas-lanmadan atlatılmaya çalışılmalıdır.
7. Çocuğun okul korkusunun temelinde ai-levi bir sebep varsa çocukla olumlu ileti-şim kurularak sebepler birlikte değerlen-dirilmeli.
8. Çocuğun okul korkusunun temelinde okulla ilgili bir problemi varsa öğretmeni ve okul idaresi ile işbirliği içinde olunmalı.
9. Bütün bunlara rağmen hâlâ çocuğun okul korkusu devam ediyorsa işin uzma-nından yardım alınmalı.
Sonuç olarak; okul korkusu olan çocuğa bağırıp çağırmadan, yalvarıp yakarmadan, okula gitmekten başka çaresi olmadığını anlat-manız ve bunu da davranışlarınızla, kararlı ve tutarlı bir şekilde göstermeniz yeterli olacaktır.
Gönül BahçesiGönül bahçesinde sevgi derenler,Sevgiyi koşulsuz dosta verenler,İlahi aşk ile Allah diyenler,Beraber gidelim Allah yoluna.
Haramdan, günahtan uzak duranlar,Helal lokma diye kavil kuranlar,Gönül köprüsünde selam duranlar,Beraber gidelim Allah yoluna.
Yetimin başını okşayan eller,Açar yüreğinde tomurcuk güller,Esmaü’l-husnayı söylen diller,Beraber gidelim Allah yoluna.
Fakiri gözetip garip kollayan,Çorak gönüllere sevgi yollayan,Soğuk gecelerde beşik sallayan,Beraber gidelim Allah yoluna.
Gönül kabesini aşkla süsleyen,Peygamber zişanı gülle sesleyen,Ruhun makamını hoşça besleyen,Beraber gidelim Allah yoluna.
Rabia BARIŞ
10 11
Babasına lâzım olacak bütün malzeme-leri hazırladıktan sonra, yatalak babasını ya-tağından kaldırdı ve kucakladığı gibi araba-ya attı. Oğlu; “Baba, ben de seninle gelmek istiyorum.” diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular. Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Oğlu, sürekli babasına “Baba nereye gidiyoruz?” diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor, oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelme-mişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürüme-ye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi, hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı, en son da babası-nı sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın
içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir, bir yorgan ve bir-kaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına çöküyor gibiydi. O bu duygular içindeyken babasının yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanı-yordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Oğlu ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. An-lamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyor-du. Artık gitme zamanıydı. Babasının yata-ğına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet, der gibi sarıldı, kokladı. Ar-tık ikisi de kendine hâkim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum, der gibi baktı babasının yüzüne ve oğlunun elini tu-tup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler.
Oğlu, yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Bir süre sonra oğlu: “Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?” diye sorunca dün-yası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Bara-kaya ulaştığında, “Beni affet baba.” diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış, çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyor-lardı. Oğlu: “Baba, beni affet! Sana bu mua-meleyi yaptığım için beni affet!” diye hatasını belli ediyordu.
Babası, oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu: “Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamaya-cağını biliyordum.”
Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir
fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma ânında; eşi, bütün bağları kopardı ve “Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak.” diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir
eşi ve bir de çocukları vardı. Eşi için çok mü-cadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Babasını yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götüre-cekti. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı ney-se karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
AFFET BABACIĞIMAyşe Gül PINAR
12 13
HELAL KAZANÇKALBE ŞİFA
Halide YENEN
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlar-dır: “Helal bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli
şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bil-mezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa dini-ni ve haysiyetini korumuş olur. Kim de şüp-heli şeylere düşerse harama düşmüş olur. Bu tıpkı bir koruluğun etrafında hayvan otlatan çobanın durumuna benzer; sürüsü her an oraya girebilir. Bilin ki her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu ise O’nun haramlarıdır. Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır. O sağlam olursa bütün beden sağlam olur. Ama bozuk olursa bütün beden bozulur. Dikkat edin, o et parçası kalptir.”1
Helal, sözlükte dinî kurallara aykırı ol-mayan, dinen yasaklanmamış olan, haram karşıtı; kurallara, geleneklere uygun, meşru yolla elde edilmiş kazanç, nikâhlı eş anlam-
larına gelmektedir. Kültürümüzde en çok da ‘kazanç’ ve ‘lokma’ kelimeleriyle birlikte kullanılagelmiştir. Helal kazançla rızıklan-mak dünyada onurlu bir yaşamın, ahirette ise kolay hesabın belirgin işareti olarak kabul edilmiştir. Hatta helal lokmayla beslenme ve güzel ahlak arasında bağ kurulmuş, helal rı-zık ve az yeme kemale erme, Allah’a yakınlık yolunda ilk basamak olarak görülmüştür. Bir Halvetî arifi olan İbrahim Has’ın üstadından aldığı ilk emrin şu olduğu nakledilir: “Evla-dım, rızkını helal yolla kazanmalısın. Helal kazancından dahi az yemelisin.”2
Su kırbalarını delen çocuğun hikâyesini genellikle hepimiz biliriz. Şeyh Ebu’l-Vefa Hazretleri’nin oğlu olduğu rivayet edilir an-cak kesin bilgi değildir. İstanbul’da, evlerde çeşmelerin bulunmadığı zamanlardır. Oyun çağındaki bu çocuk, evlere su taşıyan saka-
“Helal kazançla rızıklanmak dünyada onurlu bir yaşamın, ahirette ise kolay hesabın belirgin işareti olarak kabul edilmiştir. Hatta helal lokmayla beslenme ve güzel ahlak arasında bağ kurulmuş, helal rızık ve az yeme kemale erme, Allah’a yakınlık yolunda ilk basamak olarak görülmüştür.”
“Helal, sözlükte dinî kurallara aykırı olmayan, dinen yasaklanmamış olan, haram karşıtı; kurallara, geleneklere uygun, meşru yolla elde edilmiş kazanç,
nikâhlı eş anlamlarına gelmektedir. ”
14 15
ların su kırbasını delmekte ve oradan akan
suyu içmektedir. Babasına olan saygıların-
dan dolayı ne çocuğa bir şey diyebilirler ne
de durumu babasına anlatabilirler. Nihayet
içlerinden biri dayanamayıp durumu babası-
na açar. Oğlunun kabahatini öğrenen Ebu’l-
Vefa Hazretleri çok üzülür. Oğlunun böyle
bir şey yapmasının sebebinin ya kendi ya
da annesinin kabahati olduğunu söyleyerek
sebebini araştırır. Durumu eşine açar. Eşi,
Allah’ın hiçbir emrine karşı gelmediğini söy-
ler. Ancak oğluna hamile iken bir gün kom-
şusuna gittiğini, masanın üzerinde bulunan
limondan çok canı çektiğini, utandığı için
isteyemediğini, komşusunun bir ara yoklu-
ğunda iğne batırarak tadına baktığını söyler.
Çocuğun böyle bir kabahati işlemesinin se-
bebi ortaya çıkmıştır. Eşi, komşusuna duru-
mu anlatarak helalleşir. Ebu’l-Vefa Hazretleri
de kırbası delinen sakaların zararını tazmin
ederek helallik diler. Oğluna ise hiçbir şey
söylemez. Bundan sonra çocuk, kırbaları
delmeyi kendiliğinden bırakır.
İnsanın hem beden hem zihin hem de
ahlakî gelişiminde çok önemli yeri vardır
helal lokmanın. Tabii ki burada lokmayla
kastedilen, sadece mideye giren yiyecek
ve içecek değil, rızıktır ve rızık, yiyip içmek,
giyinip kuşanmak, barınmak gibi hayatımızı
sürdürmek, zihnî ve ahlaki gelişimimizi ke-
male erdirmek için yararlandığımız her şey-
Dipnot
1. Sahih-i Buhari, İman 39.2. Sadık Yalsızuçanlar, “Çocuklarımıza En Güzel
Miras: Helal Lokma”, s.109, Helal Kazanç Helal Tüketim İçinde, DİB Yayınları, Ankara 2013.
“İnsanın hem beden hem zihin hem de ahlakî gelişiminde çok önemli yeri vardır helal lokmanın. Tabii ki burada lokmayla kastedilen sadece mideye giren yiyecek ve içecek değil rızıktır ve rızık, yiyip içmek, giyinip kuşanmak, barınmak gibi hayatımızı sürdürmek, zihnî ve ahlakî gelişimimizi kemale erdirmek için yararlandığımız her şeydir.”
dir. Maddi rızkımızın kapısı helal yollardan
elde edilen helal kazanç iken zihnî ve ahlakî
rızkımızın kapısı duyularımızdır. Kalbimizin
maddi sağlığı yiyip içtiklerimizle yakından
ilişkiliyken manevi sağlığı da duyduklarımız-
la, gördüklerimizle, hissettiklerimizle, dü-
şündüklerimizle, konuştuklarımızla ilişkilidir.
Esasen bizi helal kazanca sevk eden de kal-
bimizdir. Tabii ki kalple, duygu ve düşünce
bütünlüğünü kastediyoruz. Eğer gözlerimiz
harama bakmaktan, kulaklarımız haramı işit-
mekten korunmamışsa dilimiz haramı telaf-
fuz etmekten çekinmez bir hale gelecektir.
Ne görürsek, ne duyarsak onu biriktiririz
kalbimizde çünkü. Dilimiz ve davranışlarımız
ise, kalbimizdeki duygu ve düşüncelerin dı-
şarı açılan kapısıdır. Kazancımızın, rızkımı- zın helal yoldan elde edilip edilmediğini test
edebileceğimiz göstergelerdir sözlerimiz ve
eylemlerimiz.
Bizler çobanız, duyularımız ve uzuvları-
mız ise çobanın sürüsü gibidir. Haramlar ise
Âlemler Sultanı’nın koruluğudur, koymuş
olduğu sınırlardır. Bizler haram mı helal mi
olduğu şüpheli durumların içinde dolaştık-
ça, duygu ve düşüncelerimizin temizliğine,
doğruluğuna, helalliğine dikkat etmedikçe
haramlara karşı da duyarsız hale gelip sınır-
ları aşıyoruz. Hem bedenen hem de manen
hastalanıyoruz. Üretim ve tüketim çılgınlı-
ğının hiçbir ölçü tanımaz hale geldiği çağda
sağlıklı kalabilmek için elimizdeki yegâne re-
çetelerden biridir belki de ‘helalinden kazan-
mak ve helal kazancımızdan dahi az yemek.’
“Maddî rızkımızın kapısı helal yollardan elde edilen helal kazanç iken zihnî ve ahlakî rızkımızın kapısı duyularımızdır. Kalbimizin maddi sağlığı yiyip içtiklerimizle yakından ilişkiliyken manevî sağlığı da duyduklarımızla, gördüklerimizle, hissettiklerimizle, düşündüklerimizle, konuştuklarımızla ilişkilidir.”
16 17
HELAL KAZANÇ YOLLARIEmine Büşra YÜKSEL
Meşru yollardan elde edilmiş her gelir helal kazançtır. İnsanlar, yaşamak için çalışmak ve kazanmak zorun-
dadır. Çalışarak kazanmak, hem ahlakî hem de insanî bir görevdir. Bir insanın ailesini geçindir-mek için meşru yollardan kazanç elde etmesi, ibadet gibi değerli bir davranış kabul edilmiştir. Çalışmadan geçinenler, ya birinin sırtından ge-çinir ya babadan kalma hazır mirası tüketmek-le meşguldür ya da kamu malını usulsüz bir şekilde harcamanın bir yolunu bulmuştur.
İnsanların önemli bir kısmı, çalışma konu-sunda tembel, kazanma ve sahip olma konu-sunda ise hırslıdırlar. İşverenler, çok çalıştırıp az para verme, işçiler ise az çalışıp çok para alma gayreti içinde görünüyorlar. Bu durum ise çalışma barışını bozmakta ve gayr-i meşru yollara kapı aralamaktadır.
Allahu Teâlâ, mü’min kullarına seslenerek
şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda ba-
tıl yollardan yemeyin, sadece karşılıklı rızaya
dayalı bir ticaretle yiyin.”1
Dinen helal ve temiz kabul edilenlerin ye-
nilmesi Allah’ın emridir:
“Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği
rızıktan yiyin ve kendisine iman etmiş olduğu-
nuz Allah’a karşı gelmekten sakının.”2
Peygamberimiz (s.a.v) de “Kişi alın teri ile
kazandığından daha temiz bir şey yememiş-
tir.”3 buyurarak emeğin yüceliğine ve temizli-
ğine dikkat çekmiştir.
Çalışmadan, yorulmadan para kazanmak
isteyenlerin ilk başvurduğu yol faizcilik ve te-
feciliktir. Repo, faiz ve tefeciliktir; üretmeden
tüketme, millî sermayeden harcama ve gele-
cek nesillerin rızkını yeme açgözlülüğüdür.
Faizcilik ve tefecilik yüzünden nice iş yerleri
kapanmış, ocaklar sönmüş ve bazıları bu yüz-
den intihar ederek hayatından bile olmuşlar-
dır. Ülkemizde ve dünyada ortalama on yılda
bir karşılaştığımız ekonomik krizlerin temelin-
de de bu tür haksız kazanç sağlama girişim-
leri vardır.
İman ve vicdan sahibi bir tüccar, daima, az
fakat helal kazancı çok fakat haram kazanca
tercih eder. O, helal kazanca Allah’ın bereket
kattığına inanır ve haram kazancın her ha-
lükârda bir musibete yol açacağını bilir. İman-
sız ve vicdansız bir tüccar ise, “Haram-helal
ver Allah’ım, asi kulun yer Allah’ım.” diyerek
eline geçirdiğini kasasına doldurur. Vicdansız
tüccarın sermayesinde mazlumların alın teri,
gözyaşı ve yürekler yakan ahı vardır.
“İnsanların önemli bir kısmı, çalışma konusunda tembel, kazanma ve sahip olma konusunda ise hırslıdırlar. İşverenler, çok çalıştırıp az para verme, işçiler ise az çalışıp çok para alma gayreti içinde görünüyorlar. Bu durum ise çalışma
barışını bozmakta ve gayr-i meşru yollara kapı aralamaktadır. ”
18 19
Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ahi-rette hesap vereceğini bilen kimse kazançta helal yolu tercih etmelidir. İnsanlar onur ve şerefleri ile yaşarlarsa benlikleri ve yaşamla-rı değer kazanır. Şerefsiz bir insan için yerin altı üstünden daha hayırlıdır. Hayatın her ev-resine değer kazandıran şeref, para ile satın alınamaz. Sıradan kimseleri adam eden ve yücelten şeref, tutarlı bir hayatla, helal ka-zançla, dürüstlükle, insaf ve vicdanla elde edilir.
Kemal ehli, kemalatın (olgunluğun) ağzın giriş ve çıkışının iyi kontrol edilmesiyle müm-kün olacağını söyler. Buna göre; prensip ola-rak yerken ağza girenlere, konuşurken de ağızdan çıkanlara dikkat edilecektir.
Süfyan-ı Servî de; “Kişinin dindarlığı ek-meğinin helalliği nispetindedir.” der.
Mevlâna da şöyle der: “Bilgi de hikmet de helal lokmadan doğar; aşk da, merhamet de
helal lokmadan meydana gelir. Bir lokmadan haset, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meyda-na gelirse sen o lokmanın haram olduğunu bil. Hiç buğdayını ektin de arpa çıktığını gör-dün mü?”
Helal Kazanç Yolları
Fıkıh kaynaklarında şu kazanç yolları, he-lal kabul edilmiştir:
1. Üretim: Çiftçi, tarlasında ürettiği ürünü, sanatkâr da imalathanesinde ürettiği ürünü satar, ürününü paraya çevirir ya da başka bir ürünle takas eder.
2. Hizmet: İşçi sözleşmeli olarak bir sektör-de çalışır, hizmetinin ve emeğinin karşılı-ğını alır.
3. Miras yoluyla intikal eden mallar.
4. Hediye: Bir dostun hediyesi ya da vasiyet.
5. Bulunan mal: Malı bulan, sahibini bula-
madıysa ve de çok fakirse kendisi harca-yabilir.
6. Avlanma: Avlanması caiz olan av hayvan-larının usulüne göre avlanarak yenilmesi.
7. Kocanın hanımına verdiği mehir ya da na-faka.
8. Fakirin kabul ettiği zekât, fitre ve sadaka.
9. Bir mülkün kullanılması ve menfaat sağ-lanması karşılığı elde edilen gelir. Kira gibi.
10. Bir müsabaka sonucu elde edilen, mü-sabaka organizasyonu tarafından verilen ödül.
11. Savaşta elde edilen ganimetler.
12. Öldürme ve yaralama sebebiyle mağdura ya da yakınlarına ödenen diyet, tazminat.
Toplumda kan parası olarak adlandırılan tazminat, aslında ölenin kanı ya da canının karşılığı değildir. Tazminat, ölen kimsenin kaybolan işgücünün telafisi ve yakınlarının mağduriyetini giderme amacı taşır. İnsanın organı, kanı para ile satılamaz ve insanın ka-nına ve organına paha biçilemez.
Bir gün Peygamberimiz, Sa’d bin Muaz ile karşılaşıyor ve tokalaşıyor. Bakıyor, eli nasırlı. “Ne oldu böyle ellerine?” diye soruyor Allah Rasûlü. “Hurma bahçemde çalıştım da on-dan.” diyor Sa’d. Peygamberimiz Sa’d’ın elini öpüyor, “İşte bu eller, Allah’ın sevdiği ellerdir.” buyuruyor. Peygamberimiz, öyle pek el öptü-ren ve öpen biri değildir. Allah Rasûlü, eme-ğe verdiği önem ve emeğe duyduğu saygıyı anlatmak için böyle yapmıştır Allahu âlem.
Bedeninde ya da üzerinde haram bulu-nan kimsenin ibadeti yararsızdır. Dünya işleri
karmaşık, kazancı bereketsiz, yaşamı mut-suzdur. Ahirette ise hesabı çetindir. Az da olsa helal ve temiz olanı yiyen ve kullananlar mutlu olabilirler ve mutluluğu hak edebilirler.
Hz Ali (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) kendisine şu duayı öğretti ve bu şekilde dua etmesini istedi:
“Allah’ım! Bana helâl rızık nasip ederek beni haramlardan koru! Lütfunla beni sen-den başkasına muhtaç etme!”4
Şair şöyle der:
Kim ki kazanmaz bu dünyada ekmek parasıDostunun yüz karası düşmanının maska-
rası.
Dipnot
1. 4/Nisa, 29.2. 5/Maide, 88.3. Buhari, Büyu, 15.4. Tirmizî, Daavât, 111.
20 21
Cansever DOKUZ
SAĞLIKLI BİR TOPLUM HAYATI BAĞLAMINDA
HELALLER VE HARAMLAR
İslâm’ın korumayı amaçladığı beş temel
değerden birincisi ve en önemlisi “din”dir.
“(Rasûl’üm!) Sen varlığını, her türlü sapma-
dan uzaklaşarak, tümüyle doğru ve asıl dine,
Allah’ın insanlığın özüne yaratılıştan nakşet-
tiği fıtrata çevir ki Allah’ın yarattığında olum-
suz bir değişme olmasın. İşte doğru din(in
amacı) budur, fakat insanların çoğu bilmez-
ler.”1
Meallerde “fıtrat” diye tercüme edilen şey
aslında “tevhid” akidesidir. Tevhid akidesine
dayalı bir yaşam biçiminde tevhid ilkesi; bü-
tün maslahatların, özgürlüğün, adaletin ve
barışın temelidir. “Tevhid” esasına dayanan
din anlayışının tahrifi ise düzgün giden insan
hayatının bozulmasının, insanların birbirleri-
ni sömürmesinin önünü açar.
Din bozulursa, fıtrat bozulur. Yalnız Al-
lah’a kulluk etmek ve yalnız O’ndan yardım
istemek şuurunun insana kazandırdığı ba-
ğımsızlık ve hürriyet duygusu ve sonsuz
bir güce sığınmanın verdiği güven duygusu
kaybolur. Bu durum; insanın diğer yaratıklar,
tabiat olayları veya kendi bencil duygularına
teslim olmasıyla sonuçlanır. Karakteri bozul-
muş insanların faziletli bir toplum oluştur-
ması beklenemez.
İslâm, dini korumak için; batıl inanışlara,
heva ve hevese tabi olmaya, taklitçiliğe, bi-
dat ve hurafelere, insan zihnini körelten ve
zekâyı söndüren müneccimlik ve kehanet
gibi temelsiz uğraşılara, cehalete ve taassu-
ba karşı çıkmıştır. Müslümanların doğru din
anlayışını sarsacak ve dinin orijinalliğini bo-
zacak her türlü davranışla hem kendisi mü-
cadele etmiş, hem de bütün Müslümanları
bu mücadeleyle sorumlu tutmuştur. Allahu
Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Heva ve hevese
tabi olmayın”2, “Kötü isteklerini ilah edinen
kimseyi gördün mü?”3, “Şeytanın peşine düş-
meyin!”4
İslâm’ın korumayı amaçladığı beş temel
değerden ikincisi “can”dır. İnsanın insan
olarak varlığını sürdürebilmesi, hayati faali-
yetlerini eksiksiz olarak yerine getirmesiyle
mümkündür. Yaşama hakkına sahip olmayan
bir kimse, diğer haklara da sahip olamaz. İn-
sanı insan yapan ruh ve nefsin, dünya haya-
tında kulluk imtihanını verebilmek ve insan
için takdir buyrulmuş olan kemal noktasına
ulaşabilmek için bedene ihtiyaçları vardır. Bu
sebeple insanın bedeni yaşarken de öldük-
ten sonra da değerlidir.
Bunun için Yüce Allah öldürmeyi, insanın
vücut bütünlüğüne zarar verecek her türlü
İslâm’ın amacı; insanın dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmasını sağlamaktır. Bunun için iman ve ibadetler, bireyin Al-
lah ile ilişkilerini düzenleyerek onun derûnî
huzur ve mutluluğunu sağlar. Sosyal hayata
ilişkin emir ve yasaklar da sağlıklı bir toplum
hayatı ve kamu düzeni oluşturulmasının ge-reğidir. İslâm’ın toplum hayatına yönelik emir ve yasaklarına baktığımızda bunların tama-mına yakınının insanın dünya hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan beş zaruretin korunmasına yönelik olduğunu görürüz.
22 23
davranışı, intihar etmeyi ve kan davalarını ya-saklamış; kısas, diyet gibi birçok uygulamayla insan hayatını korumayı amaçlamıştır. “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın…”5
İslâm’ın korumayı amaçladığı beş te-mel değerden üçüncüsü “akıl”dır. Allahu Teâlâ’nın insana bahşettiği nimetlerden en önemlisi olan akıl sayesinde insan diğer can-lılardan ayrılır. İnsanı sorumlu kılan birtakım hak ve sorumlulukların muhatabı olmasının sebebi de akıldır. “Aklı olmayanın dini yok-tur” sözü bu gerçeği ifade eder. Alkollü içki ve uyuşturucu gibi insanın aklını bir müddet için bile olsa gideren maddelerin yasaklan-masının altında, insana ait bu değerin korun-ması amacı yatmaktadır.6
İslâm’ın korumayı amaçladığı en temel değerlerden biri de “nesil”dir. İslâm’ın neslin korunması için öngördüğü en sağlıklı yön-tem evliliktir. İslâm’da ruhbanlık yoktur. Ay-rıca nesebin sıhhatli bir biçimde tespitinin sağlanabilmesi için de zina yasaklamıştır. Çünkü zina, “neslin korunması” hedefine karşı işlenen en büyük suçtur.
İslâm’ın korunmasını amaçladığı değer-lerden birisi de “mal”dır. Bunun için ticaret
ve emek ile kazanç sağlamak övülürken; hırsızlık, birinin malına zorla el koymak, faiz, ticarette hile yapmak, kolay mal ve sermaye kazanmak için yasa dışı yollara başvurmak, israf, savurganlık, ihtikâr v.b. kazanç biçimle-ri yasaklanmıştır.7
Netice olarak; Yüce Allah yeryüzünün bütün nimetlerini insana tahsis etmiş ve te-miz olan şeyleri ona helal kılmıştır. Gerek Kur’an-ı Kerim gerekse Rasûlullah (s.a.v.)’in sünnetinde insana haram kılınan şeylere baktığımızda, hemen tamamına yakınının in-sana ait yukarıdaki değerlerin korunmasına yönelik olduğunu görürüz. Bunların bazıları direkt bu değerlerin çiğnenmesini önlemeye yönelik emir ve yasaklar olduğu gibi bazıla-rı da bu haramlara götüren yolu kapamaya yönelik tedbirlerdir. Rasûlullah (s.a.v.), bu konuda gösterilen hassasiyeti çok güzel bir benzetmeyle anlatmaktadır: “Helal bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise bir ta-kım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur. Bu tıpkı bir koruluğun etrafında hayvan otlatan çobanın durumuna benzer, sürüsü her an oraya girebilir. Bilin ki her hükümda-rın bir koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu ise O’nun haramlarıdır.”8
Anne babaların yaşadığı en büyük kor-kulardan biri, hiç kuşkusuz, bebek-lerinin ağızlarına etraftan buldukları
herhangi bir materyali atmaları sonucu ölüme dahi neden olabilen solunum durmalarıdır. Yabancı cisim yutma sırasında yapılması gere-kenler ile ilgili, Organ Nakli ve Çocuk Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Turan Kanmaz, verdiği bilgi-lerde şunları belirtti:
“Özellikle 1 ila 2 yaş arası çocuklarda, yabancı cisim yutma ve buna bağlı solunum sorunları sıktır. Solunum yollarına kaçan ya-bancı cisimler arasında en sık saptananlar; çekirdek, fındık, fıstık gibi kuru yemişler, kuru üzüm, çiğnenmemiş besin artıkları ve oyun-cak parçalarıdır. Bu tür besinler ve küçük parçalı oyuncaklar/cisimler 3 yaşın altındaki çocuklara verilmemelidir. Unutmamak gere-kir ki; 1 yaşın altındaki çocuklarda, yabancı cisimler ölüm nedenleri arasında 5. sıradadır. Solunum sistemine kaçan yabancı cisimler ani solunum sıkıntısı, morarma, öksürme ile kendini gösterirler. Bu durumda, saniyeler içinde çocuk kaybedilebilir; acil servise ula-şıncaya kadar, hızlı bir şekilde ağız içi parmak-la kontrol edilip cisim çıkartılmaya çalışılmalı, çocuk ayaklarından baş aşağı tutulup sırtına elle vurularak cismin çıkartılmasına yardımcı olunmalı ve solunum durması söz konusuysa
ağızdan ağza yapay solunuma başlanılmalıdır.
Sindirim sistemine kaçan, yutulan cisim-lerin çok büyük kısmı ise çocuğa zarar ver-meden bağırsaklar yoluyla atılır. Özellikle zehirlenmeye ve bir yerde takılmaya neden olabilecek yabancı cisimler tanımlanmalı ve erken çıkartma işlemi yapılmalıdır. Çocuklar genellikle oyuncak parçaları, metal para, çivi, vida, pil gibi maddeler yutarlar. Temizlikte kullanılan kireç çözücü, deterjan, yumuşatıcı gibi sıvı yabancı cisimler, içerdikleri asidik ya da bazik madde oranına göre, yemek borusu ve midede hasar yapabilir ya da zehirlenmele-re yol açar. Yutulan katı yabancı cisimlerin çok büyük kısmı ise yemek borusunun başlangıç kısmına takılır. Yemek borusunu geçip mide-ye ulaşan cisimler, genellikle sorunsuz olarak kendiliğinden çıkar. Nadiren, uzun/geniş ci-simler mide çıkışında ya da ince bağırsak-ka-lın bağırsak birleşim yerinde takılabilir. Sindi-rim sisteminde takılan cisimlerin ise kimyasal ya da mekanik yollarla sıkıntı yaratma riskleri vardır. Özellikle piller ve mıknatıs parçaları, bağırsak delinmeleri gibi önemli sorunlar ya-ratabilir; bu nedenle acilen çıkarılmalıdır.
Çocukları yabancı cisimlere bağlı sorun-lardan korumanın yolu, çocukların hareketle-rini kısıtlamak değil, yabancı ve tehlikeli cisim-leri çocuklardan uzaklaştırmaktır.”
Dipnot
1. Rûm, 30/30.2. Nisâ, 4/135.3. Furkan, 25/43.4. Bakara, 2/168.5. İsrâ, 17/33; En’âm, 6/151.6. Maide, 5/90.7. Ali Pekcan, İslâm Hukukunda Gaye Problemi
Zarûriyyât- Hâciyyât- TahsîniyyâT, s. 155-195.8. Müslim, Müsâkât, 107; Buhârî, İman, 39.
ÇOCUKLARDA YABANCI CİSİM YUTMANesibe AYDIN
24 25
ÜMMÜ HARAM (R.ANHÂ)“Hala Sultan”
N. Nida DURAN
“Yâ Rasûlallah, niçin gülüyorsunuz?” diye sordu. Allah Rasûlü de:
“Ey Ümmü Haram, ümmetimden bir kıs-mının gemilere binip kâfirlerle savaşmaya gittiğini gördüm.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ümmü Haram:
“Yâ Rasûlallah, dua buyurun, onlardan biri olayım!” diye ricada bulundu. Rasûlullah (s.a.v.):
“Yâ Rabbi, bunu da onlardan eyle!” buyur-du ve uyumak üzere tekrar uzandı.
Bir zaman sonra yine tebessüm ederek uyandı. Ümmü Haram, yine sebebini sorun-ca Allah Rasûlü şöyle buyurdu:
“Bu defa da ümmetimden bir kısmının, padişahların tahtlarına kuruldukları gibi deb-debeli bir hâlde gazaya gittiklerini gördüm.”
Ümmü Haram, tekrar kendisinin de onla-
rın arasında olmayı istediğini söyledi. Rasû-
lullah (s.a.v.) bunu kabul etmedi.
“Sen öncekilerdensin.” buyurdu.
Hz. Osman’ın halifeliği devriydi, fethedil-
mesi gereken yerlerden biri de stratejik öne-
mi sebebiyle Kıbrıs’tı. Şam Valisi Hz. Muavi-
ye buranın fethi için teklifte bulunduysa da,
Hz. Osman, henüz vaktinin gelmediği dü-
şüncesiyle kabul etmedi. Fakat Muaviye’nin
ısrarı neticesinde buna izin verdi.
Kısa zamanda bir donanma düzenledi.
Ubâde bin Sâmit ile hanımı Ümmü Haram da
bu orduya iştirak ettiler. Hz. Ümmü Haram,
86 yaşında bulunuyordu.
Kıbrıs Seferi, Müslümanların ilk deniz se-
feriydi. Uzun ve yorucu bir yolculuktan son-
ra donanma Kıbrıs’a ulaştı. Önce Kıbrıslıları
İslâm’a davet ettiler. Kabul edilmeyince cizye
vermeleri teklifinde bulundular. Rumlar buna
da yanaşmadılar. Artık savaş kaçınılmazdı.
Nihayet savaş başladı. Kısa zamanda Rum
donanmasını mağlup ettiler. Rumlar cizye
vermeyi kabul ederek barış teklifinde bulun-
dular. Kıbrıs, Hicret’in 28. yılında fethedildi.
Ümmü Haram (r.anhâ.), şehitliğe nail olama-
manın üzüntüsünü yaşıyordu. Fakat şehitlik,
bu mübarek hanım için takdir edilmişti ve
mutlaka gerçekleşecekti. Nitekim birdenbi-
re atı huysuzlandı. Ümmü Haram (r.anhâ.)
düşerek, çok özlediği şehadet mertebesine
kavuştu. Kabri, Larnaka’dadır.
Allah ondan razı olsun!
“Kıbrıs’ın manevî bekçisi “Hala Sultan”ın asıl adı “Ümmü Haram”dır (r.anhâ).
Peygamberimiz’in müjdesine ulaşmak için yaşlı hâlinde Medine’den Kıbrıs’a kadar gelen ve orada şehit düşen bu meşhur saha-bi Enes bin Mâlik’in teyzesidir. Müslümanlık-tan önce, Amr bin Kays ile evlenmişti. İslâmi-yet’in ilk yıllarında Müslüman oldu. Kocasını da Müslüman olmaya davet etti. Fakat koca-sı kabul etmedi. Bir müşrikle yaşamaktansa
ayrılmak elzemdi. Ümmü Haram, kocasın-dan ayrıldı. Sonra da meşhur sahabi Ubâde bin Sâmit’le evlendi. Peygamberimiz, Ümmü Haram’ın evini şereflendirir, gönlünü alırdı. O da Rasûlullah’a ikramda kusur etmez, ona hizmet etmeyi şeref sayardı.
Bir gün Peygamberimiz, onu ziyaret edip sohbet ettikten sonra uyumuştu. Biraz sonra uyandı. Tebessüm ediyordu. Ümmü Haram, Peygamberimiz’e:
26 27
İNSANLIK ÖLMEMİŞ
arkadaşıyla şakalaşırken biraz sesini alçalt-
mamasına, kendisinin duymaması için gayret
etmemesine canı sıkılmıştı.
İhtiyar; kırık camları atmış dönerken,
gençlerin az önce kendisinin oturduğu kaya-
larda, azgın dalgalara karşı şakalaştığını, bir-
birini itekler gibi yaptığını gördü. Biraz daha
uzakta bir kayaya gidecekti ki, birinin denize
düşme sesi ve çığlığı kulaklarında çınladı. Kız
düşmüştü. Sportif yapılı gencin hemen atla-
yıp kızı kurtarmasını bekledi. Fakat kayadan
kayaya telaşla koşan genç, atlamaya cesaret
edemiyordu.
Genç, ne yapacağını bilemez halde, dal-
gaların uzaklaştırdığı kız arkadaşına bakıyor,
bağırıyordu. Sağa sola deli gibi koştururken,
hemen yanından birinin denize atladığı-
nı duydu, bu az önce dalga geçtiği ihtiyar
adamdı.
İhtiyar adam, dalgaların tüm zorluğuna
rağmen, güçlü kulaçlarla kıza yetişti; saçla-
rından yakaladı, kayalara doğru çekti. Kaya-
lara yaklaştığında kıyıdaki genç, kızı yaka-
layıp önce yukarı, sonra sahile çekti. İhtiyar
adamı o anda unutmuştu bile. Birden aklına
gelip denize doğru baktığında ihtiyar ada-
mın hâlâ çıkamadığını gördü.
İhtiyar, kollarında derman kalmamış hal-
de, kendisini kıyıdan koparmaya çalışan dal-
galara kendini bıraktı. Genç, çılgına döndü;
sevdiği kızı kurtaran, az önce dalga geçtiği
ihtiyar gidiyordu. Kısa zamanda büyük şeyler
olmuştu hayatında. Hayatta en çok sevdiği
kişiyi kurtaramamış, başkası kurtarmıştı ve o
da şimdi kendisinden özür bile dileyemeden,
boynuna tüm utançları takarak sonsuza dek
gidiyordu.
Kendine tam gelememiş kız, arkadaşının
sulara atlayışına baktı, bağırdı ama nafile.
Oysa arkadaşının kendisi kadar bile yüze-
mediğini iyi biliyordu.
Genç erkek, tüm çabasına rağmen ihtiyara
yaklaşamamıştı bile, dalgaların üzerinde boğu-
lan değil, sanki dinlenen biri gibi duran ihtiyar
da gülümsüyor gibiydi. Genç, bir anda ihtiyar-
dan daha çok kıyıdan uzaklaştığını fark etti.
Bitiyordu her şey. “Gerçekmiş demek ki.” diye
düşündü; hayatı, arkadaşları, sevdikleri hızlıca
gözlerinin önünden geçiyor gibiydi. İnsan, ölü-
me yaklaşınca böyle oluyormuş. Su yutuyordu
ama mücadeleyi bırakmıştı.
Birden beklenmedik bir şey oldu; genç
adam, kolunun kuvvetlice yakalandığını his-
setti, önce köpekbalığı aklına gelip telaşla
çekmek istedi ama hemen yanındaki ihtiyar
adamı fark etti. İhtiyar adam önce kolundan
yakalamış, sonra yakasından tutup onu bir
bebek gibi çekmeye başlamıştı. Göz açıp
kapayana kadar kıyıya gelmişlerdi. İhtiyar
adam, genci kızın yanına kadar atmış, ne-
fesleniyordu. Gençlere gülümsedi “Siz de,
ben de bugün güzel dersler aldık. Ben kendi
adıma çok mutlu oldum. Siz kimseyi küçüm-
sememeyi öğrendiniz. Ben de bu küçük dal-
galarda sizi deneyerek, insanlığın ölmediğini
gördüm. Delikanlı, beni kurtarmaya gelmen
beni ne kadar mutlu etti, sana anlatamam.
Fakat ben daha bu dalgalara yenilecek kadar
kocamadım.”
İhtiyar, kıyıda kendilerini toparlamaya
çalışan gençlerin bir şey söylemesine fırsat
vermeden; “Hoşça kalın!” deyip yürüdü git-
ti. Gençler, peşinden koşamadıkları ihtiyara
şaşkınlıkla, içlerinde bir buruk sevinçle baka-
kaldılar.
Artık ihtiyarlamıştı. Gözleri dalgalara takılmış halde, iyi kötü yönleriyle geçmişi düşünüyordu. İnsanlığa
karşı pek güveni kalmamıştı. İyilik yaptıkça
nankörlük gördüğünü düşünüyordu. Çoğu
kişinin kendisine “enayi” gözüyle baktığını
da biliyordu. Fakat karşılıksız iyilik yapmak-
tan vazgeçmiyordu. Çünkü kendisini hayata
bağlayan çok az değerden birisi de, kendisi-
ne olan saygısıydı. Onu da kaybederse her
şeyini kaybetmiş olacağını düşünüyordu.
Kayalıkların üzerinden yavaşça doğruldu, denizin kenarına atılmış kırık cam şişe gözü-ne takılmıştı. Görüp de almazsa ve bu kırık şişe birine zarar verirse vicdan azabı duya-cağını düşündü. Onun şişeyi yerden aldığı-nı gören biri kız, biri erkek iki genç gülüştü. Erkek; “Çöpçü herhalde.” dedi. İhtiyar adam herkesi hoş görmeye çalışırdı, özellikle genç-leri ama yine de gencin, kendisi hakkında
Sema KORKMAZ
28 29
olan çocuklarımız! Teknoloji çarkının dişlileri
arasında günden güne biraz daha ezilen ço-
cuklarımız… Gittikçe canı çekilen, sonunda
da ruhunu kaybedip et-kemik yığınına dönü-
şen çocuklarımız…
Bilgisayar ekranına kilitlenmiş yüzlerce
çocuk beyni... Bu kilitlenmiş beyinleri açacak
anahtarlar nerede, var mı çilingirleri? Cep te-
lefonlarıyla yatıp kalkan çocuklar... Emzik mi-
sali... Onsuzluğa tahammülü kim öğretecek?
Var mı taliplileri?
Dizi ve macera tutkusuyla TV karşısında
uyuyan, uyutulan çocuklar... Bu ninnilere
alternatif ninnileri kim üretecek? Var mı ya-
zarları, şairleri? Eskiden hobi dediğimiz, özel
zevk dediğimiz uğraşılar, çocuklarımızın ha-
yat felsefesi oldu Onlara gerçek hayatı kim
öğretecek? Var mı muallimleri, ebeveynleri?
Eğlence deyince sanal çerçevelere sıkı-şan, adeta onlara yapışan, yerinden kıpırda-mayan, kıpırdasa bile konuşmayan, sorulan çoğu soruyu duymayan, yemeğini bile o mekânda atıştıran bir nesil!
Bir elektrik kesintisi ile can damarları kesi-len, dünyanın başlarına yıkıldığını düşünen, onlarsız geçen her dakikayı bir yıl gibi gören talihsiz nesil! Tüm enerjisini, zamanını, bey-nini, yaşama sevincini sanalda kaybetmiş, anti sosyal bir gidişe yelken açmış zavallı ne-sil!
Sanal hapishane de volta atan arkadaşsız çocuklar... O dünyanın içinde yalnızlaşan çocuklar… Sokağa çıkınca dertleşeceği kim-sesi olmayan kimsesiz çocuklar...
Bilmece, masal, fıkra anlatıp gülebileceği kardeşi bile olmayan, varsa bile bir ağabeyi kardeşi o da, odasından çıkmayan yaban-cılaşmış çocuklar... Bırakın oyun oynamayı kızıp kavga edeceği, onu sinirlendirebilecek bir kimsesi bile olmayan çocuklar, paylaşma-yı bilemeyen çocuklar! Arkadaşı robot misa-li; ekranlar, TV, bilgisayar, cep telefonu olmuş çağzede çocuklar!
Ağlasa o masum gözlerinden akan yaşı silemeyecek, gülse gülüşünü, şen kahkaha-larını duyamayacak, kızsa birilerine, çatsa kaşlarını sakinleştiremeyecek yapay dostlar…
Bizim çocukluğumuzda gerçek olma-yan, iyi olmayan şeylere “naylondan” derdi babaannem. Işıkları, ışıltıları güzel ama iç-leri kapkara olan naylondan dostlar… Misa-firlerine “Hoş geldiniz!” demeyi unutturan, ninelerin yanlarında masal dinlemekten uzaklaştıran, komşu çocuklarıyla evcilikten, saklambaçtan koparan, bayram gezmele-rinden, akşam oturmalarından soğutan sa-nal çerçeveler!
Nilfer Z. AKTAŞ
TEKNOLOJİYLE GELEN EKRAN BAĞIMLILIĞI
VE ÖZÜMÜZLE GELEBİLECEK ÇÖZÜMLER
Teknoloji… Belki de dünyanın dönü-şünden daha hızlı dönen ve değişen teknoloji… Bir yıldan daha kısa süre-
lerde değişen araçlar, aletler, makineler…
Ayak uydurmak gerekir mi bu hızlı geli-şime? Veya şöyle diyelim, çağı anbean yaşa-
mak, takip etmek mümkün müdür? Her de-
ğişene göre kendimize şekil vermek ne kadar
doğrudur? Ama şu gerçeği göz ardı etme-
den, başımızı iki elimizin arasına alıp, çözüm
aramak gerekir diye düşünüyorum. Çocuk-
larımız! Geleceğimiz, varlığımız, her şeyimiz
“Bilmece, masal, fıkra anlatıp gülebileceği kardeşi bile olmayan, varsa bile bir ağabeyi, kardeşi o da, odasından çıkmayan yabancılaşmış çocuklar... Bırakın oyun oynamayı kızıp kavga edeceği, onu sinirlendirebilecek bir kimsesi bile olmayan çocuklar, paylaşmayı bilemeyen çocuklar! Arkadaşı robot misali; ekranlar, TV, bilgisayar, cep telefonu olmuş çağ zede çocuklar!”
30 31
Maziye dönüp baktığımda, ailelerimizin uğraşlarının içerisinde, bizler de can sıkıntısı nedir bilmezdik.
Şimdilerde poşetler onlar için doluyor, yine ağlayarak çıkıyorlar marketten. Gezme-ler çocuklara endeksli, yine mutsuzlar. Bay-ram dışında alınan onlarca kıyafet, ayakkabı çok da anlamlı değil şu zamanda. Bunlar mutluluk reçetesi olamamış diye düşünüyo-rum.
Onlarla bahçede çalışmak, kuzenlerle, komşu çocuklarıyla eğlenmek...
Hayvan dostlarımıza kucak açmak, kar-deşlerimizle aynı yatağı paylaşmak, büyük-lerimizden masal dinlemek, yemek yapımına ortak olmak, iftar sevincini paylaşmak…
Kar sevinci, yakan top ve istop oyunları... Onları mutlu etmeye ve sanal âlemi yaşam tarzı görmemeleri için yetmez mi?
Bazılarının “Bizim böyle ortamlarımız yok.” deyişini duyar gibi oluyorum. Çocuklarımızla evde de ortak yapabileceğimiz çok şey vardır. Kültürel değerlerini tanıyan, becerikli, iş yap-maktan zevk duyan, hayat tecrübesini kade-me kademe evinde, ebeveynlerinden öğrenen
mutlu ve sağlıklı bir nesil için çözüm ailedir.
Birliktelik sevgiyi ve bağlılığı artırır, aile kurumunu sağlamlaştırır. Toplumda mutlu birey sayısı artar. Bu da beraberinde istikrarlı bir ülkeyi oluşturur.
Özgürlüğün kısıtlı olduğu bu zamanda çocuklarımızı kaybetmemek ve yalnızlaşma-maları; çocuklarımızla ortak iş yapıp onları başımızdan savmayarak mümkün olacaktır. Hayat tecrübelerine dede, nine ve diğer ya-kınlarda katılınca yetişen birey daha da sağ-lıklı olacaktır.
Makul isteklerine “evet” diyerek, yapıcı kurallar çerçevesinde merhamet ve sevgimi-zi esirgemeden onları büyütelim. “Ağaç yaş iken eğilir.” atasözünü bir değer bilerek onları olumsuz dönen çarklardan ve o çarklara hiz-met edenlerden koruyalım.
Evlerimizin genişliği ve lükslüğü, içindeki sıcak havaya mani olmasın,
Anne babaların çok çalışması çocukları-mızın yalnızlığı olmasın.
Çocukluğumuzdaki evler gibi olmasa da evler,
O zaman ki çocuklar gibi mutlu ve özgür olsun.
Annesini her kapıyı çalışta evde bulama-sa da,
Okuldan eve anahtarla girse de,
Sıcak yemek bulamasa da her gün,
Akşam evinde sıcacık bir ortam bulsun!..
Tüm çocuklar mutlu, tüm çocuklar umut-lu olsun.
Ruhunu kaybetmeyen çocuklarla güzel gelecekler imar olsun!
32